Akademik özgürlük ve üniversiteler konusu Türkiye’de YÖK ile başlamış bir tartışma değildir. Bu bağlamda darbeler ve iktidarlar, 1961 Anayasası’nın yarattığı nispi özgürlük ortamında filizlenen “ilerici” hareketlerin etkisini kırma amacıyla, 1973’te çıkarılan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ve 1983’te çıkarılan Sıkıyönetim Kanunu ile yüzlerce akademisyenin akademiden uzaklaştırılmasını sağlamış ve özellikle üniversite öğrenci hareketlerini bastırma amacını da taşımıştır. Siyasal baskı ortamı tartışılması gereken önemli bir nokta olsa da eğitim ve üniversite sorunlarının sermaye birikiminden ve kapitalist gelişmeden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Son dönemde Türkiye’de Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) biz dizi yenilenme içinde olduğu söylenebilir. Nitekim YÖK başkanının bile “Yeni ve Yenilikçi YÖK” olarak tanımladığı kurulda değişimin yönü ve niteliğini tartışmak kaçınılmaz hale geliyor. YÖK ve Üniversite konusunu -özellikle muhalif çevrelerce tartışıldığı gibi- yalnızca üniversitelerin tek bir çatı altında toplanarak denetim altına alınmasını sağlama ve 24 Ocak Kararları sonrası hedeflenen neo-liberal yapısal dönüşümler çerçevesinde sosyal devletin boşalttığı eğitim alanının sermayeye açılması şeklinde tartışmak, kapitalist gelişmenin metalaştırma ve eğitim üzerinden görece artı değer üretimi yaratma mekanizmasını gözden kaçırmak anlamına gelecektir. Kuşkusuz bu tartışmaların yapılması gerekmektedir. Ancak kapitalizmin özgüllüğü artı değer üretimi ve emek gücünün meta haline gelmesindedir. Bu sebeple analiz, tarihsel gelişimi ile beraber sermayenin talep ettiği nitelikli emek gücü, teknoloji ve bilgi üretimine yoğunlaşmaktadır.
Çalışmanın ana eksenini bu bakış oluşturacak olup, birinci bölümde ekonomik değişimde kurum/kuruluşların rolü ve bu kurumların oluşmasını hazırlayan şartlar YÖK düşünülerek tartışılacak. İkinci bölümde bilimin (eğitimin) metalaşma süreci, kapitalizmin neo-liberal yapısal dönüşümlerinin YÖK ile beraber üniversiteyi (ve eğitimi) nasıl dönüştürdüğü, sermayenin günümüzde ücretli emek kesiminden talep ettiği ‘nitelikli emek gücü’ ve son olarak bu dönüşümlerin yarattığı “beşeri sermaye” kavramı tartışılmaya çalışılacak.
1980’li yılların başından bu yana tüm dünyada yaygınlık kazanan neoliberal politikaların en çok etkilediği alanlar, sağlık ve sosyal güvenlik ile birlikte eğitim sistemleri olmuştur. Kapitalizmin içine girdiği krizden çıkabilmesi için önerilen kamusal nitelikli hakların “piyasaya” açılması geçtiğimiz otuz yılın ana hedefi olarak belirlenmiş, eğitim sistemleri bu hedefin gerçekleştirilmesi için sağlık sistemleriyle birlikte öncelikli olarak değerlendirilmiştir.
Eğitim hakkının bir insan hakkı olarak kabul edilmesiyle birlikte, pek çok gelişmiş kapitalist ülkede parasız eğitim hakkı ön plana çıkmıştır. Ancak 1970’li yılların ortalarından itibaren etkisini hissettiren neoliberal yaklaşımlar, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da “serbest rekabet”in geçerli olduğunu savunmuş ve ulusal ekonomilerin rekabetçi bir nitelik kazanmasının ancak kamuya ait, onunla özdeşleşmiş hizmetlerin ticarileştirilerek “piyasa ilişkileri içine çekilmesi”, dolayısıyla özelleştirilmesi ile mümkün olabileceğini iddia etmişlerdir. Eğitimin ticarileştirilmesi uygulamaları Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile birlikte hız kazanmış gibi görünse de, fikir ve uygulama olarak GATS’ın çok öncesine dayanmaktadır.1
Eğitim sistemi, “çağın gereklerine” göre yeniden düzenlendiğinde, diğer kamusal hizmet alanları, bu düzenlemeye kendiliğinden uyum sağlayabileceği için aynı zamanda stratejik bir önem taşır. Bu nedenle örneğin Türkiye’nin eğitim sistemi, devletin diğer kamu alanlarının yeniden oluşturulması için belirleyici bir rol oynayabilir. Bu nedenle eğitim sisteminde gerçekleştirilen yeniden yapılanma uygulamaları, bir bütün olarak kapitalist sistemin kendisini yenilemesinden bağımsız olarak değerlendirilemez.
“TÜSİAD-Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu,…küreselleşme ve AB'ye yakınsama sürecinde Türkiye'nin önündeki ekonomi politikası seçeneklerini değerlendiren, kısa ve uzun dönemli öngörülerde bulunmayı amaçlayan araştırmaları destekler…Dünya ekonomisine yön veren kuruluşlar, akademisyenler, özel ve kamu kesimindeki araştırmacı ve araştırma kurumları ile ilişki ve işbirliğini geliştirmek, bunların Türk ekonomisine ilişkin ortak araştırmalar yapmalarına zemin hazırlamak Forum'un amaçları arasında yer alır.” (Haziran 2005, Yayın No. EAF/2005–06/001).
Yukarıdaki alıntı EAF’ın (TÜSİAD-Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu) 2005 yılında hazırladığı bir rapordan yapılmıştır. Raporda da belirtildiği üzere 1980 sonrasında Türkiye, dünya çapında “küreselleşme” olarak tanımlanan bir sürece girmiştir. Toplumsal ilişkilerin hızla değişime uğradığı bu süreçte, değişimin sürekliliğinin beraberinde getirdiği belirsizlikler ve riskler günlük yaşamımızın her alanında hissedilmektedir. Son çeyrek asırda Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gündemi, yaşanan hızlı değişimin etkisiyle uzun dönemli hafıza kaybı yaşarken, kısa erimli/günlük tartışma ve çözümler ön plana geçmiştir. Bununla birlikte, toplumun bazı kesimleri/kurumları bu değişime yön veren uzun erimli projeler hazırlamaktadır. Toplumsal ilişkilerin yeniden biçimlenmesindeki etkin aktörlerden biri olan devlet ve bürokrasi, ardı ardına yaptığı yapısal reformlar ve çıkardığı kanunlarla günlük yaşamımızda köklü değişikliklere yol açmaktadır. Kamuoyunda tartışmalara yol açan özelleştirmeler, kamu yönetim reformu, eğitim sistemi reformu, vergi teşvikleri/indirimi, yabancı sermaye/yatırım kanunu, AB’ye ve özel olarak da bu kurumlarda görev alan bürokratlar/akademisyenler grubudur. Tink-tanklar adına bu grup tarafından hazırlanan raporlar devletin politika yapma sürecini etkilemekte ve devlet politikalarına yön vermektedir. Kamuoyunda kendi öznel varoluşlarını ön plana çıkarmayan bu araştırmacılar grubu, hazırladıkları raporlarla devletin çeşitli kademelerinde ve dolayısıyla devletin bütünsel içyapısında değişime neden olmaktadır. Bu raporların gösterdiği doğrultuda devlet de yeniden şekillenmektedir. Örneğin; TÜSİAD bünyesinde çalışan araştırmacı grubun 1994 yılında hazırladığı Yüksek Öğrenim Raporu, YÖK uygulamalarının iş dünyasının gereklilikleriyle uyum içinde olması yönündeki çabalara yol açmıştır. Ya da TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun çeşitli vesilelerle vurguladığı ve TEPAV’ın da (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) üzerinde rapor hazırladığı (Kayıtdışı Ekonomi/29 Aralık 2005) “işadamlarının yüklendiği aşırı istihdam vergileri” konusu, sosyal güvenlik reformu yoluyla devletin vergi sistemi yapısındaki dönüşüme ait ipuçları vermektedir.
Önce aşağıdaki habere bir göz atalım:
“DOĞRAMACI’YA ONUR ÖDÜLÜ
Meclis Onur Ödülü, Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya verildi. Bülent Arınç, Doğramacı’ya övgüler yağdırdı.
AKP’li Bakan ve milletvekillerinin katıldığı ödül töreninde, Meclis Başkanı Bülent Arınç, Doğramacı’ya övgüler yağdırdı. Arınç, ‘Doğramacı denilince, akla bilim, eğitim, sağlık yatırımlarının yanı sıra başarıya adanmış bir hayat geliyor’ dedi. (…) Meclis’te yapılan ödül törenine AKP’li bakanlar da yoğun ilgi gösterdi. Törene Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Devlet Bakanları Beşir Atalay ve Nimet Çubukçu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve AKP’li milletvekilleri katıldı. Törende ilk olarak Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen tarafından, Doğramacı’nın özgeçmişi okundu. Başkent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mithat Çoruh, Hacettepe Üniversitesinden Dr. Yalçın Ergir ve Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal da Doğramacı ile ilgili anılarını anlattılar.
Törende Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Doğramacı’nın Türkiye’nin gurur duyduğu bir vatandaşı ve bilim adamı olduğu kadar, dünyada Türkiye’nin tanıtımına önemli katkılarda bulunan, ülkeyi çeşitli uluslararası platformlarda onurla temsil eden fahri bir büyükelçi olduğunu da söyledi. Gül, Doğramacı’yı ‘vakıf adamı’ olarak nitelendirdi.