Anadilin tanımını birkaç şekilde yapmak mümkündür. En basit anlamıyla anadil, aile ortamında ve günlük yaşantıda konuşulan dili ifade eder. Etnik ve ulus düzeyinde toplulukların bütün ilişki ve etkinliklerinde kullandıkları ve anlaştıkları dildir anadil. Bir insanın hiçbir eğitime tabi tutulmaksızın ailesi, çevresi ve içinde yaşadığı toplumu aracılığı ile öğrendiği dildir. İnsanın topluma katılmasını, giderek evrenselleşmesini sağlayan, durmaksızın gelişme-genişleme-dönüşme içinde bulunan, anneden, çevreden edinilen ses ve semboller bütünüdür.
Çağımızda bireyin veya toplumun kendi kişiliğine, kültürüne, özüne yabancılaştırılması da bir çeşit sömürü olarak değerlendirilebilir. Toplumları, halkları kendi özlerinden uzaklaştırma, onların daha rahat sömürülmesi ve sonuçta kimliklerinin yitirilmeye çalışılması anlamına gelmektedir. Her nerede bir kimliğe yabancılaşma varsa, orada yaşanılan kültüre ve bunun aracı olan anadile de bir yasaklama, bir engelleme var demektir. Bu sorun, tarih boyunca ezilen ulusların en büyük sıkıntılarından birisi olmuştur.
Anadil eğitimi bireyin toplumsal bir varlık olarak gelişmesinde, içinde yaşadığı çevreyi ve dünyayı algılama ve yorumlamasında, özgür ve eleştirel düşünebilmesinde önemli bir rol oynar. Anadil eğitimi ilköğretimden başlayarak tüm eğitim basamaklarında ve daha sonra da bir yetişkin olarak sürdüreceği yaşamındaki başarısında temel belirleyicilerden bir tanesidir. Birey bir anlamda toplumsal ilişkiler sistemine anadil ile katılır, anadili ile toplumun bir parçası olur. Birey kendi diliyle diğer dillere oranla daha rahat düşünür ve aldığı eğitimin içeriğini daha rahat kavrar, kendine güvenir ve toplumsal bir varlık olarak kişiliği daha iyi gelişir.
Türkiye ve Anadilde Eğitim Sorunu
Türkiye’de eğitim alanında uygulanan bilim dışı yöntemlerin oldukça eski bir geçmişi vardır. Geçtiğimiz yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu dağılırken, çeşitli halklar başlattıkları ulusal kurtuluş hareketleriyle imparatorluktan ayrılmıştır. Bu dönemde diğer halklar gibi Türkiye halkları da ulusal duygularının biçimlenmesi ile ulusal bir devlete doğru yönelmiştir. Henüz bu yönelme döneminde bile, “tek dil” yaratma çabalarını görmek mümkündür. Türkiye’de daha cumhuriyetin kuruluş yıllarından başlayarak “resmi dil” dışında anadilde eğitim yasağı getirilmiş ve bu uygulama sonraki yıllarda yoğunlaşarak sürdürülmüştür.
Türkiye’de Türkçe dışında anadilde eğitimin yapılmayışı, hatta bunu savunmanın bile yasak olması pek çok toplumsal huzursuzluğun ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Bu olumsuzluklardan en çok etkilenenlerin Kürtler ve Kürtçe olduğunu söylemek mümkündür. Türkçe dışında bir dilin kullanılmasının yasak olmasında, Kürtlerin genel nüfus içinde önemli bir yer tutması ve üzerinde yaşadıkları coğrafyanın geniş olmasının da etkili olduğu söylenebilir.
Anadil eğitimi ile ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da çeşitli düzenlemeler vardır. Örneğin Anayasanın 42. maddesi; “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır” demektedir. Fakat hem uluslararası anlaşma hükümlerini saklı tutmak, hem de Türkçe dışında herhangi bir dilde anadil eğitimi ve öğrenimini yasaklamak açık bir çelişki oluşturmaktadır.
Anayasadaki bu çarpık ve zıt yaklaşımlar bugün yerli halkların dil ve kültürünü, baskıcı uygulamalar, anadil yasakları gibi yaptırımlarla kullanmaktan alıkoymuştur. Türkiye, kendi coğrafyasında yaşayan, nüfus, coğrafi yerleşim ve siyasal bakımdan küçümsenmeyecek ölçülerde bir yaygınlığa sahip olan Kürtlerin, bırakın haklarını tanımayı, kendi dillerini öğrenmeyi, eğitim görmelerini ve kültürlerini yaşatmayı “talep etmelerini” dahi “bölücü” bir faaliyet olarak görmekte ve uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde bir dili, bir kültürü, bir ulusu yok saymaktadır. Bu yok sayma politikası sadece burada kalmamış, Türkiye’nin en büyük sendikası olan Eğitim-Sen’in kapatılmak istenmesine kadar vardırılabilmiştir.
Eğitim-Sen Kapatma Davası
Kamuoyunun yakından takip ettiği gibi, bir yılı aşkın bir süredir, Eğitim-Sen’in kapatılması için tüm egemen güçler, tüm imkanlarıyla seferber olmuş durumdadır. Eğitim-Sen’e açılan kapatma davası, gerek açılış biçimi gerekse öne sürülen gerekçeler dikkate alındığında, az çok demokratik olan bir ülkede bile örneğine rastlanamayacak bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de, temel demokratik sorunların çözümü noktasında önemli eksikliklerin olduğu ve demokratikleşmeye yönelik adımlar karşısında güçlü bir direncin bulunduğu, Eğitim-Sen kapatma davası sürecinde yakından görülmüştür.
Dava sürecine bakıldığında, kapatma davasının bir anlamıyla mevcut durumun devamından yana olanlarla, demokratik-siyasal hakların gelişimini savunan güçler arasındaki mücadelenin yansıması şeklinde geliştiği söylenebilir. AKP Hükümeti’nin Eğitim-Sen’e karşı açılan kapatma davası karşısında sessiz kalması, Eğitim-Sen’e karşı başlatılan sindirme operasyonundan hükümetin hiçbir rahatsızlık duymadığını göstermiştir.
Eğitim-Sen’in kapatılması için açılan dava, her ne kadar “anadilde öğrenim” gerekçe gösterilerek açılmışsa da, buradaki esas amacın, eğitim emekçilerinin örgütlü yapısını dağıtmak, Eğitim-Sen’i iç tartışmalarla yıpratarak zayıflatmak ve marjinalleştirmek olduğu açıktır. Bu dava ile sadece Eğitim-Sen değil, KESK ve bağlı sendikalar da kuşatılmak, yıpratılmak istenmiştir. Tüm bu çabaların altında yatan neden, mücadeleci kimlikleriyle bilinen sendikaların düzenin belirlemiş olduğu sınırlar içinde sendikacılık yapmalarının istenmesidir.
Kürt sorunu ile bağlantılı olarak yaratılmak istenen bir iç tartışma ile sendika üyeleri etkilenmeye, sendika ile bağları zayıflatılmaya ve bir bölünme yaratılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda kapatma davası açısından önemli olan nokta, davanın hukuksal nedeni değil, ulaşılmak istenen siyasal amaçlardır.
Eğitim-Sen, sadece anadil eğitimini savunduğu için kapatılmak istenmemektedir. Demokratikleşme mücadelesinin yanı sıra, emperyalist politikalara karşı yürütülen emek eksenli mücadele, başta siyasi iktidarlar olmak üzere tüm sermaye güçlerini son derece rahatsız etmektedir. Bu nedenle Eğitim-Sen üyelerinin mücadeleci kimliği sendikayı temel hedef durumuna getirmiştir. Eğitim-Sen’in eğitim alanında savunduğu ilkeler, yaşatmaya çalıştığı değerler ve kamuoyunda yarattığı etkiler bu şekilde kırılmak istenmektedir.
Demokratik Haklar Ancak Mücadele İle Kazanılabilir
Demokratik siyasal yaşam, düşünen, bilgi edinen ve bunların ışığında siyasal tercihini yapan insanların varlığıyla anlamlı hale gelir. Demokratik anlayış, her ne nedenle olursa olsun, düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlamayı ve “anadil eğitimi” gibi eğitim bilimi açısından son derece doğal olan bir talebi “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı” tehdit olarak değerlendirmeyi aklına getirmez.
Düşüncenin herhangi bir şekilde açıklanmasının, devletin korunması bahanesi arkasına saklanarak yasaklanmasının, bilimsel-demokratik bir talebi savunuyor diye bir sendikanın kapatılmak istenmesinin asıl amacı özgürlükleri yok etmektir. Toplumsal olguları ve bilimsel gerçekleri hiçe sayan, demokratik hak taleplerini hukuka aykırı bir davranış olarak gören değerlendirmelerin eğitim emekçileri ve onların örgütü olan Eğitim-Sen tarafından kabul edilmesi mümkün değildir.
Türkiye’de devlet içinde ve dışında çöreklenmiş tüm ırkçı-şoven kesimlerin direnişine karşın, barış ve demokrasi yolunda atılacak her adımın, Türkiye sınırları içinde yaşayan ve emekten, barıştan, demokrasiden ve özgürlükten yana olan tüm kesimler tarafından koşulsuz desteklenmesi gerekmektedir. Tarihsel deneyimlerin de açıkça gösterdiği gibi, demokratik haklar ancak mücadele ile kazanılabilir. Aksi takdirde ne demokrasi mücadelesinin güçlenmesi, ne de anadil eğitiminin gerçekleşebilmesi mümkün değildir.
Bu anlamda yapılması gereken ilk şey, atılması gereken ilk adım, yan yana ya da iç içe yaşayan tüm dil ve kültürlerin varlığını tanıma, onları kabul etme, özgürlük-eşitlik-kardeşlik ve demokrasi kavramlarına uygun olarak herkesin anadilinde eğitim almasının en temel insan hakkı olduğunu benimsemektir. Bilimsel araştırmaların da açıkça gösterdiği gibi, anadil eğitimi yasağı, yerli dil ve kültürlerin gelişmesini engellemekte, zaman içinde o dilin yok olmasının zeminini hazırlamaktadır.
Çözüm, halkların özgür bir ortamda, eşitlik-özgürlük ve kardeşliğe dayalı olarak kendi dillerini kullanmasından, kendi kültürlerini yaşamasından, anadilde eğitim hakkının Türk-Kürt kardeşliği çerçevesinde tanınmasından geçmektedir. Bu talebin gerçekleşmesi, tüm işçi ve emekçilerin, onların sendikalarının “anadilde eğitim hakkı”nı kararlı bir şekilde savunmasıyla mümkündür.