'ÇAĞDAŞ YASANIN' SENDİKACILARI

Almanak 2002Yaşanan kriz ve milyonlarca işçinin işten atılmasını fırsat bilen patronlar, "Bununla niye yetinelim" diyerek işçi sınıfına yönelik saldırılarını 2002 yılında bir üst boyuta taşıdılar. 2001 yılında sendikalı işyerlerinde toplu sözleşmeleri delen, ücretleri düşüren, ücretsiz izin uygulamasını istedikleri gibi hayata geçiren patronları; bu saldırılara karşı ciddi bir çıkış olmaması, hatta mücadele edecek unsurların sendikal bürokrasi tarafından hareketsiz bırakılması daha da cesaretlendirdi. Patronlar artık gözlerini işçi sınıfının yüzyıllar önce canları ve kanları pahasına elde ettikleri haklara çevirmişlerdi.

Bu cesareti kendilerinde bulmalarının en temel sebebi, 2001 yılında krizlerle beraber işçilerin haklarına yönelik saldırılar gündeme geldiğinde, sendikaların yeterli cesaretle çıkış göstermemesidir. Hatta "işyerini koruma" adı altında uzlaşmanın türlü yollarını denediler. Ve bunu yaparken "yeter ki işten atmalar olmasın" diyerek kendilerini haklı göstermeye çalıştılar. Bu gerekçenin ne kadar geçersiz olduğu sözleşmelerin delindiği fabrikalardan yüzlerce işçi atılmasıyla gözler önüne serildiyse de, sendikalar ve konfederasyonlar uzlaşmaktan vazgeçmediler.  İşten atılan işçilere sahip çıkmak bir yana "Neyse ki hepsi atılmadı" demekle yetindiler. Sermaye ve hükümet karşısında işçilerin; memurlar, esnaflar ve üretici köylülerle birleşerek güçlü bir mücadele ortaya koyabileceği her fırsat, sendika bürokratlarının bu geri tutumuna takıldı. Emek Platformu kuruldu ama bir süre sonra bürokrasinin çarkları arasında ezildi, iş görmez, açıklama yapmaktan öte bir anlam taşımayan bir kurum haline geldi. Emek Programı ise bizzat yazanlar tarafından "yenilenmiş" haliyle tozlu raflara kaldırıldı.

İşte böylesi bir tutumun sergilendiği ve böylesi bir anlayışın hâkim olduğu sendikalarla 2002 yılına girildi.

Gün bu gündür!

Sendikaların bu tutumu, patronlar için "gün bu gündür" anlamını taşıyordu. Daha fazlasını elde etmek için beklemeye gerek görmeyen hatta beklemeyi aptallık sayan patron örgütleri, 57. DSP, MHP ve ANAP Koalisyon Hükümeti döneminde harekete geçtiler.

Güzel bir oyun sergilendi. Önce ortaya işçiye fazla yararı olmayan İş Güvencesi Yasası çıkarıldı. Patronlar bu yasa üzerinden kıyameti kopartarak, bu yasanın çıkmasına karşılık olarak İş Yasası'nın yenilenmesini istediler. Bu çağrıya "Evet, 12 Eylül Anayasası'nda yer alan geri yasa değişmeli" diyen işçi konfederasyonları da destek verdi. İlk önce dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın teşekkür edeceği kadar gizli tutulan bir protokol imzalandı. Protokol, ancak 2002 yılının Mayıs ayında Evrensel gazetesinde çıkan bir haberle kamuoyuna yansıdı. Kimse bu yasanın içeriği konusunda bilgi sahibi değildi. Doğru dürüst bir güvence bile tanımayan İş Güvencesi karşılığında istenen; işçilerin yüzyıllar önce canlarını vererek elde ettikleri haklardı. Esnek çalışma yasallaştırılmak, 8 saatlik iş günü, kıdem tazminatı, fazla mesai, örgütlenme hakkı ortadan kaldırılmak isteniyordu. Hatta işçi olma tanımı değiştiriliyordu. İşçileri alınıp satılan birer köle haline getiren bu yasa, bir yılı aşkın bir süre işçilerden saklandı. İtiraz etme şansı bile tanınmak istenmedi. Bir getirisi olmayan İş Güvencesi Yasası'nın yürürlük tarihi 15 Mart 2003 olarak onaylandı. Peki, neden 15 Mart?

Bu sorunun cevabı 26 Haziran 2001 tarihine dayanıyor. Bu tarihte TİSK'ten 3, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş'ten birer, hükümetten ise 3 olmak üzere 9 uzman bir araya gelerek "Bilim Kurulu"nu oluşturdular. Bilim Kurulu'nun amacı İş Yasası'nı yeniden yazmaktı. Ve konfederasyonlar işçilere danışma ve onların önerilerini alma ihtiyacı dahi duymadan bu kurulun oybirliği ile onaylayacağı maddelere itiraz etmeyecekleri yönünde protokol imzaladılar. İş Güvencesi'ne karşılık İş Yasası çıkacaktı. Oysa İş Güvencesi ile sağlanacak bir kaç kırıntı, İş Yasası ile ortadan kaldırılıyordu. Ve bu, konfederasyonlar tarafından bilindiği halde buna razı gelindi.

Her şey bir kenara çıkacak yasa, işçilerin lehine bile olacak olsa, konfederasyonlar bu tutumlarıyla işçilere sormadan, onların iradesini bir kenara bırakarak, işçileri mücadelenin dışına sürükleyerek bütün yetkilerini, çoğunluğunu hükümet ve patron temsilcilerinin oluşturduğu bu sözde Bilim Kurulu'na devretmiş oldular.

Fırsat!

Tasarı tamamlandığında Bilim Kurulu'nda sadece kıdem tazminatı üzerinde anlaşma sağlanamamıştı ancak bu konuda da, 15 güne indirilmesi ya da fona devredilmesi önerileri sunuldu. Ödünç işçilik, taşeronlaştırma, esnek çalışmanın yasalaştırılması, 8 saatlik iş gününün ortadan kaldırılması gibi temel maddeler ise oybirliği ile onaylandı.

İşte bu yasa, işçilere "çağdaş bir yasa", "kaçırılmaması gereken bir fırsat" olarak sunuldu. Üstelik konfederasyonların düzenlediği toplantılarda, konfederasyonlar adına kurulda yer alan bilim adamları tarafından. İşveren ve hükümet temsilcisi gibi konuşan DİSK, Türk-İş ve Hak-İş uzmanları bu yasaya karşı gelenleri çağdışı olmakla suçladılar.

Maddeler birer birer ortaya çıktığında ise "çağdaşlık", "çağdışılık" tartışmaları bir kenara bırakıldı. Neredeyse üzerinden bir yıl geçtikten sonra tasarı hakkında bilgisi olan ileri işçiler ve sendikacılar seslerini yükselttiler. Yasanın tam anlamıyla "kölelik yasası" olduğunu söyleyerek Bilim Kurulu'nun dağıtılmasını, İş Yasası Tasarısı'nın işçilerin önerileri doğrultusunda hazırlanmasını istediler. Bu talep de duymazlıktan ve görmezlikten gelindi.

Boş durmadılar

Patronlar, konfederasyonların ve sendikaların işçiyi oyalayan bu tutumu karşısında boş durmadılar. Hükümet ve sendikalar nezdinde baskılarını sürdürdüler. Hükümet patronlara bu yasanın İş Güvencesi ile eşzamanlı olarak çıkacağına dair söz verdi. Bunun üzerine harekete geçen işveren sendikaları, toplusözleşmeleri henüz yasalaşmamış İş Yasası Tasarısı'na uygun hale getirmek için harekete geçtiler. Bu dönemin ilk sözleşme görüşmeleri, metal işverenleri sendikası MESS ile Türk Metal (Türk-İş), Birleşik Metal-İş (DİSK) ve Çelik-İş (Hak-İş) arasında yapıldı. Bu işçiler ve patronlar için İş Yasası Tasarısı konusunda ilk hesaplaşmaydı. Patronlar istediklerini yerine getirirlerse işçilerin önemli bir kısmına bu yasayı kabul ettirmiş ve işçilerin geleceğine ipotek koymuş olacaklardı.

Büyük ihanet

Metal sözleşmeleri ve ardından gelen tekstil sözleşmelerinin "esnek çalışmaya karşı birleşik bir işçi mücadelesinin" örüleceği alanlar olarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Hiç değilse aynı işkolunda örgütlü olan sendikaların ortak hareket etmesi bekleniyordu. Bu dahi yapılmadı. Bunun yerine sendikacılar yine "gemisini kurtaran kaptan" mantığıyla hareket ederek, hakların gasp edilmesini seyretmekle yetindiler.

Konfederasyonların protokol imzalayarak böylesi bir tasarıya onay vermelerinin ardından belki de en büyük ihanet metal sözleşmelerinde, Türk Metal Sendikası tarafından hayata geçirildi. 80 bin üyesi adına toplusözleşme görüşmelerini sürdüren Türk Metal Sendikası, MESS'in tüm dayatmalarına "evet" dedi. 20 Kasım 2002'de gece yarısı imzalanan sözleşmede, Ek Geçici Madde 2 olarak geçen 59. maddede yer alan "Grup TİS dönemi içinde İş Kanunu'nda değişiklik yapılması halinde Grup Toplu İş Sözleşmesi'nin 25, 26, 28, 29, 30, 31, 32, 34. maddeleri parasal, süresel ve oransal içerikleri hariç, yeni yasanın ilgili hükümleri çerçevesinde, herhangi bir tadil protokolüne gerek kalmaksızın yasanın yürürlük tarihi ile eşzamanlı olarak yürürlüğe girer" ifadesi ile işçiler; çıkmamış bir yasaya gebe bırakıldı. Çok geçmeden birleşik Metal-İş ve Çelik-İş "gücümüz yetmiyor" gerekçesinin ardına sığınarak aynı sözleşmenin altına imza attılar.

Bu sözleşme Türk Metal açısından geçmiş yıllarda büyük ücretin altına imza atma gibi basit bir "satış" sözleşmesi değildi. Bu sözleşme ile işçi sınıfının kazanımları inkâr edilirken geleceğine de ipotek koyulmuş oldu. Esnek çalışmanın TİS'e geçmesiyle memurların ve sendikalı, sendikasız tüm emeği ile geçinen kesimlerin yasalardan doğan haklarının ortadan kaldırılmasının da yolu açıldı.

Bu durum kendisini en iyi tekstil sözleşmelerinde gösterdi. Aynı dayatma burada da gündeme getirildi ve sendikalara kabul ettirildi.

24 Aralık 2002 tarihinde ilk olarak TEKSİF sendikası; işveren sendikası ile sözleşme imzalayarak çalışma sürelerine esneklik getiren, İş Yasası Tasarısı'nda yer alan telafi çalışması, hafta talilinin belirsizleşmesi gibi dayatmaları kabul etti. Üstelik aylık yüzde 2-3 gibi (Asgari ücrete yapılan zam sözleşme ile elde edilen zamdan daha fazlaydı) tarihin en düşük zammına imza atıldı.

Göstermelik toplantılar

Patronların talepleri birer birer yerine getirilirken, mücadele isteğini her fırsatta dile getiren ancak bunun araçlarını yaratamayan işçilere yönelik oyalama çalışmaları 2002 yılı boyunca hem Emek Platformu hem de sendikalar ve konfederasyonlar tarafından sürdürüldü. Bu süre zarfında konfederasyonlar ve Emek Platformu ardı ardına salonlarda kitlesel işçi toplantıları düzenlediler. Özellikle İstanbul'da sendikal mücadele açısından çok önemli bir toplantı yapıldı. İlk defa memur ve işçi konfederasyonu üyesi işçiler bir araya geldiler. Ancak bu toplantıda da yine işçilere değil sendikacılara söz verildi. Söylenenler havada kaldı ve mücadelenin hayata geçirilmesi için verilen sözler toplantının ardından unutuldu.

Bu tutumu belki de en iyi Türk-İş hayata geçirdi. İstanbul, İzmir, Samsun, Bursa, Adana, Erzurum ve Van olmak üzere 9 bölgede toplantılar düzenledi. Bu toplantılarda temsilcilere de söz hakkı tanındı ve işçilerin taleplerine göre eylem kararları alınacağı söylendi. Söz alan temsilciler; özelleştirmelere, hak gasplarına ve savaşa karşı genel grev talebini dile getirdiler. Etkin ve sonuç alıcı eylemler istediler. Bayram Meral kürsüye her çıkışında işçiler tarafından "Suskun Türk-İş istemiyoruz" sloganları ile karşılandı. Türk-İş yöneticileri ise bu seslere kulak tıkayarak önceden hazırlanmış sonuç bildirgelerini işçilerin tepkileri arasında deklare ettiler.

Seçim geldi çattı

Emek örgütleri artık her eylemde erken seçim talebini dile getirmeye başladılar. Seçimle birlikte her şeyin düzeleceği ve hükümetin cezalandırılacağı propagandasını yaptılar. Ve en sonunda DSP, MHP ve ANAP'tan oluşan 57. Koalisyon Hükümeti, Kemal Derviş'in de kışkırtmalarıyla 3 Kasım'da erken seçime gitme kararı aldı.

Sendika ve konfederasyon yöneticileri ise milletvekili olabilmek için alanlarda protesto ettikleri IMF programını "ben daha iyi uygularım" yarışına giren CHP ve AKP'nin peşine takıldılar. Seçimler sonunda AKP tek başına iktidar, CHP ise tek muhalefet olarak Meclis'e gitti. Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve DİSK'ten Enver Öktem CHP'den milletvekili oldular. Hak-İş'in adresi ise AKP oldu. Agah Kafkas ve Hüseyin Tanrıverdi AKP milletvekili olarak Meclis'te yerlerini aldılar.

Seçim öncesi işçilerin; konfederasyonlardan ve sendikalardan, işçilerin haklarını savunan bir partiyi desteklemeleri, hatta bu partiden kendi adaylarını göstererek Meclis'e yollamak için ortak davranmaları talepleri duymazdan gelindi. Yine çözüm üretmek yerine işçileri IMF'ci partilerin peşinden sürüklediler. 58. AKP Hükümeti'nin Acil Eylem Planı'nı açıklaması ile herkes "Gelen gideni aratır" demeye başladı.

Ek bilgiler

  • Yazar: Seyit Aslan
  • Yıl: 2002
  • Kurum: DİSK Gıda-İş Sendikası Genel Sekreteri
Ara...