Bu sayfayı yazdır

2002 YILI TARIM VE HAYVANCILIK

Almanak 2002Giriş:

2001 Krizi’nden sonra ekonomideki iyileşme süreci, 1994 ve 1999 Krizleri sonrasındakine benzemiyor. Yüzde 9.4 oranında bir daralma yaşanan 2001 Krizi'nden sonra ise durum biraz daha farklı. 2001'de bankacılık sisteminin ağır yara alması ve daralmanın daha şiddetli olması, canlanma sürecinde eski dönemlere göre şu farklılıkları ortaya çıkardı ve çıkarmaya da devam edecek. Ekonomi bu yıl sonunda ancak 1997 yılı sonundaki mal ve hizmet üretimi düzeyini yakalayabilecek. 2003'te yüzde 6'lık bir büyüme bile ekonomiyi 1998 veya 2000'deki düzeyinin ancak 1-2 puan üstüne çıkaracak. Her şey yolunda giderse, tam bir iyileşme rahatlığı ise ancak 2004 sonunda yakalanabilecek.

Gelir dağılımında bir düzelme eğiliminin ortaya çıkmaması ise tüketim artışının hızlanmasını önlüyor.

Tüketimdeki canlanmanın tüm gelir gruplarına yaygınlaşması için istihdamın artması gerekiyor. Oysa 2002 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 9.6 olan işsizlik oranı üçüncü çeyrekte azalmadığı gibi 0.3 puan artarak yüzde 9.9'a yükseldi. İşsizlik oranı yüzde 8'in altına düşmedikçe tüketimde kalıcı ve yaygın bir artış sağlanması zor görünüyor.

12-13 Aralık 2002 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde alınan kararlar, tam üyelik sürecinin kaderini Türkiye'nin gelecek yıllarda göstereceği performansa! bağladı.

 

Uygulanan istikrasız tarım politikaları, tarım sektörünün geleceği konusunda belirsizliklere neden olmaktadır. Türkiye, IMF ile yapılan görüşmelerde de tutarlı bir tarım stratejisi ve –IMF ’den bağımsız- politikalarını masaya koyamıyor.

Bu strateji eksikliği Türkiye'nin AB'ye tam üyelik yolunda mesafe alması durumunda epey baş ağrıtacak. Çünkü 100 bin sayfalık AB müktesabatının 40 bini tarımla ilgili. Tam üyelik sürecinde en çetin görüşmeler tarım alanında olacak. Türkiye’nin bu görüşme maratonuna hazırlıksız girmesi ise çiftçilerimizin zararına sonuçlar doğuracak.

Doğrudan Gelir Desteğinin (DGD) Dağıtılacağı, Seçime 4 Gün Kala Açıklandı... Bu Acele Nedendi?

AB ülkelerinde fiyat politikası, garanti eşikleri, üretim planlaması ve diğer ekonomi politikalarla birlikte uygulanan Doğrudan Gelir Desteği (DGD); ülkemizde, mevcut destekleme modelinin çok kısa bir zaman dilimi içinde yerini bütünüyle DGD’ ye bırakması şeklinde uygulamaya konuldu. DGD sistemi AB ülkeleri dışında, başka hiçbir ülkede tek başına uygulanmamaktadır.

Uluslararası tekellerin çıkarlarına uygun olarak “tarımda yeniden yapılanma”, “reform” ve benzer isimlerle uygulamaya koydukları politikalar sonucu tarımı da, çiftçiyi de bir çıkmazın içine sokan siyasiler, seçime birkaç gün kala, çiftçinin “sadaka” olarak tanımladığı DGD ödemlerine başladılar. Ödemeler için başvuruların ve kontrollerin tamamlanmış olmasına rağmen, çiftinin ekim, dikim esnasında ödenmesini talep ettiği, bütçeden ayrılmış olan 700 trilyon lira tutarındaki DGD, seçim yatırımı olarak kullanılmak istendi. Üretici ekim, dikim masraflarını borçla yaptı, hasadını tamamladı ve DGD parasını ise seçimden sadece 4 gün önce aldı. Seçimden önce Kocaeli, Kırşehir, Zonguldak, Sinop, Bolu, Amasya, Kırıkkale, Kırklareli, Tekirdağ, Isparta, Karaman, Erzincan, Aydın ve Balıkesir'de DGD ödemeleri başladı. Diğer illerin ödemeleri ise 2003'ün ortalarını bulacak.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Yıllardır siyaset vitrinini süsleyen liderlerimize, sandıktan başka bir sürpriz çıktı. DGD paraları, çiftçinin ölüm fermanı olacak nitelikteki uluslararası anlaşma/sözleşmeler ve başta şekerpancarı ile tütün yasaları gibi yasaların/ kararnamelerin altında imzası olan siyasileri kurtarmaya yetmedi.

DGD’ in devam edip etmeyeceği, edecekse nasıl uygulanacağı konusunda da henüz bir kesinlik yok. DGD 5 yıl süreyle uygulanacak ve büyük olasılıkla, sonraki yıllarda miktarı azaltılarak bu desteğe de son verilecek.

Tarım sektörü bir çıkmaza doğru sürükleniyor. Tüm gelişmiş ülkeler çiftçilerini desteklemeye devam ederken, Türkiye tarımda desteklemeleri kaldırıyor. Üstelik bu çaba, tamamen uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda gerçekleştiriliyor.

Tarımsal üretim ülke ekonomisinin vazgeçilemez ayaklarından birisidir. Tarımda desteğin devamı da, büyük çoğunluğu küçük olan üreticilerimizin, üretime devam edebilmesi için şarttır.

2002 Yılında 500 Bin Üretici İcralık...

Uygulanmakta olan tarım politikaları sonucu girdi fiyatlarındaki artışlar, tarım ürünlerine verilen düşük fiyatlar ve olumsuz diğer koşullar çiftçi gelirinin düşmesine neden oldu. Çiftçiler, gelirlerindeki düşüş nedeniyle Tarım Kredi Kooperatiflerine (TKK) olan borçlarını ödeyemez hale geldiler. Tarım Kredi Kooperatifleri'ne ortak olan yaklaşık 1 milyon üreticinin hemen hepsi borçlu ve 462 bin 615’i borçları nedeniyle icralık oldu. Çiftçinin TKK’ine olan yaklaşık 612 trilyon TL borcu, faiz de eklenince 1 katrilyon 200 trilyon TL’ ye çıkıyor. 820 bin üretici de yaklaşık 856 trilyon TL Ziraat Bankası’na (ZB) borçlu. TKK’ ine borcu olan çiftçiler için “taksitlendirme kolaylığı” getirildiği açıklandı ancak bunun bir aldatmaca olduğu, çiftçilerin borçlarını taksitlendirmek için TKK’ ine başvuru yapmalarıyla ortaya çıktı. Uygulama için başvuruda bulunan üreticilerden, borçlarının (ana para, faiz ve masraflar dahil) yüzde 20’si peşin alındı. Çiftçilerin kalan borçları ilk taksiti Nisan ayında ödenmek koşuluyla, 30 aylık vadeyle, 5 taksite bölündü. Nisan ayında yeni üretim dönemine giren çiftçilerde para olamayacağı ise hesaba katılmadı. Taksitlendirme için başvuruda bulunmayan üreticilerden ise, ZB tarafından DGD paralarından kesilmek suretiyle tahsilat yapılıyor.

1-Bitkisel Üretim:

Çiftçilerimiz, 2002 yılı üretim sezonuna, girdilere yapılan zamlar ve tarımda devlet desteğinin çekilmeye başlamasıyla yeterli girdi kullanamadan başladılar. Yaşanan aşırı yağışlar özellikle üzüm ve pamuk üreticisini zor durumda bıraktı. Kurutma mevsiminde yağan yağmurlar üzüm üreticisine büyük zararlar verirken; Ege bölgesinin toplam üretimi olan yaklaşık 721 bin ton kütlü pamuğun üçte biri yağışlar nedeniyle toplanamadı. Toplanabilen pamukların da kalitesi düştü.IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan krediler karşılığında uygulanan tarım politikaları ile zaman içinde tarımdaki tüm destekleri kaldırılarak; yerine çiftçileri üretimden caydıracak, dolayısıyla üretimde düşüşlere neden olan, dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına uygulanmayan Doğrudan Gelir Desteği uygulaması başlatıldı. Adı geçen politikalar doğrultusunda, son yıllarda taban fiyatları maliyete yakın ya da maliyetin altında açıklandı. 2002 yılında da taban fiyatlarının belirlenmesi aynı mantıkla yapıldı ve üstüne üstlük bazı ürünlerde alım fiyatı, üreticiler ürününü çok düşük fiyatlarla tüccara sattıktan sonra açıklandı. Çiftçiler 2002 üretim sezonunu da emeklerinin karşılığını alamadan bitidirler.

1.1- Zeytin

2002 yılında, MARMARABİRLİK tarafından açıklanan zeytin taban ve tavan fiyatları üreticiyi memnun etmedi. Geçen yıl 700 bin olan Gemlik tipi zeytinin taban fiyatı 850 bin liraya, 1 milyon 800 bin lira olan tavan fiyatı ise 2 milyon liraya çıkarıldı. Su tipinde 1 milyon 400 bin, kayısı tipinde 1 milyon 175 bin olarak açıklanan tavan fiyat, kızıl zeytinde 1 milyon 100 bin lira, yağlık zeytinde 550 bin, dip zeytininde ise 450 bin lira oldu. Marmara Birlik Genel Müdürü İsmail Muzaffer Eren yaptığı açıklamada, rekolte beyannamesi vermeyen ortaklardan ürün alınmayacağını, alımların 6 Ocak' ta sona ereceğini, ilk ödemenin 27 Kasım’ da yapılacağını belirtti.

Zeytin özellikle zeytinyağı üretimi açısından ülkemizin vazgeçilemez ürünlerinden birisidir. 1950’li yıllarda zeytinyağı üretiminde dünya dördüncüsü olan ülkemiz, hükümetlerin yanlış tarım politikaları nedeniyle bugün Suriye’nin gerisine düşmüş durumdadır. Yağ açığımız yaklaşık 700 bin tondur ve bu rakamla petrolden sonra en büyük ithalat giderimizi yağ açığı oluşturuyor. Zeytinciliğin geliştirilmesi, zeytin ağacı sayısının artırılması ve modern tarım teknikleriyle zeytincilik yapılması şarttır. Bunun için öncelikle zeytin üreticisinin emeğinin karşılığı verilmeli, zeytin üretiminin devamlılığı sağlanmalıdır.

Sıra zeytinliklerde mi?

TBMM’de görüşülen Maden Yasa Tasarısının, zeytinlikle ilgili fıkraları, zeytin alanlarında maden aranmasına imkan sağlayacak düzenlemeleri içeriyor. Söz konusu fıkralarda yer alan: “Zeytinlik sahası içinde; taş, kum, çakıl, kireç ocağı faaliyetleri yürütülemez. Bunların dışındaki madencilik faaliyetleri bakanlığın izni ile yapılır. Zeytinlik sahalarda yürütülecek maden üretim faaliyetlerine ilişkin usul ve esaslar ilgili bakanlığın uygun görüşü alınarak bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”, “Zeytinlik sahasında yapılacak maden arama faaliyetleri esnasında zeytin ağaçları kesilemez. Ancak bu faaliyetler esnasında ağaç kesiminin zaruri olduğu durumlarda bakanlığın izni ile ağaç bedeli ödenerek zeytin ağaçları kesilebilir.”, “Zeytinlik sahası içinde madencilik faaliyeti yürüten gerçek ve tüzel kişiler tarafından, bu alandan çıkarmış oldukları madenin satış bedelinin binde biri (%0,1) zeytinciliğin geliştirilmesi, ıslahı ve teşvikinde kullanılmak üzere, Bakanlık bütçesinde açılacak olan “Zeytincilik Özel Hesabına”aktarılır.” tüm bu hususlar, yaklaşık 600 bin hektar olan zeytin alanlarımızın tehlike altında olduğunu göstermektedir.

Anlaşılan o ki, uluslararası büyük tarım şirketleri ve yerli büyük tekeller şekerpancarı, tütün gibi önemli ürünlerimizden sonra, şimdi de gözlerini başlı başına madenler kadar değerli olan zeytinliklerimize diktiler.

7 Aralık 2001’de Orman Bakanlığı ile TARİŞ Zeytinyağı Birliği arasında ağaçlandırma esaslarına göre “Devlet ormanı sayılan alanlarda Türkiye zeytinciliğinin geliştirilmesi ve zeytin ağacı varlığının artırılması” na yönelik bir işbirliği protokolü imzalanmıştı. Bu protokol, yıllardır ihmal edilen zeytinciliğimiz ve Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın ve Muğla’da zeytincilik yapan çiftçilerimiz için umut olmuştu. Ancak Mecliste görüşmeleri süren Maden Kanun Tasarısı ile zeytinciliğimiz ve zeytin üreticilerimizin haksız bir uygulamayla karşı karşıya bırakılmıştır. Madencilik yasaklanmasın ama madencilik yapılacak diye de, en az madenler kadar değerli hazır bir yerüstü zenginliği yok edilmemelidir. 

1.2- Şekerpancarı

2002 yılında, yüzde 16 polar şeker içeren şekerpancarı fiyatı 74 bin TL olarak belirlendi. 2001 yılında 50 bin TL olarak açıklanan pancar fiyatına göre yüzde 48 artırılan 2002 yılı pancar fiyatı için basında, fiyatın çok iyi olduğuna dair haberler çıktı. Ancak durum öyle değil.

IMF ve Dünya Bankası’na verilen taahhütler çerçevesinde çıkarılan “Şeker Yasası” ile, Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi, şekerde piyasanın serbestleşmesi ve zaman içinde stratejik önemi olan şekerpancarı üretiminin düşürülerek, ithal mısıra dayalı nişasta bazlı şeker üretimin artması amaçlanıyor

Şekerde piyasanın serbestleşmesi demek, ülkenin şeker üretim alanlarının önemli ölçüde daralması demektir. Çünkü, şekerpancarı çiftçisi küçük çiftçidir. Aile işgücünü kullanarak, yılda ektiği 10 dekar şekerpancarından elde ettiği ortalama 40 ton üretim ile, geçimlik düzeyde, yaşamını köyünde sürdürmek zorundadır. TÜFE ve TEFE değerleri ile % 70’in altına inmeyen enflasyon oranları; motorin, kimyevi gübre, doğal gaz, elektrik, tüp gaz ve şeker satış fiyatlarına yapılan yüzde 100’ün üzerindeki artışlara karşılık, şekerpancarı fiyatına yapılan yüzde 50’lik artış pek bir şey ifade etmiyor. Çiftçinin, girdi fiyatlarına yapılan artışlar yanında oldukça düşük olan fiyat artışıyla serbest piyasa koşullarında üretime devam etmesi mümkün değildir.

Pancar üretiminin düşürülmesiyle, gerek pancar üretimi yapan çiftçiler, gerekse fabrikalarda çalışanlar için işsizlik sorunu başlayacaktır. Şeker fabrikalarının devre dışı kalması, tarım sektörüyle birlikte başka sektörleri de olumsuz etkileyecek, başta hayvancılık sektöründe önemli sıkıntılar yaşanacaktır. Çünkü bir dekar şekerpancarı yan ürünü olan pancar posası, pancar baş ve yaprağı ve melasın hayvansal besin değeri 500 kg. arpaya eşdeğerdir. Benzer şekilde şeker fabrikalarında yapılacak özelleştirme ve şeker pancarı üretim potansiyelinin azalmasıyla, taşımacılık sektöründe de sıkıntılar yaşanacaktır. Şekerpancarı ekiminin artan miktarda sürdürülmesi, üreticinin desteklenmesi; tarım, hayvancılık, taşımacılık ve nihayet ülke ekonomisi için zorunluluktur.

Genellikle sonbahar aylarında artan gübre kullanımı bu yıl düşüş eğiliminde. Desteğin kalkması kullanımı da düşürdü. 2000 yılında gübre kullanımı 5 milyon tondu. Geçen sene bu miktar 4.3 milyon tona düştü. 2002’nin ilk altı ayındaki kullanım ise 2.8 milyon tonda kaldı. Çiftçinin daha az gübre kullanmak zorunda kalması 2003 yılındaki tarımsal üretimi olumsuz etkileyebilecek.

1.3- Tütün; British American Tobacco Tütün Pazarında.

4685 Sayılı “Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 6 Temmuz 2001’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, -ilgili kurum ve kuruluşlardan gelen tepkileri de dikkate alarak sağduyulu bir tutumla- Anayasadaki “sosyal devlet” ilkesine aykırı olması gibi önemli bir gerekçeyle geri çevirmesine rağmen, Meclis komisyonlarından “aynen” geçerek 3 Ocak 2002’de kabul edilmiş ve tütün sektörünün uzun zamandır zemini hazırlanan “yabancılaştırılması” süreci başlatılmıştı.

Dünyanın ikinci büyük tütün şirketi olan British American Tobacco (BAT), Tire’deki sigara fabrikasının açılışını yaparak, dünyanın yedinci büyük pazarı konumundaki Türkiye’ye Kent ve Vicerol markalarıyla girdi. BAT yetkililerinin açıklamalarına göre, Tire’deki fabrika 50 milyon dolar yatırımla kuruldu. 5 yıl içinde bu yatırım 200 milyon dolar olacak. BAT’ ın dünyadaki pazar payı yüzde 15 ve toplam 64 ülkede 80 fabrikası var. Tire’deki BAT fabrikasına yüzde 7 payla Sunel Tütüncülük, yüzde 5 payla da Koç Grubu’na bağlı Düzey Pazarlama ortak.

BAT Yönetim Kurulu Başkanı Martin Broughton, fabrikanın açılışında yaptığı konuşmada “Türkiye’nin geleceğine inanıyorum” dedi. Fabrikanın açılışına katılan Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu ise yaptığı konuşmada, fabrikanın açılışını “Tekel’ in uzun dönemde özelleştirilmesi stratejisi hedeflerine bağlı olarak şu anda Tire’de açılacak bu fabrika, Japon Tütün Firması ve Philip Morris ile yabancı sermayenin üç büyük dev kuruluşunun Türkiye’ye gelmesini ifade ediyor.” şeklinde değerlendirdi.

Tütün üreticileri, kotalar nedeniyle tütün üretiminin eski cazibesini yitirdiğini, ürettikleri tütünü gerçek değerinin altında satmak durumunda bırakıldıklarını ifade ediyorlar. TEKEL’ in özelleştirilmesinin önünü açan “Tütün Yasası” çıkarıldı ve bu fiziki güç devre dışı bırakıldı. 600 binden fazla ekici ailesinin, 3,5 milyon dolayında kırsal kesim insanının gelecekleri tehlike altına alındı. Uluslararası tekeller, 40 bini aşkın memur ve işçiyi istihdam eden ve günlük geliri 17 trilyon TL olan TEKEL’ den alacakları pazar payını kendi aralarında paylaşmaya başladılar bile.

1.4- Pamuk; Ege ve Çukurova Çiftçisinin Beyaz Altını Eriyor.

IMF ve Dünya Bankası’na verilen taahhütler doğrultusunda bazı ürünlerin taban fiyatları zamanında açıklanamadı. Bunların başında gelen ürünlerden biri de pamuk. Alım fiyatının zamanından çok sonra açıklanması, Egeli pamuk üreticilerinin ürünlerini tarlada bırakmalarına neden oldu. Tarlada kalan ve yağmur yiyen pamuğun kalitesi, dolayısıyla fiyatı düştü. Üretici Ege ve Çukurova'da, maliyeti 1 milyon lira olan pamuğunu 500 bin liraya sattı. TARİŞ tarafından açıklanan 850 bin lira avans fiyat göstermelik oldu.

Tarım Satış Kooperatifleri’nin, devlet desteğinden mahrum bırakılması, göstermelik verilen prim desteği önce fındık üreticisini daha sonrada pamuk üreticisini zor durumda bıraktı. Ege'nin ve Çukurova'nın beyaz altını, 200 bin çiftçinin ürettiği 3.5 milyon insanın geçimini sağladığı pamuk eriyor. Başta ÇUKOBİRLİK ve TARİŞ olmak üzere, kooperatiflerin özerkleştirilerek devlet desteğinden mahrum bırakılmaları, göstermelik verilen ve bir yıl sonra ödenen prim desteği ve bu yıl yaşanan doğal afetler pamuk üreticisinin belini büktü. 2001 prim desteğinin ödenmesi bitti, ancak 2002 yılı için söz verilen prim desteği hasat dönemi geçmesine rağmen henüz ödenmedi.

Tüm bu olumsuzluklar, üreticinin üretimden vazgeçmesine neden oluyor. Çukurova'da 70-80'li yıllarda 350 bin hektar olan pamuk ekim sahası IMF programlarıyla 2000 yılında 70 bin hektar, 2002 yılında ise 50 bin hektara düştü. Türkiye’nin pamuk ithalat rakamları da bunu doğruluyor. 1980'li yıllarda ortalama 120 bin ton pamuk ithal eden Türkiye'nin ithalat oranı yüzde 354 oranında artarak 2000'li yıllarda 500 bin tona yaklaştı. İthalattaki bu artışa rağmen, ülkemiz pamuk üretimiyle 1 milyar dolar döviz tasarrufu sağlıyor. Bu ürünün tekstil sanayinde işlenmesi ile de 10 milyar doları yurt içi, 7 milyar doları da yurt dışı olmak üzere 17 milyar dolara yakın gelir elde ediyor. Ancak siyasiler ne tarım ürünlerinin üretimine üst üste darbeler vuran uluslararası anlaşmaların altına imza atıyor olmaktan, ne de üretimi kısıtlayıcı yasa/yönetmelikleri çıkarıyor olmaktan çekinmiyorlar.

58’nci hükümetin tarımla ilgili almayı düşündüğü önlemler büyük ölçüde IMF' ye verilen taahhütlerle uyum gösteriyor. Pamuk üretiminde, zamansız yağışlar ve maliyetin verilen fiyatın epey üstünde olması ile sorunlar yaşanırken, ürünün bir bölümü de tarlada kaldı. Üreticinin pamuk toplayacak işçi bulamaması – genel seçimin hasatla çakışması ve üretim planlamasının olmaması nedeniyle- üzerine kiloda 75 bin lira olan toplama bedeli 150 bin liraya çıkarıldı ama pamuğun bir bölümü yine de tarlada kaldı. Güneydoğu Anadolu'dan bu yıl az işçi gelmesinin bir nedeni, GAP bölgesindeki pamuk hasadında da işçiye ihtiyaç duyulması oldu. İkinci nedenin ne olduğu ise seçim dönemi nedeniyle ağaların; işçilerin bölgeden ayrılmasını istememesi olduğu yönünde.

Pamuk Toplayan Tarım İşçilerinin Ücreti, 78 bin TL’ ye Düştü...

2002 yılında Güneydoğu Anadolu ve Çukurova’da pamuk geç ekildi. Bu bölgelerin hasadı Ege ile aynı döneme rastladı. Bu nedenle pamuk toplayıcı işçiler Ege’ye gelemedi. GAP ve Çukurova bölgesinde kalan tarım işçilerinin ücretleri, daha önce kilogram başına 83 bin lira olarak açıklandı. Pamuk taban fiyatının 800 bin TL olarak belirleneceği hesap edilerek belirlenen 83 bin TL’ lik işçi ücreti, pamuğun ÇUKOBİRLİK tarafından 620 bin TL’ ye alınması üzerine 78 bin lira olarak yeniden düzenlendi. Bu ücret Adana`da 78 TL, Hatay'da 73 bin TL olarak gerçekleşti.

Bölgede 30 bine yakın tarım işçisi, gerçekten çok zor koşularda çalışmalarına rağmen düşük fiyatla çalışmak zorunda kaldılar. Aileleriyle birlikte yaklaşık 150 bin kişi işçi ücretlerinin düşmesinden direkt olarak etkilendi. Girdi fiyatlarındaki artıştan dolayı zaten mağdur olan çiftçi, çalıştırdığı işçiye karşı da burukluk yaşadı.

1.5- Buğday

2002-2003 kampanya döneminde, hububat alım fiyatları Bakanlar Kurulu Kararı ile verilen yetki doğrultusunda Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından açıklanmış ve bu yıl ki alım fiyatları, buğdayda yüzde 37.2-43.3, arpada yüzde 12.1-13.9, yulafta yüzde 49.5, mısırda yüzde 40.24 artırılmıştı. Ofis, belirlenen alım fiyatlarının başlangıç fiyatı olduğunu, piyasaların durumuna göre gerekli fiyat ayarlamalarının yapılacağı açıklamıştı. Üç yıldır IMF’ e verilen taahhütler çerçevesinde belirlenen hububat alım fiyatlarına üreticinin tepkisi “keşke açıklamasalardı” şeklinde olmuştu.

Fiyatların açıklanmasından sonra TMO, piyasa ve borsadaki değişiklikleri gerekçe göstererek hububat alım fiyatlarını artırdı. Ancak bu artış üreticiye yaramadı. Çünkü borçlu üretici zaten fiyatlar açıklanmadan önce ürününü tüccara satmaya başlamıştı. TMO’nun açıkladığı ilk fiyatlardan sonra da ürününü TMO’ya teslim etmeye başladı. Başta Çorum olmak üzere bazı illerde de TMO, aldığı ürünlere yağış yediği gerekçesiyle düşük fiyat verdi. TMO, tarafından yeniden belirlenen ve 5 Ağustos 2002’de yürürlüğe giren fiyatlar şöyle: Anadolu durum buğdaylar 282 bin, diğer durum buğdaylar 263 bin, Anadolu beyaz ve Anadolu kırmızı sert buğdaylar 253 bin, beyaz ve kırmızı yarı sert buğdaylar 234 bin, beyaz arpalar 165 bin, siyah ve çakır arpalar 147 bin, yulaf 185 bin, çavdar 177 bin, mısır 225 bin TL. TMO, makarnalık buğdaylardan Anadolu durum buğdayının alım fiyatını 275 bin TL’ den 282 bin TL’ ye, diğer durum buğdaylarda 256 bin TL’ den 263 bin TL’ ye çıkardı. Ekmeklik buğdaylardan birinci grup Anadolu kırmızı ve beyaz buğdayın alım fiyatı 246 bin TL’ den 253 bin TL’ ye yükseltilirken kırmızı ve beyaz yarı sert buğdayların fiyatı 227 bin TL’ den 234 bin TL’ ye çıkarıldı. TMO, yeni alım fiyatını beyaz arpada 165 bin TL, siyah ve çakır arpada 147 bin TL, çavdarda 177 bin TL, yulafta 185 bin ve mısırda da 225 bin TL olarak belirledi.

Tarımda yaşanan gelişmeler, üreticilerden tüketicilere kadar her kesimi olumsuz etkileyen yanlış politikaların neden olduğu gelişmelerdir. Özellikle temel tüketim maddelerinin üretim ve tüketimini olumsuz etkileyecek istikrarsız politikalardan vazgeçilmelidir.

1.6- Fındık

Fındık fiyatlarının Eylül ayı ortalarına kadar açıklanmaması fındık üreticileri ve Karadenizli esnafı da zor durumda bıraktı.

Bölge halkının en önemli tarım ürünü ve geçim kaynağı olan fındık, üst üste yaşanan krizler sonrasında gerek fındık üreticileri ve gerekse bölge esnafının umudu. Fındık hasadının başladığı hatta bazı yerlerde fındığın pazara taşındığı günlerde (ağustos ayının ilk 20 günü), esnaf, fındık üreticisinin borçlarını ödemesini bekliyordu.

2002 yılında, hemen hemen tüm üreticiler, yaptıkları masrafları da dikkate alarak 2002 yılı ürünü fındık için 2,5 milyon ile 3 milyon TL arasında fiyat bekliyordu. Bakkaldan manifaturacıya kadar borçlu olduklarını ifade eden fındık üreticileri, açıklanacak fındık fiyatlarının mağduriyetlerini önleyecek bir fiyat olması gerektiğini, geçen yıllardaki gibi açıklanan fiyatın tavan fiyat olarak kalmasını istemediklerini belirttiler. Ancak açıklanan fiyat üreticilerinin beklentilerini boşa çıkardı. Devlet Bakanı Masum Türker tarafından 18 Eylül’ de, 95 cente karşılık gelen 1 milyon 615 bin TL olarak açıklanan fiyattan üretici memnun olmadı. Toplam 8 milyon insanın geçim kaynağı ve Türkiye'nin en önemli ihraç ürünü olan fındığa, üreticinin alın terinin karşılığını sağlayabilmek için, maliyetler dikkate alınarak en az 2,5 milyon TL fiyat verilmesi gerekirdi.

Fındıkta en önemli sorunumuz her yıl 200 bin tona kadar ulaşan tüketim fazlalığıdır. FİSKOBİRLİK’ in tüketim fazlası fındığı alarak piyasaları regüle etmesi halinde, fındık ihracatından 1 milyar dolar gelir sağlanabilir. Ülkemizde uygulanacak sağlıklı bir fındık politikasıyla, her yıl 800 milyon ile 1 milyar dolar arasında döviz sağlanması kaçınılmazdır. Bu kadar yüksek döviz sağlayan fındık mutlaka desteklenmeli ve devletin başlangıçta, destek için 200 milyon doları gözden çıkarması gerekir. FİSKOBİRLİK'in çağdaş işletmecilik anlayışına göre çalışması, sadece depoculuk işlevi değil, aldığı fındığı işleyerek pazara sunacak bir yapıya kavuşturulması sağlanmalıdır.

1.7- Ayçiçeği; Alımlardan 15 gün sonra fiyat açıklandı...

Trakya Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Trakya Birlik) 2002-2003 ürünü yağlık ayçiçeği alımlarına, Ağustos ayı ortalarında başladı. Trakya Birlik Genel Müdürü Cemallettin Uslu’ nun alımların başladığı tarihlerde alım fiyatı konusunda yaptığı açıklama üreticilerin mağdur edilmeyeceği şekilde bir fiyat belirleneceği yönündeydi. Ağustos ayı sonunda 2002-2003 ürünü yağlık ayçiçeği alım fiyatı 400 bin TL olarak açıklandı. Ancak açıklanan fiyat, üretici maliyetinin altında kaldı.

Babaeski, Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz, Vize, Pınarhisar, Yenişehir, İnegöl, Havsa, Lalapaşa, Ahmetbey, Söke ve Süloğla kooperatiflerine Ağustos ortalarında ürünlerini teslim etmeye başlayan üreticilere, fiyat belli olmadığı için avans ödemesi ve indirimli fiyatlarla rafine yağ ve margarin satışı yapıldı. Ancak maliyetin altında açıklanan fiyatla, verilen avanslar ve indirimli yağ satışları havada kaldı, üretici yine mağdur edildi.

2002 yılında, 508 bin 480 hektar alanda ayçiçeği ekimi yapıldı ve ayçiçeği rekoltesinin 750-850 bin ton seviyelerinde olacağı belirtildi. Bu rakamın ancak yüzde 50-60’lık kısmı Trakya Birlik’e bağlı 48 kooperatifin 142 alım merkezi tarafından alınacağı açıklandı. Ayçiçeği üreticisinin 2002-2003 ürünü ayçiçeği maliyeti konusunda Tekirdağ Ziraat Odası Başkanı Şerif Baykurt ve Kırklareli Ziraat Odası Başkanı Necmi Koyuncu ile görüştük. Tekirdağ üreticisinin, kuru alanda tarım yapıldığı varsayıldığında dekara düşen ayçiçeği maliyetinin en az 685 bin TL, en çok 773 bin TL olduğu; Kırklareli üreticisinin dekara ayçiçeği maliyetinin ise kuru tarımda en az 460 bin en çok 553 bin TL, sulu tarımda en az 595 bin TL en çok 705 bin TL olduğu açıklandı. Trakya Birlik yetkilileri üretici maliyetlerini dikkate alarak fiyat belirleyeceklerini açıklamışlardı. Ancak ziraat odası başkanları, açıklanan ayçiçeği alım fiyatının, üretici maliyetleri dikkate alınmadan, dünya fiyatları göz önünde bulundurularak hesaplandığını, bu fiyatlarla alıma devam edilmesi durumunda ayçiçeği üreticisini zor günlerin beklediğini ifade ettiler.

1.8- Üzüm

Ülkemizin üretim avantajına sahip olduğu çekirdekli meyvelerden üzüm, gerek yurtiçi tüketimde gerekse yurt dışı satımda ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamakta. ABD'den sonra dünyanın ikinci büyük üzüm üreticisiyiz. ABD yılda 350 bin ton üzüm üretiyor. Türkiye'nin yıllık ürettiği üzüm miktarı ise yaklaşık 280 bin ton civarında. 72 ülkeye üzüm ihraç ediyoruz. 2001 yılında Türkiye'nin üzüm ihracatı toplamı 236 bin tondu. Başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere AB ülkelerine ihraç ettiğimiz üzümün, toplanması, temizlenmesi, işlenerek pazara hazır hale getirilmesinde ise 50 yıldır AB standartlarında çalışan TARİŞ Üzüm Birliği’nin önemi büyüktür.

İzmir Ziraat Odası Başkanı Reşit Kurşun’ dan aldığımız bilgilere göre 2002 yılı kuru üzüm ihracatı için, yeterli stok bulunmaktadır ve yaş üzüm ihracatı iyi gitmektedir. Kurutma yerine yaş üzüm ihracatına gidilmesi gerektiğini savunan Kurşun, yaş üzüm ihracatının devamlılığının sağlanması gerektiğini, bunun için gerekli imkanların sağlanmasını gerektiğini ifade etti. 

Üzüm yetiştirmede kullanılan girdiler dışardan alınıyor ve dövizdeki dalgalanmalardan direkt olarak etkileniyor. Bağda kullanılan ithal bir ilacın kilogramının 130 milyon TL. Üzümün kilogramına verilen fiyat ise bir milyon 60 bin TL’dir. Bir kilogram ilaç almak için yaklaşık, 130 kilogram üzüm satmak gerekiyor. Ülkemizde desteklemelerin kaldırılması için direktiflerde bulunan kuruluşların (IMF, DB) ülkelerinde (örneğin ABD'de), çiftçilere verilen mazotun fiyatı bizdeki kadar yüksek değil.  

Üzüme, 2002 yılında, 2001 yılına oranla yüzde 100 artışla bir milyon 60 bin TL’lik fiyat verildi. Geçen yıllara oranla iyi sayılabilecek bir fiyat. Seçimlerin yaklaşıyor olmasında bunun etkili olduğunu düşünüyoruz. Ancak genel olarak izlenen tarım politikalarında, çiftçiye yapılan desteklerin çekilmesi üreticileri zor durumda bırakacaktır. İran bile üzüm üreticilerini desteklerken, ülkemiz üreticilerinin kendi kaderlerine terk edilmesi; üstelik de dışsatımda vazgeçilemez bir öneme sahip bir ürününün üreticilerinin piyasa koşullarına terk edilmesi kabullenilecek bir durum değildir. Üzüm üreticisi mutlaka devlet tarafından desteklenmelidir.

2- Seller Can Alıyor, Dünya S.O.S. Veriyor!...

Dünyanın bazı ülkeleri kuraklıkla baş etmeye çalışırken, 2002 yılı ortalarında şiddetli yağışlar Orta Avrupa’yı etkisi altına aldı. Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde yıllardır sellerin felakete dönüşmesi, yetersiz altyapı ve plansız yerleşime bağlanırdı. Oysa en iyi şehircilik sistemine sahip Avrupa kentlerinde de felaketlerin yaşanıyor olması “küresel ısınma”nın işaretlerini veriyor. Dünya geri dönülemez bir ekolojik kaosa doğru gidiyor. Tüm dünyada deniz seviyeleri yükselirken, dünya nüfusunun yüzde 40’ı su sıkıntısı çekiyor. Canlı türleri yok oluyor. BM raporlarına göre, her yıl 3 milyona yakın insan hava, 2 milyon insan su kirliliği nedeniyle ölüyor. Kapitalizm doğal dengeyi de bozan etkisiyle insanlığı tehdit etmeye devam ediyor.

 3- 2002 Yılı Dünya Gıda Zirvesi Yapıldı Türkiye Zirvede İzleyici Olarak Bulundu...

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun, 10-14 Haziran 2002 tarihleri arasında düzenlediği “Dünya Gıda Zirvesi” toplantısına, Türkiye’yi temsilen katılan Gıda Mühendisleri Odası yetkilileri; su ve tarım, kırsal kadının açlığı önlemesindeki rolü, kırsal alanların gelişim stratejisi ve dünya bankasının rolü-etkinliği konularının görüşüldüğü zirvede sadece bazı toplantılara izleyici olarak davet edildiklerini belirttiler. Oysa kararların tartışıldığı toplantılarda katılarak görüş bildirmemiz gerekirdi.

Zirve 3 ayrı gruba hitaben yapıldı. Bunların ilki, devletlerin üst düzey siyasilerinin ve bürokratlarının katıldığı toplantılar; ikincisi, delege olarak seçilen bakanlık yetkililerinin ve bazı bürokratların katıldığı toplantılar ve son olarak demokratik kitle örgütlerinin (Non Goverment Organization-NGO’lar ile Civilation Society Organization-CSO’ların) katıldığı toplantılardı.

Toplantılar sırasında bazı ülke temsilcilerinin değerlendirmeleri dikkate alınır nitelikteydi. İngiltere Tarım Bakanı, FAO toplantılarının zaman kaybı olduğunu dile getirirken, bir başka değerlendirme zirve toplantıları hakkında önemli ipucu veriyordu: “Bir tarafta ‘gelişmiş ülkeler daha güvenli gıdayı nasıl elde edebilir ve tüketebiliri  düşünürken, diğer tarafta açlığı nasıl önlerizin tartışılıyor olması FAO’nun ilginç yapısını oluşturmaktadır” denmekteydi.

4- Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi

Birleşmiş Milletler Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi, 26 Ağustos’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinde toplandı. Toplantıya Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de katıldı. 100’ün üzerinde ülkenin katıldığı zirvenin tartışma konuları yoksulluk, küreselleşme, su, enerji, açlık ve hastalıkla mücadele yolları olarak belirlendi.

‘Sürdürülebilir Kalkınma’ kavramı ilk kez, bundan yaklaşık 15 yıl önce, başkanlığını Gro Harlem Brundtland’in yaptığı ‘Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun raporunda “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetlerini zaafa uğratmadan karşılayan kalkınma” şeklinde tarif edilmişti.

BM verilerine göre 1 milyar 200 milyon insan, günde 1 dolardan daha az parayla yaşamaya çalışıyor. Gelişmekte olan ülkelerde 800 milyon kişi hala yetersiz besleniyor, 1 milyarı temiz sudan yoksun, 2,5 milyar insan temel sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor, her yıl 11 milyon çocuk önlenebilir hastalıklardan ölüyor. Ve yine çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 36 milyon kişi bugün AIDS’li. Bütün bu veriler, küreselleşmenin yarattığı sorunların boyutları. Yani 5 milyar insanın temel yaşam kaygıları var ve değil 30 yıl sonrası, yarınları bile endişe verici.

Zirvede söz konusu olumsuzluklara önlem olacak somut kararların alınması zor görünüyor. Çünkü en başta ABD, ya bir çok konuyu kâr konusu olarak gördüğü için özel sektöre bırakılmasını istiyor yada AIDS sorununda olduğu gibi bir çok sorun için uluslararası kurumlara gerekli mali yardımı yapmıyor. Birçok ülkede de zirve sonrası alınan kararlar uygulamaya geçirilmiyor.

5- Olası Irak Savaşının Ülkemiz Tarımına Etkisi        

Muhtemel bir Irak savaşı, Türkiye’ye göç etmek durumunda kalacak Irak’lıların beraberlerinde getirecekleri hayvanlarla getirecekleri tedavisi mümkün olmayan hastalıkları göz ardı etmemek gerekir.

Uzmanlar, BSE (deli dana hastalığı), Şap, Şarbon, Carmenolla gibi insanlarda ve hayvanlarda ölümlere neden olabilen hastalıkların tehlikesine işaret ediyorlar. Bu hastalıkların kontrol ve tedavisinin de Irak’ta yapılamadığı zaten biliniyor. Kaldı ki, 2001 yılında Kurban Bayramı'nda Suudi Arabistan'da kesilen etlerin, deli dana hastalığı ihtimali nedeniyle, Türkiye’ye getirilmesi yasaklanmıştı.

Sözü edilen hastalıkların hepsi, bir virüs etmeni ile oluşuyor ve bu nedenle hem bulaşıcı hem de hücrelere ilaç giremediği için tedavisi imkansız hastalıklar. Tek korunma yöntemi ise aşı ve aşının da hastalık görülmeden önce hayvanlara uygulanması gerekiyor. Bu aşılar Irak’da üretilemiyor. Sadece Avrupa’dan ithal edebilirler, o da ambargo nedeniyle mümkün olmuyor. Yani Irak halkı hayvanlarda ve insanlarda ölüme neden olan bu hastalıklarla mücadele edemiyor. Hastalık tehlikesi olan hayvanların sınırdan geçişine izin verilmesi demek, can çekişmekte olan Türkiye hayvancılığının yeni bir darbe yemesi demektir. Bunun için olası bir Irak operasyonu sonrası, bu hayvanların sınırlardan girişi söz konusu olursa bu engellenmelidir. Tabi en akılcı olanı hangi taraftan bakarsanız bakın savaşın olmaması, engellenmesidir. 

6- Sözleşmeli Tütün Üretimi Sonuçları Açıklandı: Ekici Sayısı Yarıya Düştü...

Tütün Yasası’nın kabul edilmesiyle girilen yeni dönemde, tütünde destekleme alımları sona erdi ve sözleşmeli tütün alım-satımı başladı. Tütün Kanunun 6. Maddesinde yer alan Tütün Alım-Satım Sözleşmesi, TEKEL ve tüccarlar tarafından, Tütün Yasasının yönetmeliklerini ve Tütün Kurulu’ nun kurulmasını beklemeden imzaya açıldı. Sözleşmede tütün ekicileri “satıcı” olarak nitelendiriliyor ve üretimin her safhasında sorumluluk ekicilere veriliyor. Sözleşmenin tütün ekicileri tarafından devredilmesi söz konusu değil, ancak “alıcı” olarak nitelendirilen tüccar devir hakkına sahip. Sözleşmeye göre 2002 ortalama tütün fiyatı 2 milyon 400 bin TL’ ye enflasyon eklenerek bulunacak. Tüccarın avans vermesi söz konusu değil ve üretimin her safhasında girdilerin tümü tütün ekicisine ait olacak.

Sözleşmeli üretim uygulamasının sonuçları, üreticinin tütün tarımından uzaklaştığını gösterdi. Geçen yıl 516 bin olan tütün ekici sayısı, TEKEL’ in sözleşme için belirlediği son gün olan 31 Mayıs 2002’de 334 binde kaldı. TEKEL' in Ege Bölgesi'nde 81 bin ekici ile 16 milyon 200 bin kilogram, Karadeniz Bölgesi'nde 45 bin ekici ile 9 milyon kilogram, Marmara Bölgesi'nde 4 bin 300 ekici ile 860 bin kilogram, Doğu Anadolu Bölgesi'nde 20 bin ekici ile 4 milyon kilogram, Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde ise 90 bin ekici ile 18 milyon kilogram tütün üretimi için sözleşme yaptığı açıklandı. Tüccarın ise Ege Bölgesi'nde 84 bin ekici ile 75 milyon kilogram, Karadeniz Bölgesi'nde 9 bin 300 ekici ile 8 milyon 600 bin kilogram, Marmara Bölgesi'nde 2 bin 400 ekici ile 1 milyon 200 bin kilogram tütün üretimi için sözleşme imzaladığı belirtildi. Sözleşme tarihi, başvuru yapmayan ekiciler hesaba katılarak 14 Haziran’ a kadar uzatıldı. Ancak uzatılan sürede yeni ekicilerin başvuruda bulunmasına ihtimal verilmiyor.

Yetkililer edilen bilgilere göre, TEKEL tüm bölgelerde 240 bin ekici ile 48 bin ton tütün almak için sözleşme imzaladı, tüccar ise 96 bin ekici ile 85 bin ton tütün almak için sözleşme yaptı. Yapılan sözleşmelere göre, geçen yıl 160 bin ton olan tütün üretim miktarı bu yıl 133 bin tonda kalacak. Aynı şekilde ekici sayısı da 516 binden 335 bine düşmüş olacak. Oysa TEKEL’ in ortalama yıllık sigara imalatında kullandığı tütün miktarı 45 bin ton, Türkiye’nin yıllık tütün dışsatımı ise 1996 yılında 169.138 ton, 1997’de 160.361 ton, 1998’de 128.797 ton olarak gerçekleşmişti. 2001 yılında 100 bin ton  olan tütün dış satımımızın, 2002 yılında 100 bin tonun altında kalacağı, son yıllarda sürekli düşme eğiliminde olan rakamlar ve tütün ekici sayısındaki düşüş dikkate alındığında rahatlıkla görülebiliyor.

Yasanın çıkmasından sonra ilk üretim sezonunda tütün ekici sayısı yüzde 50 azaldığına göre, uluslararası tütün tekellerinin yıllardır sürdürdükleri Türkiye tütün pazarını ele geçirme savaşını kazandıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Çizelge-1: Yıllar İtibariyle Ekici Sayısı

Ürün Yılı         Toplam Ekici Sayısı   

1997    560.380

1998    622.063

1999    568.121

2000    583.474

2001    516.117

2002    334.000*

* Sözleşme yapan ekici                      

Kaynak: TEKEL kayıtları                 

7- Buğday Ambarı Türkiye’nin İthal Ettiği Buğdaylarda Fusarium Hastalığı Çıktı...

AB ülkelerinden ithal ettiğimiz buğdayların bir kısmında, fusarium hastalığı olduğu tespit edildi. İthal edildiği ülkeden yapılan analiz sonucunun temiz olmasına rağmen, ülkeye giriş esnasında yapılan bir diğer analizde hastalıklı olduğu tespit edilen buğdayların, ikinci bir analiz için Derince Limanı'nda depoda bekletildiği, ikinci analizde de hastalık tespit edilmesi durumunda buğdayların piyasaya sürülmeyeceği yetkili mercilerce açıklandı.

Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdürü Mevlüt Karakaya konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, olumlu ya da olumsuz raporların henüz kendilerine ulaşmadığını dile getirerek, böyle bir durumda ikinci analizlerin yapılacağını, bu analizlerin sonuçlarının da olumsuz çıkması sonunda, uluslararası mahkemelere başvurarak gereğinin yapılacağını söyledi. TMO'nun bir KİT olarak ticari firma sayılabileceğini ve ticarette bu tip durumların normal olduğunu savunan Karakaya, bu tip ithalatlarda uluslararası bir gözetmen firmanın seçildiğini, bu firmanın TMO adına ihaleye girerek mallarını aldığını ve o ülkede mallar yüklenmeden analizleri yaptığını ve bütün ülkelerin kendi mevzuatlarının yanında uluslararası bir takım standartlar ifade etti  

Yaptığı açıklamada, uluslararası standartlara göre belirlenen değerlerin bazı ülkelerin kendi belirlediği değerlere uymadığını, bu durumda malın ülkeye girişinde sorun yaşandığını dile getiren Karakaya, raporun olumsuz çıkması durumunda Türkiye'nin 15 gün içinde itiraz etme hakkı olduğunu belirterek, sözleşmenin önemli olduğunu söyledi. Sözleşme şartları ve uluslararası gözetmen firmanın adı açıklanmazken, sözleşmede böyle bir durumda malın geri gönderilip gönderilmeyeceği, Türkiye'nin zararının ne olacağı ise henüz belli değil.

8- 2002 Yılında Hastalıklı Buğdaylardan Sonra Küflü Kakaoları da İthal Ettik

Son yıllarda hayata geçirilen ve aslında 1980’li yıllardan beri uygulanması için çaba harcanan, uluslararası tekellerinin çıkarlarıyla paralellik içindeki tarım politikalarının Türkiye tarımını çıkmaza götürdüğünü, gelişmiş ülkelerin stok fazlası ürünlerinin bizim gibi gelişmekte olan, nüfus yoğunluğu ve dolayısıyla gıda gereksinimi fazla ülkelerde eritilmek istendiği defalarca yazıldı. Ne yazık ki şimdi daha önce işaret ettiğimiz tehlikeler haber yapılmaktadır.

Avrupa ülkelerinden hastalıklı buğday ithali sonrasında benzer bir durumda kakaoda yaşandı. 2002 yılında, 2500 ton küflü kakao ithalat yoluyla ülkemize girdi. Altınmarka firması tarafından ithal edilen kakao çekirdeklerinin gümrüklerde yapılan analizlerinde normalden daha fazla küf içerdiği ortaya çıktığı belirlendi. İthal edilen ve küflü olduğu için ürettikleri toksik maddeler nedeniyle kansere neden olan kakaolar İstanbul Tarım İl Müdürlüğü depolarında bekletilmeye alındı, işlenmesi ve dağıtımına izin verilmedi. İthalatı yapan firmanın 1 ay içinde analizlere itiraz etme hakkı bulunuyor. Şayet bir ay sonra olumlu bir rapor çıksa bile bu kakaolar piyasaya sürülmemeli. Çünkü Gümrüklerdeki depolarımızın koşulları zaten uygun değil. Bekleme süresi arttıkça küf miktarı da artıyor ve uygun olmayan koşullarda bekletilen kakaoların da ne olursa olsun, bundan sonra tüketime sunulması engellenmeli.

Ek bilgiler

  • Yazar: Abdullah Aysu
  • Yıl: 2002