Anadolu’nun her yerinde, hemen hemen tüm derelerde, son bir kaç yıl içinde, 49 yıllığına binlerce şirkete, suyun kullanım hakkı; Hidroelektrik Santral (HES) yapılmak üzere devredilmiştir. “su kullanım hakkı anlaşmaları” ile şirketlere devredilen (satılan) sadece suyun değil; suyun yeryüzünde yolculuk yaptığı bölgenin (su havzasının) de kullanım hakkıdır. Doğanın hakkı olan, tüm canlılara yaşam sağlayan su; havzası ile birlikte şirketlerin kullanımına ve sermaye birikimine “bütünleşik” olarak sokulmaktadır. Enerji üretim lisansları ile su kullanım hakkı sözleşmeleri ile sadece su metalaştırılmamakta su havzaları da sermaye birikimine sokulmaya çalışılmaktadır.
Kapitalistler, kullanım hakkına sahip olacakları suyu, enerjiyi, havzalarda yaşayan ya da üretecekleri biyolojik tür ve çeşitleri belirledikleri pazarlarda satarak sermaye birikimlerini arttırmayı hedeşemektedirler. Son yıllarda yaşamın ve yaşam alanlarının sermaye birikimine sokulması şirketlerin kendi krizlerinden çıkışları için buldukları yeni yöntemleridir.
Aslında yapılmak istenen Dünyanın pekçok yerinde doğanın üstünde yaşanan saldırılardan farklı değildir. J. B. Foster (1999) 80’lerin ortalarında yaşanan doğadaki yıkımlardan yola çıkarak saldırının küresel boyutunu işaret ediyordu. E. Galeano (1988) ise Latin Amerika’da yaşanmakta olanların sadece doğanın yıkımı olmadığını beraberinde proleterleşmeyi nasıl yarattığını, saldırı ortaklarını yabancı patronlarla komisyoncu burjuvazi olarak açıklarken yaşananların nasıl da Malthus’çu bir yaklaşımla nufusun hatta yoksul nufusun artışına bağlandığını Latin Amerikada yaşanan örneklerle vermektedir. O yıllarda Latin Amerika’da, kapitalizmin yaklaşan krizinin faturasının insanlara kesildiğini ve krizden çıkış için sanayileşmenin ve doğal varlıkların ticarileştirilmesinin hızının nasıl arttığını okurken bugün Anadolu’da yaşananlarla örtüşmesi zamanı ortadan kaldırırken kapitalizmi ve krizlerinden çıkışlarında doğanın ve sınıfın üzerinde yarattığı baskı ve kriz açığa çıkmaktadır.