“Kanadı olmayana hadi uç demek boşunadır, dünyanın bütün teşvikleri
onu yerden iki metre yükseğe kaldıramaz”
Fichte
MEDENİYET: GÜÇ KULLANAN İNSANDAN SÖZ VEREN İNSANA GEÇİŞ
Batı’nın politika ve kültür sözlüğünde yer alan en önemli sözcüklerden biri ‘Türk’ ya da ‘Türkler’dir. Bu sözcük, geçen bin yılın çok büyük bir bölümünde fiilen, son birkaç yüzyılında da bilinçaltlarını kuşatan bir ‘zor’ imgesi olarak, önemli bir işlev görmüştür, görmektedir. Medeniyet ise, Batı felsefesinin neredeyse tüm büyük filozofları tarafından, istek ve ihtiyaçlarını elde etmek için zora başvuran insandan ‘söz veren (anlaşma yapan) insan’a geçiş olarak tanımlanmıştır. Öte yandan tarih ‘Türkler’ açısından (birkaç istisna dışında) genel olarak savaş meydanında kazandıklarını ‘masa başında’ kaybetmesi ile şekillenmiştir. Bu da bir metafor değil, kadim zamandan bu yana defalarca denenmiş, sınanmış tarihsel bir gerçektir. Örneğin 1897 Osmanlı-Türk savaşı kazanılmış fakat Girit masa başında kaybedilmiştir. Aynı şekilde 1974 barış harekatı askeri zaferle sonuçlanmış ancak 2005’te Kıbrıs’ın masa başında kaybedilmesi noktasına gelinmiştir vb.. O zaman buradan basit bir mantıkla denebilir ki, ‘Türkler’ masa başında sürekli kaybettiklerine göre, medeni değiller. Yani henüz zor uygulayan (savaşçı) insandan ‘söz veren insan’a geçememişlerdir. Türklerin pek de rasyonel olamamalarının handikapı budur. Öte yandan belleklerde olduğu umuduyla son beş yıla bakarsak, Batı ile sürdürülen Kıbrıs dahil neredeyse her tür müzakerede, politik, kültürel, bilimsel literatürümüze dahi geçen şey, ‘Batı’nın çifte standart ya da iki yüzlü’ söylem ve uygulamalarının inkar edilemez gerçekliğidir. Öyle ki, AB’li kimi yöneticilerin (Hollanda ve İsveç başbakanlarının 17 Aralık 2004 tarihli beyanları) bile kendilerini etik tutarsızlığa sürüklediğini söyledikleri kendi ikiyüzlülüklerinin, o çok övünülen AB normlarını (ya da Prodi’nin ifadesiyle ‘Avrupa Standart Değerleri’ni) eleğe çevirdiği ortadadır. Batılıların rasyonel davranmalarının handikapı da budur.