1986 yılında Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer başkanlığında bir teknik kurul oluşturuldu. Bu kurula üniversitelerden ceza hukuku hocaları, Adalet Bakanlığı’ndan ceza hukukçusu memurlar ve yargıçlar katıldı. Fakat, kurulun çalışmasında ise asıl belirleyici Dönmezer oldu. Bu nedenle, kurulda yer alan bazı akademisyenler kuruldan istifa ettiler.
Dönmezer’in hazırladığı tasarı on seneden fazla bir süre TBMM gündemine gelemedi. Bu arada tasarıda günün ihtiyaçlarına göre değişiklikler yapılmaya devam edildi. Örneğin: ölüm oruçlarının son dönemde yaygınlığı ve kamuoyunda tartışılması nedeniyle yeni yasaya “hak kullanımını ve beslenmeyi engelleme” başlığıyla bir madde eklendi. Ya da internet alanında bazı fiiller için “Bilişim alanında suçlar” başlığı ile bir düzenleme yapıldı. Türkiye üzerinden göç ticaretinin artışı karşısında “Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti” başlıklı bir suç türü düzenlendi.
Uluslar arası sözleşmelere ve AB’ye uyum sağlamak için yeni yasaya “Soykırım ve İnsanlığa karşı suçlar”, “İşkence ve Eziyet” gibi suçlarla birlikte “ Radyasyon Yayma”, “Atom Enerjisi ile Patlamaya Sebebiyet Verme”, “Çevrenin Kasten Kirletilmesi”, “İmar Kirliliğine Neden Olma” gibi suçlar eklendi.
TCK’nın çok eski ve anlaşılmayan dili güncelleştirildi ve artık kullanılmayan maddeler çıkarılarak yasa kısaltıldı.
TCK’nın günün koşullarına uyarlanması için yapılan değişiklik ve eklemeler, görüleceği gibi, “devrim” ya da “ demokratikleşme” olarak nitelendirilebilecek değişiklikler değildi. TCK da yapılan değişiklikler bu hali ile olsa olsa revizyon olarak tanımlanabilir.
Ceza kanununda, ceza yargılamasında demokratikleşmeden söz edebilmek için pek çok kıstastan en önemli bir ikisine göz atmak yeterlidir.
Bunlardan birisi, ceza kanunun hak ve özgürlükleri kısıtlayan hükümlerinde ne gibi değişiklikler oldu?
Bir diğer, ceza yargılamasının biçiminde özgürlüklerin genişlemesine yönelik ne gibi değişiklikler yapıldı. Ve sonuncusu, ceza yargılamasına halkın katılması ne oranda sağlandı.
Mevcut sistemde hak ve özgürlükler pek çok yasa ile ( Prof. Dr. Semih Gemalmaz yüz elli üç yasa ile özgürlüklerin kısıtlandığını saptamıştı) kısıtlanmaktadır. 2911 Gösteri ve Toplantı Yasası, Basın Yasası, Dernekler Yasası, Siyasi Partiler Yasası, Sendikalar Yasası, Grev ve Toplusözleşme Yasası, Seçim Yasası bunlardan ilk akla gelenleridir. Fakat, Ceza Yasası’nda da hak ve özgürlükleri kısıtlayan çok sayıda hüküm bulunmaktadır. İşçilerin ve memurların iş bırakma ve işyerinde direniş yapma eylemlerini cezalandıran hükümler, öğrencilerin okullarında boykot ve diğer eylemlerini cezalandıran hükümler, düzeni değiştirmek amacıyla Marksist-Leninist ilkelere göre örgütlenmiş parti ve örgütlerin üye ve yöneticilerini, bu örgütlere yardım edenleri cezalandıran hükümler, ulusal özgürlükleri savunan ve ulusal özgürlükler için mücadele örgütleri kuran ve üye olanları cezalandıran hükümler, hükümeti ve devletin çeşitli kurumlarını eleştirenleri cezalandıran hükümler vd. mevcut ceza yasasında bol miktarda bulunmaktadır. TCK 125, 146, 158, 159, 168, 169, 179, 180, 263, 311, 312, 536 özgürlükleri kısıtlayan en bilinen yasa hükümlerinin numaralarıdır.
Yeni Türk Ceza Yasası’nda yukarıda belirttiğimiz mevcut yasadaki kısıtlamalar kaldırılmış mıdır? Hayır? Hemen hiç biri kaldırılmamıştır. Bazı “suçların” cezalarında bir miktar indirim yapılmıştır. Bazı “suçlar” örneğin izinsiz afiş asmak, bildiri dağıtmak TCK’dan çıkarılmış başka bir kanunda Kabahatler Kanunu’nda kabahat sayılmış ve afiş asanlara kolluk tarafından idari para cezası verilmesi düzenlenerek, bu fiilin cezası yargıdan idareye devredilmiştir.
Yeni TCK’da özgürlükleri kısıtlayan hükümlere kısaca göz atmak gerekirse:
Yeni TCK’nın 112. maddesi “eğitim ve öğretimin engellenmesi” suçunu düzenlemektedir. Bu maddede öğretimi engellemek, okulu ya da eklentilerini işgal etmek bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu madde ile boykot ve işgal eylemleri cezalandırılmaktadır.
- 117. madde işyerinde çalışmanın engellenmesi, işyerinin işgali vb. eylemleri altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırmaktadır. Yukarıdaki iki “suç” birden fazla kişi ile işlendiğinde cezalar bir kat arttırılmaktadır.
Mevcut TCK’nın 311. ve 312. maddelerindeki fiiller yeni TCK’nın 214.,215.,216. ve 217. maddelerde cezaları da azaltılmadan benzer şekilde düzenlenmiştir.
Yeni TCK’da 298. maddede açlık grevi yapanları destekleyenler, eylemi bitirmeye ikna edilmelerini engelleyenler hakkında iki yıldan dört yıla hapis cezası getirmektedir.
Mevcut TCK’da 158. ve 159. maddeler, yeni TCK’da 299., 300. ve 301. maddelerde çok fazla değiştirilmeden aynen korunmuştur.
Mevcut yasada 125. maddede tanımlanan “ülkenin bölünmesi” suçu yeni yasada 302. maddede korunmuş; 146. madde 309, maddede, 149. madde 313. maddede, 168. madde 314. maddede, 169. madde 315. maddede korunmaya devam edilmiştir.
TCK 168. maddenin cezasının on seneden beş seneye indirilmesi pek çok tutuklu ve hükümlünün tahliyesini sağlamış olsa da , yapılan indirim ile bu “suçun” cezası ancak 12 Eylül’den önceki düzeye indirilmiştir. Kaldı ki, “örgüt üyeliği suçu”nu yarı oranında artıran 3713 sayılı yasasının 5. maddesi halen yürürlüktedir ve bu madde kaldırılmaz ise bir değişiklik yapılarak yeni TCK’daki bazı suçların bu hükme göre cezasının artırılması gündeme getirilebilir.
Görüldüğü gibi Yeni TCK’da özgürlüklerin kısıtlanması açısından mevcut (eski) TCK’yı aratmıyor. Hatta, yeni bazı suçlar oluşturularak özgürlüklerin alanı daha da daraltılıyor.
Böylesine özgürlükleri kısıtlayan bir ceza yasası, üstüne üstlük hemen hemen hepsi DGM’leştirilmiş ağır ceza ve asliye ceza mahkemeleri tarafından uygulanıyor.
Ulus adına karar verdiklerini gerekçeli kararların başına yazan hakimler ise maalesef bağımsız değil. Hakim ve savcıları Adalet Bakanlığı bir sınavla mesleğe alıyor, hakim ve savcıların atanma, yükseltilme işlemlerini Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulu adı verilen yedi kişilik bir kurul yapıyor. Bu kurulun başkanı Adalet Bakanı, Başkan Yardımcısı Adalet Bakanlığı Müsteşarı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kendi binası, kendi personeli yok. Adalet Bakanlığı’nda çalışıyor ve işlerini Adalet Bakanlığı personeli görüyor. Genellikle atama ve yükseltmeler Adalet bakanlığı tarafından hazırlanıyor ve Kurul üyelerince onaylanıyor. Hakim ve savcı alımlarında, atama ve yükseltmelerde her seferinde Adalet Bakanı partizanlık yaptığı ve kendi partisi yandaşlarını kayırdığı gerekçesi ile eleştiriliyor.
Hakim ve Savcılar hakkında soruşturmalar Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından yapılıyor.
Yargı mensupları kendilerini idarenin birer memuru gibi hissediyor. Birer bürokrat gibi davranıyorlar. Yargıda bürokratik bir kastlaşma oluşmuş. Hakimler ve savcılar, hukukun genel kuralları, adalet, demokrasi, özgürlükler gibi kavramlardan ziyade, hatta yasalardan daha çok devlet yüksek çıkarlarını gözetiyor. Bu nedenle, bütün ceza mahkemeleri DGM’lere dönüşmüş diyoruz.
Dolayısıyla, mahkemeler ve yargıçlar halk adına ya da ulus adına karar vermiyor. Devlet adına, siyasi iktidar adına, devlet bürokrasisi adına karar veriyor.
Yargının zaman zaman bazı hükümetlerle çatışıyor görünmesi, onun devletin yüksek çıkarlarını savunması pratiğine aykırı düşmüyor.
Böylesine bir yargı sistemi ile, bizimki gibi bir ceza yasasının uygulanması ise, ülkemizde yaşanan sonuçları doğuruyor.
AB, yeni TCK’yı ve yargı sistemini övdüğüne göre, adil bir yargı ve demokratik bir ceza hukuku için AB’den de medet ummak mümkün görünmüyor.