Bu sayfayı yazdır

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMAN NİTELİĞİNİ KAYBETMİŞ ORMAN ALANLARININ SATIŞI ORMANLARIN İŞLETTİRİLMESİ

Almanak 20022000’li yıllara ekonomik darboğaz ve borç yığını ile giren Türkiye siyasal iktidarları açıkların kapatılması, borç faizleri ve borçların ödenmesi yolunda farklı yaklaşımlar üretmişlerdir. Bizce bunlardan en ilginç ve tartışmalara neden olanı “bilim ve fen bakımından orman olma niteliğini kaybetmiş orman alanlarının satışı” ile girdi sağlamaktır.

Anlık bir fotoğraf ve bakış ile yapılacak değerlendirmeler, parlak zeka ürünü bir yaklaşımın hiçte kötü olmadığı noktasında düğümlenebilir. Ancak olayın geçmişine bakıldığında ülkemiz adına üzücü ve düşündürücü bir dizi gerçeklerle karşı karşıya gelinir. Öncelikle tarihsel gelişimin ele alınması bugünü tartışmada anlamlı veriler sunacaktır. Bu düşünceyle günümüz iktidarının (AKP) 25 milyar $ beklentisiyle kamuoyuna müjdelediği ve kaynak sağlama yöntemi olarak tanımladığı “Orman niteliğini kaybetmiş alanların satışı projesi”nin hangi aşamalar sonrası günümüzde meyvelerini verdiğini irdelemek gerekir.

Orman alanları ülke doğasının en büyük ve önemli paydası olarak, sürekliliğin sağlanması amacıyla özgün yaklaşımlarla işletilirler ve korunurlar. Ülkemizde orman alanlarının daraltılamayacağı Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Orman alanlarının işletilmesi ve korunması Cumhuriyet döneminde (1937) 3116 sayılı, (1956) 6831 sayılı Orman Yasaları ile düzenlenmiştir. Söz konusu Orman Yasaları’nda ormanların korunması ve sürekliliğin sağlanması için, orman alanlarının “devlet elinde bulunması ve devletçe işletilmesi” ilkeleri kabul edilmiştir.

1961 Anayasası aynı ilkeleri koruyacak anayasal kurala dönüştürmüştür. 1982 Anayasası’nda da bu ilkeler korunmuştur.

Ormancılıkta süreklilikten beklenen orman varlığının korunması, genişletilmesi ve geliştirilmesinin sağlanmasıdır. Diğer yandan insanlığın yararı gözetilerek ormanlardan yararlanmanın orman varlığına zarar vermeyecek boyutlarda olması amaçların başında gelmektedir.

Ormanlarda, orman varlığında (yatay-alansal; dikey-yapısal) süreklilik ilkesinin sağlanması, 1961 Anayasası’nın 37. ve 131. maddelerindeki düzenlemeler, 1982 Anayasası’nda da 1961 Anayasası’nda getirilen ilkeler aynen korunmuş ancak 1982 Anayasası’nın 169. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında orman suçlarının affıyla ile ilgili düzenlemeler dışında, 1961 Anayasası’nın 131. maddesindeki kuralların yinelenmesi niteliğindedir.

1982 Anayasası’nın 169. maddesinde yer alan ve “bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybetmiş alanların orman sınırları dışına çıkarma” şeklinde bir düzenlemenin yer alması insanları orman alanlarından yer kazanmaya, yani ormanların tahribine yöneltmiştir. Aslında devletin gözetim ve denetimini altında devletçe işletilen orman alanlarında koruma işlevinin de çok güçlü ve kalıcı olması gerekirken, bu maalesef siyasal rant beklentileriyle başarılamamıştır.

Herhangi bir işletmenin, özellikle orman işletmeciliğinde işletmenin sağlıklı ve başarılı gerçekleştirilmesi öncelikle işletme alanının kadastral anlamda sınırlandırılıp güvence altına alınması gerekir.

Ülkemiz koşullarında orman alanlarının sınırlandırılıp güvence altına alınması (orman kadastrosu) bilimsel ve teknik anlamda ilk kez 1937 yılında 3116 sayılı Yasa ile başlamış ve bugüne kadar orman alanlarının %76’sında orman kadastrosu çalışmaları yapılmış, ancak bunun %27’si tapuya tescil edilmiştir.

Günümüze kadar orman alanlarının sınırlandırılıp güvence altına alınması çalışmalarında üzerinde uzun tartışmalar yapılacak aşamalar yaşanmış ve sonuç olarak sorun kesin olarak çözümleniyormuş gibi gösterilerek siyasal iktidarların müdahalesine açık tutulmuştur. Siyasal iktidarlar bir türlü bitirilemeyen orman kadastrosundan her seçim döneminde büyük rantlar sağlamışlar ve sağlamak için ne gerekiyorsa iktidara geldiklerinde de onu yapmışlardır.

Günümüz iktidarı (AKP) giderek artan yoğunluktaki olumsuzlukları orman alanlarına yönelik “orman niteliğini bilim ve fen bakımından kaybetmiş alanların...” orman sınırları dışına çıkarma işlemleri dahil, 1981 yılı sonu itibarıyla orman niteliğini kaybetmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış, işgal edilmiş alanların satışını gerçekleştirmek için Anayasa değişikliği yolunu benimsemiştir.

TBMM 04.04.2003 günü kabul edilen 4841 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”

1-Anayasa’nın 169. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Devlet Ormanları Kanuna göre devlet tarafından yönetilir ve işletilir” cümlesi “Devlet Ormanları Kanuna göre devletçe yönetilir ve işlettirilir” şeklinde değiştirilmesi,

2- Anayasa’nın 170. maddesinin 3. fıkrasında 31.12.1981 tarihinden önce orman niteliğini kaybettiği için orman dışına çıkarılan alanların değerlendirilmesinde devlete tam bir tasarruf hakkı tanımaktadır.

Yapılacak değişiklikler sonucu; AKP iktidarı, toplumda 1973 yılından beri 1744 sayılı Yasa ile yerleşik 2/B uygulamaları olarak tanımlanan orman dışına çıkarma işlemleri sonucunda yaklaşık 5 milyar metrekare (500.000 ha) olduğunu varsayarak ülke düzeyinde ortalama 1 m2 = 5 $ hesabıyla 25 milyar dolar gelir sağlayacağını açıklamıştır.

Anayasa’nın ilgili maddesinde yer alan orman dışına çıkarma işlemlerinin tek ve en önemli gerekçesi orman köylüsünü topraklandırmaktır. Bu gerekçe ülkemiz gerçekleriyle örtüşüyor düşüncesiyle 1744 sayılı Yasa’nın çıkarılmasına olumlu yaklaşmış ve ancak büyük kent çevrelerinde bu Yasa’nın uygulanmasının arazi rantına dönüşebileceğine dikkat çekmiştik.

Gerçekten ilk uygulamalar ve anlayış salt orman köylüsünün topraklandırılmasına yönelikti, Anadolu’nun herhangi bir yerinde orman alanları dışına çıkarılacak yer bulmakta güçlük çekiliyordu. Zira 1744 sayılı Yasa’ya uygun çıkarılan yönetmeliklerde 9 önemli ölçüt (orman bütünlüğünü bozmaması, toprak ve su rejimine zarar vermemesi, çevresindeki orman örtüsü artıklarını taşımaması, orman toprağı olmaması vd.) vardı. Gelen siyasi iktidarlar önce bu yönetmelik maddelerini tek tek kaldırdılar ve çok ilginç uygulamalara geçtiler. Adeta orman alanları kendiliklerinden hiçbir insan müdahalesi görmemiş gibi “orman niteliğini kaybetmiş” tanımlamalarıyla kişilerin adlarına yazılmaya, çok düşük ücretle satılamaya başlandı. Büyük kent çevrelerinde orman içinde villalar, siteler yükselmeye başladı, zira kendi adına mülkiyeti kaydedilen köylü bir paravandı, aradan çekildi ve bu alanların tarımsal amaçlarından çok uzak yerleşim yerlerine dönüştürüldü. Bu arada noter onayıyla, muhtarlık onayıyla gerçekleştirilen el değiştirmeler birçok insanı zengin ederken, bu insanların aracılığıyla büyük kentlere karşı işlenen suçların tümü bugün hala en canlı biçimde yaşamaktadır. Doğa kendine karşı işlenen suçları bağışlamaz, bu bir doğa kuralıdır. Sonuçlara maalesef başta yoksul insanlarımız olmak üzere toplumca katlanmak zorunda kalıyoruz.

Oysa büyük kent çevrelerinde ne köy vardı ne de orman köylüsü. AKP iktidarı bu sorunu yasal yöntemle aşmak istiyordu. Bu alanların satışında orman köylüsü sınırlamasını kaldırıyordu.

Orman alanları dışına çıkarılan alanlar tek nitelikte tanımlanacak alanlar değildir.

-           Bazı alanlar tamamen yapılaşmıştır, (Çavuşbaşı, Sultanbeyli gibi)

-           Büyük bir bölümü halen tekil yapılarla koruma altındadır,

-           Bir bölümü halen boş ve birkaç yıl içinde kendiliğinden orman olacak veya ağaçlandırılarak orman bütünlüğü sağlanacak alanlardır,

-           Bir orman köylüsü adına yazılarak orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden bir bölümü sahibi tarafından işlenmeden, yerleşmeden terk edilmiş konumdadır.

Burada tanımlayamayacağımız herhangi nitelikte başkaca yerler olabilir. Tüm bu alanlar satışa sunulmadan önce, geniş tabanlı komisyonlar (kent planlayıcı, ekonomist, sosyoloji, ziraatçı, ormancı vd.) tarafından incelenerek çok yönlü değerlendirmeler sonrası ne yapılacağına, hangi amaçlarla kullanılmasının ülke ve toplum yararına olduğuna karar verilmelidir.

Ormancılık işletme etkinliklerinde gözetilmek zorunda olan halk kesimi öncelikle orman içi ve civarında yaşayan insanlardır. Bu nedenle orman işletmelerinin her aşamasında işlendirilen orman köylüsü ve onların oluşturduğu kooperatiflerdir. Ancak yapılmak istenen değişikliklerle “işletilir” sözcüğü “işlettirilir” şeklinde değiştirilerek, orman işletmeciliğinin devlet tarafından yapılığı gibi özel kişi ve kuruluşlara da yaptırılabileceği olanakları sağlanmaktadır. Türkiye ormancılık tarihinin yabancı olmadığı bu uygulama türü yaşanmış ve “ormanların taahhüt yoluyla işletilmesi” sisteminin olumsuz sonuçları hala silinememiştir. Yaşanan olumsuzluklar sonucu çıkarılan 504 sayılı Yasa’nın layihasında dönemin Başbakanı İsmet İnönü “Devlet ormanlarından yabancı hiçbir balta kesmeyecektir” diyerek devlet ormanlarının işletilmesine yönelik kuralı koymuştur.

Konuyla ilgili değerlendirmeleri her platformda yaptığımız günlerde, Sayın Cumhurbaşkanı Sezer tarafından; (Yukarıda açıklanan gerekçelerle yayınlanması uygun görülmeyen 4841 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa’nın 175. maddesi uyarınca) sonuç değerlendirmesiyle geri gönderilmiştir.

Ancak bu gelişmelerden sonra AKP iktidarı çok daha ilginç Yasa hazırlıklarına girişmiş bulunmaktadır.

-           SİT alanlarında % 6 yapılaşma,

-           İşgal edilmiş Hazine arazilerinin satışı,

-           İşgal edilmiş Vakıf arazilerinin Hazine arazileriyle değiştirilerek değerlendirilmesi,

-           Sahillerin özel mülkiyete konu edilmesi,

gibi yeni gelişmeler Türkiye’nin gündemini uzun süre işgal edecektir. Ancak hemen vurgulamak gerekir ki bu yaklaşımların hiçbiri sözkonusu alanlarda yaşanan olumsuzluklara sağlıklı ve kalıcı bir çözüm getirmemektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar: Kadir Erdin
  • Yıl: 2002