Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Göç

almanak 2015kapak2015 yılında göç, önceki yıllara kıyasla uluslararası kamuoyunun gündeminde çok daha fazla yer almıştır. Savaşlar, aşırı yoksulluk, kısıtlı insani yardım, temiz suya ve sağlık hizmetlerine erişimeme gibi nedenlerle dünya genelinde evlerini terk etmek zorunda kalan kişi sayısı 2015’te 60 milyonu aşmıştır.

II. Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşenlerden sonra en büyük göç dalgası olarak kabul edilen Suriye’den göç; zorunlu göç edenlerin sayılarının ülke içinde 7,6 milyonu, diğer ülkelerde 5 milyonu aşmasıyla, zorunlu göç verilerinin içinde önemli yer tutmaktadır. Savaş nedeniyle 2011’den bu yana Suriye’den ayrılanlar öncelikle Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır gibi Suriye’ye yakın mesafedeki ülkelere sığınmışlar; bir kısmı ise kendilerine Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, ABD ve Kanada gibi daha uzak ülkeleri hedef ülke olarak seçmişlerdir.

Mülteci temel olarak, “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen” kişidir. Mültecilik iddiası olan kişiler, bu iddialarını kendi ülkelerinden başka bir ülkeye girerken veya girdikten sonra ileri sürebilirler. Bu kişiler ülkeye düzenli veya düzensiz yollardan giriş yapabilirler. Düzenli giriş pasaport, vize gibi ülkelerin kendi sınırlarına girilirken talep ettiği geçerli seyahat belgeleri ile resmi giriş noktalarından olurken; düzensiz giriş bu belgeler temin edilmeden, resmi olmayan biçimde gerçekleşir. Ayrıca ülkeye öncelikle düzenli biçimde giriş yapmış kişiler daha sonra geçerli seyahat belgelerinin sürelerinin dolması ile düzensiz hale gelebilirler. ‘‘Mülteci’’ ülkesinde zulüm görme tehlikesinin bulunması nedeniyle “göçmen”den ayrılmaktadır. Göçmen, ekonomik nedenlerle bir ülkeden başka bir ülkeye giden kişiler için kullanılmaktadır. Bu ayrım geri-göndermeme (non-refoulement) ilkesinin ihlal edilmemesi bakımından anlamlıdır.

Ek bilgiler

  • Yazar Cansu Akbaş Demirel
  • Yıl 2015
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 12 13kapakKüreselleşmenin ortaya çıkardığı ekonomik-politik koşullar sonucunda, özellikle göçmen olmalarından dolayı dezavantajlı olan insanlar yaşlanmayla birlikte daha da dezavantajlı olmaktadırlar. Bu durumu gelinen ülkenin nesnel koşulları ile göçmenlerin kendi öznel koşulları birlikte etkilemektedir. Nesnel koşullar; ekonomik koşullar, iş piyasası, emeklilik ve sağlık politikaları, sosyal politikalar ve bunların sosyal yaşama yansımasını içermektedir. Öznel koşullar ise göçmenlerin,kendi ülkelerinde edindikleri sosyo-kültürel altyapıları ve misafir olarak geldikleri ülkede inşa ettikleri sosyal ilişkiler ve yaşam çevresinden oluşmaktadır. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal koşulların da etkisiyle  göçmenlerin yaşlandıkça daha fazla ihtiyaç duydukları sağlık ve sosyal hizmetlere erişimi, ikili bir dezavantaja sebebiyet vermesi açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda bu yazının amacı, Türkiye’den Avrupa’ya işçi göçünün 50. yıldönümünün ardından bugün yaşlı olarak kabul edilen ilk kuşak göçmen işçilerin Avrupa’daki durumlarını tarihsel nitel analiz yöntemiyle incelemektir.

Ek bilgiler

  • Yazar Nilüfer Korkmaz
  • Yıl 2012, 2013
Yayınlandığı kategori Toplum

Almanak 2011Tunus’ta, 26 yaşındaki diplomalı işsiz seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010’da kendini yakması sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketler, hızla diğer bazı Arap ülkelerine de yayıldı. Çok geçmeden, 14 Ocak 2011’de, Tunus Başkanı Bin Ali ülkesinden kaçtı. Mısır’ın on yıllardır başkanlığını yapan ve yerini oğluna bıkarmaya hazırlanan Başkanı Hüsnü Mübarek, Kahire’ninTahrir Meydanı’nda odaklanan halk hareketi tarafından 11 Şubat 2012’de devrildi. 17 Şubat 2012’de, Libya’da, Kaddafi’nin devrilmesini sağlayacak NATO harekatının önünü açan süreci başlatan “Öfke Günü” düzenlendi. Olaylar daha sonra Bahreyn, Suriye ve Yemen’e de yayıldı. Ayrıca, Cezayir, Kuveyt, Ürdün, Lübnan, Uman ve Fas gibi ülkelerde de çeşitli düzeylerde etkisini gösterdi.

Fakat, pek çok kişinin belirttiği gibi, ‘Arab Baharı’ deyimi ortak ve aynı mecrada ilerleyen toplumsal bir hareket sanısını yaratacak yanlış bir kavrayışa yol açabilmektedir. Var olan gerçekliği anlatmaktan uzak olmasına rağmen, artık genelleşmiş olmasından dolayı, deyimi kullanmak durumundayız. Tercihimizin arkasında daha uygun nitelemelere dair arayışların başarısızlığının da bulunduğunu eklemek isteriz. Örneğin Anderson (2011), haklı olarak, ‘Arab Baharı’ olarak adlandırılan olayları birbiriyle bağlantılı olaylar dizisi (concatenation) olarak nitelendirmekteydi. Ayrıca bu yazara göre, kalkışmaların arkasında gelir eşitsizliklerindeki kutuplaşma, yiyecek fiyatlarındaki artış, konut yetersizliği, özellikle gençler arasındaki yüksek işsizlik sayılabilir. Dolayısıyla olayların arkasındaki sebepler Batı ülkelerinin medyasında tekrar edilenin tersine “demokrasi isteği”nden daha karmaşıktır.

Ek bilgiler

  • Yazar İbrahim Soysüren
  • Yıl 2011
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği

Almanak 2010Göçe ilişkin olgular uzun zamandır pekçok araştırmanın konusu olmuştur. Bu konuda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kaynaklı, XX. yüzyılın başlarında oluşan Chicago okulu ilk akla gelen teorik yaklaşımlardan biridir. Daha sonrasında pekçok sosyal bilim disiplini göç ile ilgili çeşitli alt dalların oluşumuna sahne olmuştur. Bunun bir örneği göç sosyolojisidir. Sözünü ettiğimiz okulun bu alt disiplinin oluşumundaki yerinin altını, geçerken de olsa, çizmek gerekir.

Elbette ki sosyal bilimlerin, büyük çoğunluğu yaşadıkları toplumların en alt ve en dışlanan kesimlerini oluşturan göçmenlerle ilgilenmeleri kendi başına oldukça önemli ve olumludur. Fakat bu belirleme, ortaya çıkan ve hâlâ göç alanında yapılan pekçok çalışmada gözlenebilen zaaşarı görmezden gelmek anlamına gelmez. Bunlardan bazılarını ilk saptayan kişilerden biri Abdelmalek Sayad (1982, 1991, 1999) olmuştur. Yazdıklarının bir bölümü ölümünün ardından kitap olarak yayımlanan Cezayirli sosyolog, Fransa’da göç sosyolojisinin kurucusu olarak kabul edilir. Sayad’ın en önemli özelliklerinden biri, kırk yılı bulan ve esası Cezayir’den Fransa’ya göçü konu alan araştırmaları sırasında, sosyal bilimlerde temel önemdeki “epistemolojik kaygı”yı sürekli olarak taşımış olmasıdır. Bilimsel bilginin üretim koşullarına, şekline ve kendisine yönelik bu “meta bakış” sayesinde, Sayad göç alanıyla ilgili temel bazı zaaşarı saptayabilmiştir. Ona göre göçe dair araştırmalar, göçmeni sanki göç ettiği ülkeye ayak bastığı anda hayata doğmuş gibi ele almaktadırlar. Buna karşın daha önceki hayatını ve içerisinde yaşadığı toplumu yok saymaktadır. Sözkonusu saptama yazarın “çifte yokluk” (double absence) olarak nitelendirdiği, göçmenin varlıkla yokluk arasında gelip giden “varoluşunu” analiz eden, teorik yaklaşımı geliştirmesine olanak sağlamıştır. Sayad’ın epistemolojik çerçevedeki bir başka saptaması ise, göçün bilimsel araştırmanın konusu haline politik ve toplumsal bir sorun olmasının yarattığı baskıyla geldiği, dolayısıyla, bu toplumsal olguyu araştırma konusu olarak yeniden inşaa etmek gerektiğidir.

Ek bilgiler

  • Yazar İbrahim Soysüren
  • Yıl 2010
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 200929 Kasım 2009’da yapılan halk oylaması ile “minare yapımının yasaklanması” İsviçre Konfederasyonu Anayasası’nın bir hükmü haline geldi. Bu yasağa dünyanın çeşitli ülkelerinden ve İsviçre içinden pek çok tepki geldi. Tepki veren  ülkelerden biri de Türkiye idi. Minarelerin yasaklanmasının kabul edilemez olduğu konusunda hemen hemen herkes hemfikirdi. Tepki gösterenlerden bazıları, söz konusu yasağı İslam dinine ve parçası oldukları ‘İslam alemine’ bir saldırı olarak algıladılar. Bunların arasına Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü dahil edebiliriz.1 Soldan gelen tepkilere bakıldığında, izleyebildiğimiz kadarıyla, bunun kabul edilemez olması ırkçılık temelinde gerekçelendiriliyordu. Bunlardan bazıları, olayı Türkiye Cumhuriyeti devletini ve hükümetini eleştirmenin bir vesilesi haline getiriyordu. Bu ise, daha çok Türkiye’deki dinsel ve etnik azınlıkların durumuna vurgu yapılarak gerçekleştiriliyordu.

Bu yazıda öncelikle yapmaya çalışacağımız şey, esası itibarıyla İsviçre’de göç olgusunun tuttuğu yeri, özellikle tarihsel planda ele almak olacak. İşin bu kısmının oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, minare yasağı konusunda Türkiye’de yapılan tartışmalarda bu boyut eksikti. Sonrasında ise, tarihsel planda sağlanan açıklığın getirdiği olanaklarla söz konusu yasağı ele alacak ve olaya göç olgusunun İsviçre toplumunda tarihsel olarak bir tehdit olarak algılanması ve özellikle son yirmi yılda giderek suça dönüştürülmesi olguları çerçevesinde irdelemeye çalışacağız.

Ek bilgiler

  • Yazar İbrahim Soysüren
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Toplum

Almanak 2003Toplumların ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yapıları ile ilişkiler sistemindeki değişimlerle ortaya çıkan göç, çok eski zamanlardan beri insanlık tarihinin önemli bölümlerinden birisini oluşturmuştur. Göç, aynı zamanda bu yapıların dönüşümlerine de yol açan bir mekan değiştirme eylemidir. Bu nedenle de, göçün tarihsel ve toplumsal gerekçelerinin yanı sıra  sonrasında ortaya çıkabilecek durağan/dinamik etkileri toplumların yeniden yapılanmasında önemli bir işlev üstlenmektedir. Bu durum, üretim ilişkilerindeki değişim çerçevesinde kapitalist topluma geçiş ile birlikte, göçün ulaştığı boyut ile daha da açıklık kazanmıştır. Çünkü, kapitalizmin gereksinimleri ve öncelikleri, bireyin geçmişe göre daha özgürleşmesini ve buna bağlı olarak emeğini de işgücü pazarına sunma hakkını elde etmesini gerektirmiştir. Böylece göç, emeğin mekanda üretiminin daha etkin kılınmasını sağlayacak işgücünün yeniden dağılımı ve yeniden örgütlenmesi sürecinin önemli bir parçası olmuştur.Bu yolla, kişinin mekanlar arası hareketi, yalnızca emeğin değil sanayiinin ve tüketicinin (pazarın) de yer değiştirmesi ile sistemin devamlılığını sağlamış, hem üretimin gerçekleştirilmesi ve sürekliliği, hem de yeniden örgütlenmesine kaynak oluşturmuştur.

Göç, makro ölçekteki etkileri ile yalnızca yer değiştirilmesine konu olan iki mekan arasındaki hareketliliğin ötesine geçerek, göçe konu olmamış mekanları, bireyleri veya toplumsal yapıyı da etkileyen bir  sürece dönüşebilmektedir. Bu yapısı göçün yerine göre ekonomik/ politik bir tercih veya bu tercihleri ifade eden bir yönlendirme aracı olarak da kullanılabilmesini sağlamaktadır.Özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısında,azgelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkede (içe ve dışarıya) göç, modernleşme ve dünya pazarlarına entegrasyon süreçleri ile ortaya çıkan sosyal krizin ürünlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerin toplumsal yapısında önemli bir yer tutan kırsal nüfus, ithal ikameci kalkınma çerçevesinde uygulanan ekonomik ve tarımsal politikalar sonucunda kentsel alanlara yönelmiştir. Hemen her durumda istihdam beklentisi içindeki göçmenler, endüstriyel veya kentsel alanlarda yoğunlaşmış ve ulaştığı mekanda dikkate değer etki yaratmıştır.

Ek bilgiler

  • Yazar Atilla Göktürk
  • Yıl 2003
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği
Ara...