Bu sayfayı yazdır

ORMANLARIMIZI GÖZDEN ÇIKARMAK TÜRKİYE'Yİ GÖZDEN ÇIKARMAKTIR

Almanak 2002Dünyamız hızla kirleniyor diye kaygılanıyor birçoğumuz. Doğru da düşünüyor kuşkusuz. Çeşitli atıklar, özellikle nükleer ve sanayi atıkları ile evrendeki tek sığınağımız olan yaşlı dünyamızı yaşanmazlığa, belki de bu gidişle yalnızlığa itiyoruz. Sanayileşmenin başlaması ile biriken 170 milyar tonun yanı sıra havaya, her yıl 6 milyar ton karbon salıyoruz. Atmosferdeki CO2 miktarının 40-50 yıl sonra bugünkü miktarın 2 katına çıkacağı çevreye karşı duyarlı tüm bireylerin bilgileri arasındadır. Ne acıdır ki bu durum, son yıllarda insanlarımızı depresyona, hatta intiharlara sürükleyen, ama asıl, doğal dengeleri alt üst eden sera etkisine, dolayısı ile küresel ısınmaya neden olmaktadır. Hepimizin korkulu rüyası olan ozon tabakasının delinmesi ise, işin cabası.

Ancak bana sorarsanız yakın bir gelecekte, çok daha önemli tehlikeler bekliyor insanoğlunu. Çünkü sadece kirlenmiyor dünyamız, sararıyor üstelik. Sizlerin de bildiği gibi ekilebilir alanlarının sınırına gelinen yeryüzünde, yeşil örtünün dejenerasyonu ve toprak-su dengesi bozulması ile verimli tarım toprakları erozyon ile yok olmuştur. Yapılan araştırmalar tüm dünyada her yıl 6 milyar hektar alanın çölleştiğini göstermektedir. Tahmin edebildiğiniz gibi bu olumsuzluğun sonucu ise susuzluk, kıtlık ve açlıktır. Gerçekten açlık insanlığın başına gelebilecek en büyük felakettir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün, Dünya Tarımı 2010’a Doğru” raporu köklü önlem alınmaz ise 21. Yüzyılın ilk yarısında açlıktan 800 milyon insanın öleceğini, bunun 200 milyonunun 5 yaşından küçük çocuklardan oluşacağını vurgulamaktadır.

 

Görüldüğü gibi dünyanın geleceği iç açıcı değil. Çok boyutlu sosyal patlamalara neden olacak ekonomik krizin temelinde yaşadığımız ekolojik kriz, bunun kökeninde ise yaşamın temel öğelerini barındıran ormanların ve biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi yatmaktadır.

Nitekim araştırmalar insanoğlunun en fazla yok ettiği doğal kaynakların başında orman alanlarının geldiğini göstermektedir. Örneğin dünyamızda 2000 yıl önce 76 milyar dekar olan orman alanı, günümüzde 34 milyar dekara düşmüştür. Yetkililer dünyada dakikada 50, yılda 170 milyon dekar orman alanının, en çok da gelişmekte olan ülkelerde, çeşitli nedenlerle yok edilmekte olduğunu belirtmektedirler. Eğer bu yok oluş, bu hızla devam ederse, 2070 yılında dünyada hiç orman kaynağının kalmayacağı hesaplanmaktadır.

Oysa ister doğal, isterse plantasyon yoluyla elde edilmiş olsun, ormanlar; en başta biyokütle üreterek insanların maddi ve manevi birçok gereksinmelerini karşılamaktadır. Ancak ormanlar asıl iklim değişikliği, hava kirliliği ve erozyonu önlemek, enerji depolamak, rekreasyon olanağı sağlamak, temiz su ve oksijen üretmek, organik maddelerin sentezini yapmak, tüm canlılara habitatlık yapmak, yaşam zincirinin temel öğeleri olan gen kaynaklarını korumak, toprak-su-karbon dengesini sağlayarak doğadaki tüm sistemlerin geliştirilmesini sağlamak ve güvence altına almak gibi, bizlerin yaşarken farkına bile varamadığımız, çok sayıda yaşamsal fonksiyonu yerine getirmektedirler (Geray U.). Nitekim ormanlar, mülkiyeti ister devlete, isterse özel kişi ve kuruluşlara ait olsun, yukarıda sayılan fonksiyonlarından ötürü tüm dünyada “KAMU MALI” olarak algılanmaktadır (Ayanoğlu S.).

Dünya Günü; Ekolojik Krize İlk Toplu Tepki

  1. Paylaşım Savaşı sonrasında yaşanan, sorumsuzca gerçekleştirilen kapitalist büyümenin ekolojik dengeyi olumsuz etkilediğini farkeden uluslararası topluluk, kalkınma ve çevre arasında belli bir dengenin kurulması gerektiğine ilişkin düşünceler geliştirmeye başlamıştır. İşte bu çevrelerin de yönlendirmesiyle yaşlı dünyamızın geleceğinden kaygı duyan kuruluşlar, çeşitli etkinlikler düzenleyerek dünya kamuoyunun dikkatini, yaklaşan tehlikeler üzerine çekme çabalarına girişmişlerdir. Bu çabalar sonuç vermiş ve ABD’de 22 Nisan 1970 günü, tam 20 milyon kişi yürüyüş yaparak olayın vehametini dile getirmişlerdir. Nitekim o günden bu yana “22 Nisan, Dünyanın Yaş Günü” olarak kutlanmaya başlanmış ve dünyanın geleceği ile ilgili konular ciddi anlamda tartışmaya açılmıştır.

İşte bu düşüncelerin yaygınlaşmaya başladığı günlerde dünyamız için en önemli çevre sorunu olarak kabul edilen ormansızlaşmanın ürkütücü boyutlara ulaştığının bilincine varan Avrupa Tarım Konfederasyonu (CEA)’nun teklifi üzerine, 1972 yılında Roma’da toplanan FAO, Kuzey Kürede ilkbaharın, Güney Yarım Kürede sonbaharın başlangıcı olan 21 Mart’ı “Dünya Ormancılık Günü” olarak ilan etmiştir. 1974 yılından beri ülkemizde de kutlanagelen Dünya Ormancılık Günü yılda bir kez de olsa (büyük yangınların dışında), ormancılığın, kamuoyunun gündemine taşınmasına ve sorunların tartışılmasına, neden olmuştur. Aynı yıl, yani 5 Haziran 1972 yılında Stockholm’de toplanan Çevre ve İnsan Konferansında ise günümüzde birçok kişinin halen anlamını içselleştiremediği Sürdürülebilir Kalkınma ilkesinin temeli atılmıştır. Daha sonraki süreçlerde ormancılıkla ilgili bazı toplantılar düzenlenmiş ancak ormanların yönetimi konusunda hükümetleri bağlayıcı kararlar, ilk kez Rio sürecinde alınmıştır.

08-14 Haziran 1972 yılında Rio’da 179 ülkenin üst düzey yetkililerinin yanısıra 18000 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED)’nda, ormanların korunması ve sürdürülebilir yönetimi en fazla tartışılan konuların arasında yer almıştır. Görüşmeler sonunda ormancılık hedeflerinin; ekonomik büyüme, sosyal adalet ve ekolojik bütünlük gibi çevre ve kalkınma hedefleri ile kesiştiği görülmüş ve bu özellikleri nedeniyle ormanların sürdürülebilir kalkınmanın odak noktasında bulunduğu kabul edilmiş ve toplantı, adeta ormancılık zirvesine dönüşmüştür.

Nitekim konferans sonrasında dünya ormanlarının geleceği ile ilgili olarak İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Orman Prensipleri Bildirgesi, Gündem 21 gibi uluslararası sözleşme ve kararlar üretilmiştir. Özetle, dünya doğal kaynaklarını sorumsuzca katlederek çevre yıkımı yaratan Batı Kulübünün Patronları kendi geleceğinin de tehlikeye girdiğini farketmesi üzerine tüm dünyada, ormanların ve doğal çevrenin kurtarılması için çareler aramakta ve hükümetleri bağlayıcı nitelikte, uluslararası sözleşmelerin yapılmasına ön ayak olmaktadırlar. Şu anda 7 tanesi bölgesel, 11 tanesi global olmak üzere ormanlarla ilgili 18 adet uluslararası sözleşme mevcuttur. Bunun yanısıra özellikle Avrupa’da Ormanların Korunması Bakanlar Konferansı ve Hükümetler Arası Ormancılık Forumu süreçleri halen işlevlerine devam etmektedir.

Ülkemizde ise ormanlarımızın tamamına yakınının Devlet tarafından yönetiliyor olması bile, 1950 yılında çok partili döneme geçiş ile bağlayan orman talanını engelleyememiştir. Çünkü bu dönem ile birlikte ormanlar, iktidara sahip olabilmek uğruna Halkın Desteğini Sağlama Aracı olarak görülmüş, izlenen popülist politikalar doğrultusunda Parlamentodan çıkarılan yasalar ile ormanlarımız kelimenin tam anlamı ile talan edilmiştir. Özellikle ormanın yasal tanımında değişiklik yapılarak gerçekleştirilen bu düzenlemeler, her nedense hep genel seçim yıllarına rastlamış, böylece seçim yılları ormancılığımızın yıkım yılları olarak tarihteki yerini almıştır.

Ormanlarımız Özelleştiriliyor Ama Birçoğumuz Farkında Değil

Bunca talan sürerken, 12 Eylül sonrası yapılan yeni düzenlemeler ile ormanlarımızdaki yağmanın çeşidi ve boyutu genişletilmiştir. Bu dönemin en belirgin özelliği Anayasaya karşı hile yapılarak ormanlarımızın üstü kapalı özelleştirilmesidir. Geliştirilen bir hukuk tekniği ile Anayasanın 169. maddesindeki Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir hükmüne karşın ormanlarımız egemen güçlere, siyasi yandaşlara peşkeş çekilerek çok çeşitli yatırım alanları için özgülenmiş (tahsis edilmiş) tir. 49 yıllığına yapılan bu özgüleme, süre bitiminde 99 yıla kadar uzatılabildiği gibi, turizm alanlarındaki ormanlar üzerinde yabancı kişi veya kuruluşlara irtifak hakkı tesis etme olanağı bile tanınmaktadır. Özellikle 1983 sonrası Devlet Arsa Ofisi gibi çalışan ormancılık örgütü hangi tarihte, ne amaçla, ne kadar orman alanını, kaç kişiye özgülediğinin hesabını tutmakta zorlanmakta, Turizm Bakanlığı ise 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. maddesine göre Orman Bakanlığı’nca kendilerine teslim edilen orman alanlarından, hangi kişilere, hangi kriterlere göre, ne kadar orman alanı devrettiği konusunda sorulan sorulara yanıt verememektedir.

Ancak ormancılık örgütünün verilerine göre tarafımızca yapılan uzun süreli bir araştırma sonucu, ülkemizde bu güne değin 63 değişik yatırım alanı için 18.937 kişi veya kuruluşa 1 milyon hektara yakın orman alanının özgülendiğini saptamış bulunuyoruz. Bunun ne kadar büyük bir rakam olduğu konusunda bilmem yorum yapabiliyor musunuz? Bu ülkede son yıllarda ekonomik gerekçelerle 10 bin hektar ağaçlandırmayı gerçekleştiremeyen ormancılık örgütünün, bir milyon hektar ormanı yani 80-100 yılda yetişebilen prodüktif orman alanının %10.84’ünü, ülke genel alanının %1.2’sini, anasının ak sütünü helal eder gibi birilerine peşkeş çekilmesinin yanıtını bulabilir misiniz?

YENİ BİR MÜSTEMLEKE YASASI DAHA

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi son günlerde Hükümet, Anayasamızın ormanlarımızın korunması ve geliştirilmesi ile ilgili 169 ve orman köylüsünün korunması ile ilgili 170. Maddelerini değiştirme çabası içindedir. Öngörüldüğü gibi gerçekleştirildiğinde bu değişikliklerle;

1 – 1937 yılından bu yana devlet tarafından işletilen devlet ormanlarının yerli ve/veya yabancı sermaye tarafından işletilmesine olanak sağlanacaktır.

2 – “Orman niteliğini 31.12.1981 tarihinden önce yitirmiş” gerekçesiyle artık orman sayılmayan araziler, buraları ormansızlaştıranlara

  1. a) Devredilebilecek,
  2. b) Tahsis edilebilecek,
  3. c) Terk edilebilecek,
  4. d) Kiraya verilebilecek,
  5. e) Üzerinde ayni hak tesis edilebilecek,
  6. f) Satılabilecektir.

Öyle ki, orman köylülerinin onlarca yıldır yerleşmiş oldukları, tarım ve hayvancılık yaptıkları araziler de bu kapsamda satılabilecektir.

Gündeme getirilen Anayasa değişikliğinin dayandırıldığı gerekçelerin ormanlarımızın, ormancılığımızın ve orman köylülerimizin içinde bulunduğu gerçeklerle uzak-yakın hiçbir ilişkisi yoktur. Siyasal iktidar, deyiş yerindeyse “denize düşmüş ve yılana sarılmış” durumdadır ki Türkiye ekonomisinin parasal kaynak sıkıntısına geçici ve kolaycı çözümler bulma çabası içindedir. Bu amacını gerçekleştirmek için de yurttaşlarımızı yanıltmaya çalışmaktadır. Çünkü, bu değişiklik öngörüldüğü gibi gerçekleştirildiğinde;

  • “Devlet ormanı” sayılan arazilerin yerli ve yabancı özel sermayeye işlettirilmesi; ormanlarımızın sürdürülebilir yönetimini engelleyecektir.
  • Orman köylüsü onlarca yıldır üzerinde yaşadığı yurdundan da edilecektir; orman işçiliği yapabilme olanağından bile yoksun bırakılacaktır,
  • Devlet ormanlarını yok edenler affedilmiş olacak; dahası işgal ettikleri “devlet ormanı” arazilerini devir ya da satın alabilecek ve kiralayabilecektir;

Hükümet Halkımızı ve Parlamentoyu Yanlış Bilgilendirmektedir.

Siyasi erk yukarıda sıraladığımız tüm bu olumsuzlukları “bütçeye 25 milyar dolar ek gelir getireceği” varsayımı ile görmezden gelmektedir. Ancak bu varsayım çok traji komik bir olaydır ve hükümet bu konuda tarafları aldatmaktadır.

  1. A) Hükümetin savladığı gibi, elinde 500.000 hektar genişliğinde satabileceği gerçek 2/B arazisi yoktur,

Ülkemizde 3116 sayılı yasa gereği 1937 yılından bu yana orman sınırlandırılması (orman kadastrosu) yapılmaktadır. Nitekim bu güne değin 20,7 milyon hektar genişliğinde olduğu iddia edilen orman alanımızın 16,3 milyon hektarında orman kadastrosu çalışmaları yapılmış ve yasa gereği 473.000 hektar orman alanı (Hükümet bunu 500.000 hektar olarak ifade etmektedir.) orman sınırları dışına çıkarılmıştır.

Ancak gerçekte; fiilen yapılan bu uygulama dosya üzerinde olup çeşitli nedenlerle tescili yapılmadığı için kesinleşmemiştir. Nitekim, kadastrosu yapılan 16.300.000 hektar orman alanının 4.370.802 hektarının, yani %26’sının tescili yapılmıştır. Bu durum bize 2/B ile orman sınırları dışına çıkarılan 473.000 hektar orman alanının çok az miktarının tapuya tescil edildiğini göstermektedir. Kaldı ki Orman Bakanlığı’nın elinde, satışa hazır, tescili yapılmış ne kadar 2/B alanı olduğuna ilişkin belge yoktur, olduğunu da kanıtlayamaz. Kısacası hükümetin satılabilecek 500.000 hektar 2/B arazisi olduğu savı, gerçek dışıdır.

  1. B)        Hükümet 2/B arazilerinin tamamını satamaz;

Ülkemizdeki 2/B arazilerinin rant getirisi yüksek olan önemli bölümü İstanbul, Antalya, Mersin, Balıkesir, İzmir, Muğla gibi illerde mafyanın elindedir. Bu alanların şu andaki kullanıcıları araziye sahip olabilmek için yasadışı örgütlere zaten önceden bir bedel ödemiştir. Bu nedenle Devlete ikinci bir bedeli kesinlikle ödemez. Diğer kırsal alanlarda yaşayan köylü vatandaşımızın ise 40 yıldır kullandığı ve sahiplendiği 2/B arazilerine bedel ödemesi çok zordur. Nitekim uygulayıcı olarak bizler, kırsal alanda satışa çıkarılan birçok 2/B arazisine çoğu kez alıcı çıkmadığını tespit etmiş durumdayız.

  1. C)        Hükümet bu arazilerin satışından gelir elde edemez.

2/B alanlarının orman köylülerine satışını öngören ve 1995’te çıkarılan 4127 sayılı Yasa tam 6 yıl boyunca uygulanmıştır. Bu yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin çıkarılıp yürürlüğe girdiği tarihte, zamanın hükümeti, bugün olduğu gibi, 2/B alanlarının satışından üstelik o günün parası ile 5 katrilyon gelir elde edeceğini savlayarak kamuoyunun toplumsal muhalefetini önlemeye çalışmış ve yasanın uygulanmasına 1997 yılında acilen başlanmıştır. Ancak ne acıdır ki, Orman Bakanlığı 6 yılda, satışa hazırlayabildiği 40.000 hektar 2/B alanının (Üstelik İstanbul, Balıkesir, Muğla, Antalya gibi arazi rantının en yüksek olduğu yerlerde) ancak 6.700 hektarını satarak, 5 katrilyona karşılık, sadece 22 trilyon TL. gelir elde etmiş ve bu paranın bir kuruşu bile; ne ormancılığa, ne de bu yasanın çıkarılmasına gerekçe gösterilen orman köylüsünün kalkındırılmasına kaynak olarak geri dönebilmiştir.

Yukarıda tüm söylenenler alt alta getirildiğinde, bu Anayasa değişikliğinin bir tuzak ve 25 milyar dolar ek gelir elde edileceği savının da bu tuzağı örtbas etmek için gerekçe gösterildiği rahatlıkla anlaşılabilmektedir.

Bu nedenle ülkemizin demokrasiden yana güçleri bir araya gelerek, Anadolu’yu çöle çevirecek bu senaryoyu; kamuoyunu, özellikle Parlamentoyu aydınlatmak suretiyle, üstelik en kısa sürede bozması gerekmektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar: Salih Sönmezışık
  • Yıl: 2002
  • Kurum: Orman Mühendisleri Odası Genel Başkanı