Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Kıbrıs

 Almanak 2004“Kıbrıslıların, anavatanlarına sarılmaları ve onları din katına yükseltmeleri, kendi gerçekliklerini bulamamaları ve özgüçleriyle ayakta kalamamaları ile izah edilebilir. (...) Din katına yükseltilen anavatanlarına, Kıbrıs'ın ve toplumların kaderini bağlamak, kaderci, eylemsiz bir halk yaratmıştır. Tersi de doğrudur. Kendi kendini gerçekleştiremeyen halk, anavatanlar yaratıp onları din katına yüceltmiştir... Din Marx’a göre, insanın kendi çevresinde hareket etmediği sürece, insanın çevresinde dönen yanıltıcı bir güneştir... Dinin varoluşu bir eksikliğin varoluşundandır. Tarihsel bir eksiklik içinde olan Kıbrıslılar dinsel bir yabancılaşmaya saplandılar. Eksiklik kendi tarihlerini yapamamaktan kaynaklanıyor. (...) Kıbrıslılar, tarihlerinin kendilerine zorla kabul ettirilmesi ile bir tarihsel yabancılaşma içindedirler. Yıllardan beri etkinliklerini yabancı bir güç uğruna sürdürdüklerinden, etkinliklerinin efendisi olmak yerine, boyunduruğu altına girdiler... Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı kendi tarihini kendi yapamadı. Korku ve yalnızlık içinde toplumu arkasına alarak (anavatanlara) aya, güneşe taşınmaya kalktı. Orada gördükleri korkunçtu. Burada sözü Georg Bücher'in ‘Woyzeck’ adlı oyununa bırakıyorum: ‘Bir zamanlar yoksul bir çocuk vardı. Çocuğun annesi, babası yoktu. İkisi de ölmüştü. İşte bu durumda yola koyuldu çocuk ve gece gündüz demeden aramaya başladı. Yeryüzünde artık hiç kimse olmadığı için, gökyüzüne gitmek istedi. Ay da öylesine dostça bakıyordu ki... Aya ulaşınca sonunda gördü ki ay bir odun parçasından başka bir şey değildi. O zaman çocuk güneşe gitti. Güneşe vardığında ne görsün, solmuş bir kasımpatı değil miydi güneş... Yeniden yeryüzüne dönmek istediğinde bu kez de yeryüzünü parçalanmış bir çanak olarak karşısında duruyor gördü. Tek başına kalan çocuk oraya oturdu ve ağlamaya başladı.. Hâlâ orada oturmaktadır ve yapayalnızdır..’” (Niyazi Kızılyürek, Ulus Ötesi Kıbrıs)

Yazının başlığına nazire Kıbrıs aynı zamanda içi şiir dolu bir adacıktır. Kıbrıslı şair Faize Özdemirciler’in, “Dizilme zamanı/ güney’deyiz/ kuruma zamanı/ kuzey’de/ Hiç düşünmeyiz/ neden doğusu-batısı yok/ yurdumuzun diye…” dizelerinden el alarak şöyle de söyleyebiliriz, Kıbrıs, doğusu ve batısı olmayan bir ülkedir. Sadece Kuzey’den ve Güney’den oluşan bir adaülke’dir… İyiliğin de kötülüğün de denizden geldiği bir adacık. Aşk tanrıçası Afrodit’in Baf kıyılarında köpüklerden oluşarak denizden geldiği, sömürgecilerin de tarih boyunca denizden geldiği bir adaülke… Kişi, adalı başına düşen bölünme miktarının dünyada en çok olduğu küçük bir adaülke… Tarih boyunca sömürgecilerin ve emperyalist-kapitalist ülkelerin, üzerin(d)e zar attıkları bir ülkecik. Kıbrıslı Türk şair Filiz Naldöven’in, “Anadan doğma sömürge adası Kıbrıs” dediği bir adaülke… Erken kalkmış ama geç kalmış bir çocuktur Kıbrıs... Düşleriyle hayatı arasında açık giderek artmaktadır... Kişi başına düşen düş miktarı da, kişi başına düşen milliyetçilik miktarı da çok fazladır... “Acı Sürgün” şiir kitabının yazarı Kıbrıslı muhaliflerden Hakkı Yücel’in; “Kıbrıs’ın siyasi ve kültürel tarihi aynı zamanda bir geç kalmışlıklar tarihidir. Umuyor ve diliyorum ki bireysel ve toplumsal anlamda varolup olmamak kadar önemli olan kültür-kimlik olgusunun çözümlenmesinde de aynı geç kalmışlığı yaşamayız.” Hem gecikmek hem ikiye bölünmek ne büyük acıdır... Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın, yani “anavatanların” gölgesinde büyümeye mecbur edilen bir ülke. Kıbrıslı akademisyen, şair Mehmet Yaşın’ın, “Bizim tarihimiz bir iktidarsızlık tarihidir,” “iyi de kim kurtaracak bizi en son kurtarandan” diye betimlediği adaülke…

Ek bilgiler

  • Yazar Sezai Sarıoğlu
  • Yıl 2004
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği

Almanak 2003Emperyalizmin “küreselleşme” adı altında zincirlerinden boşanmış bir halde neo-liberal politikalarını dayatması 1980’den bugüne ülkemizde işçi ve emekçilerin kazanımlarının birer birer yok olmasını da beraberinde getirmiştir.

Özelleştirme ile başlayan saldırılar; sağlığın, sosyal güvenliğin, eğitimin, belediye hizmetlerinin, iletişimin, tüm kamu hizmetlerinin piyasa malı haline getirilmesine kadar dayanmıştır.

Emekçiler ise taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, iş güvencesiz çalıştırma, sözleşmeli çalıştırma, işten atılma uygulamaları ile karşı karşıyadır.

Fiilen yürütülen ve yukarıda anılan bir çok uygulamanın yasal çerçevelere oturtulması çalışmaları ise 2003 yılında AKP hükümeti ile hızlandırılmış ve bu emperyalist kuşatma altında 2004 yılına girilmiştir.

2004 yılı öncesi başlatılan ve “Kamuda Reform” adı verilen, kamu hizmetlerinin tasfiyesini amaçlayan yasalar birer birer TBMM gündemine getirilmektedir. IMF ve Dünya Bankası’nın paketlerine, AB uyum yasalarına dayanılarak gerçekleştirilmek istenen kamu hizmetlerinin tasfiyesi ile sağlık, eğitim, sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm hizmetlerin piyasaya açılarak özelleştirilmesi, bu dönemin öncelikli saldırısıdır. Tasfiye ile halkın sağlık, eğitim, sosyal güvenlik vb. hakları ellerinden alınırken, kamu emekçileri de işsizlikle yüz yüzedir.

Bu amaçla hazırlanan Yerel Yönetimler Yasası, Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Personel Rejimi Yasası, kamu emekçilerini iş güvencesiz, performansa göre ücretlendirmeyi ve sendikasız çalıştırmayı hedeflemektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Yüksel Akkaya
  • Yıl 2003
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2002Kıbrıs’ın kuzeyinde öylesine bir ekonomik model oluşturuldu ki, mevcut ilişkisinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin (TC’nin) öksürmesi halinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) hapşırmıştır... TC ekonomisi küçüldüğünde, KKTC’nin de ekonomisi küçülmüş; TC’de enflasyon hızla yükseldiğinde KKTC’nin de enflasyonu benzer yönde artış göstermiştir.

Bu bir tesadüf değildi, TC ile KKTC arasında ‘derin’ kurulan ‘organik ilişki’ böylesi bir paralelliği zorunlu kılmıştır. TC ve KKTC’nin sorununu istikrarlı büyüyememek ve yapısal sorunları çözüme kavuşturamamak olarak özetlemek mümkündür.

Ankara-Lefkoşa hattındaki organik ilişki, güvenlikten ekonomik desteğe kadar çok yönlü oluşturulan ve geliştirilen ilişkinin bütününü kapsamaktadır. Mevcut organik ilişki nedeniyle KKTC’nin kendi başına sorunlarını tespit edip, çözümüyle ilgili politika üretememesi gibi bir somut durum da vardır. İlişkinin bu düzeyi ve yaşanılan sorunlar, KKTC yöneticileri tarafından da ara sıra gündeme getirilmiştir.

Bugün itibariyle KKTC ekonomisi derin krizde olmasından dolayı, genç nüfusunu tutamaz bir konuma gelmiştir. Özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Kıbrıs’ın güneyi, Rum yönetimi) AB üyeliği süreciyle birlikte adanın kuzeyi ile güneyi arasındaki ekonomik uçurum (güneyde 15 bin dolar olan kişi başına gelir, kuzeyde 5 bin doların altında) daha çok tartışılmaya başlanmış ve bu yılın başında yeni bir ekonomik paket hazırlanmış ve Ankara’da gerekli görüşmeler yapılmıştır.  900 milyon dolarlık bu ekonomik paketle (İlker Isınsu, KKTC’de YeniDüzen Gazetesi, 22 Şubat 2003), 15 bin kişiye yeni iş imkanı yaratılacağı vaadi gündeme getirilmiştir (CTP Başkanı M.Ali Talat, YeniDüzen, 3 Mart 2003). Böylece adanın kuzeyinin makus talihini yeneceği ve kalkınacağı da dillendirilmiştir.

Ek bilgiler

  • Yazar Nevzat Onaran
  • Yıl 2002
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği

Almanak 2002Kıbrıs konusundaki bir tartışmayı ideolojik-politik yaklaşımların dışında yapabilmek gerçekten çok zor. Bu konudaki çalışmalara bakıldığında çalışma sahiplerinin zaman zaman kendi politik tercihleri doğrultusunda bazı gerçekleri görmezden geldiği, bazılarını gereğinden fazla önemli hale getirdiği ya da önemsizleştirdiğini görebiliyoruz. Özellikle Türkçe’de de bu konuya ilişkin yeterince çalışma yapılmamış olması ciddi bir sorun olarak durmakta, diğer taraftan uluslar arası alandaki Kıbrıs’a dair arşiv çalışmaları sahiplerini beklemektedir. Biz burada olabildiğince yalın bir tarih anlatımıyla sınırlı kalmaya çalışarak Kıbrıs’a dair tartışmalara yardımcı olmayı tercih ettik.

1.OSMANLI’DAN CUMHURİYETE KIBRIS SORUNU

Kıbrıs Akdeniz’in doğusunda stratejik öneme haiz bir ada olarak bütün zamanlarda güçlü devletlerin ilgisini çekmiştir. Zamanın güçlü Arap ve Akdeniz devletlerinin işgallerini yaşayan ada 1571 yılında Osmanlı’ların işgaline uğrar. 1878 yılına kadar da Osmanlı’nın egemenliğinde kalır. Bu süre içerisinde adaya Osmanlı-Türk nüfusu göç ettirilerek Rum ağırlıklı nüfus dengelenmeye çalışılır. 1878 yılında Kırım savaşında Osmanlılar Ruslar’a karşı İngilizlerden yardım isteyince İngilizler bu yardım karşılığında Kıbrıs’ı isterler. Kıbrıs İngiltere’ye kiralanır ve ada İngiliz denetimine girer. İç sorunlarından kurtulamayan ve Balkan savaşlarından yıpranarak çıkan Osmanlı, Kıbrıs sorunuyla ilgilenecek cesareti kendisinde bulamaz. Dünya savaşına Almanya’nın yanında girmesiyle birlikte İngilizler, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklar. Bu fiili durum Türkiye’nin kurtuluş savaşı sonrasında oturduğu Lozan masasında resmiyet kazanır. Türkiye Lozan’da Kıbrıs’ın İngiltere’nin elinde kalmasını kabul ederek ada üzerindeki hakkından vazgeçer. İngiltere 1925 yılında Adayı kendi sömürgesi (Taç Koloni) olarak ilan eder.

Ek bilgiler

  • Yazar Tufan Sertlek
  • Yıl 2002
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği

Almanak 20021)Giriş

 ABD ve AB’nin Kıbrıs politikasının tanımlanması aynı zamanda Kıbrıs’ın bir “sorun” olarak uluslararası topluluğun(Birleşmiş Milletler’in) gündeminde yer alış nedenleri ile, Kıbrıs ile ilgili tarafların[1] aralarındaki ilişkilerin de değerlendirilmesini kapsamaktadır. Bu yaklaşım Kıbrıs’a ilişkin birçok olgunun ele alınmasını beraberinde getirerek, Kıbrıs başlığının zor ve kompleks bir sorun olarak tanımlanmasına neden olmaktadır. Oysa ki, adanın uluslararası topluluğun gündemine giriş nedenleri irdelendiğinde “aşılması zor ve kompleks sorunun”, gerekçelerini sadeleştirmek mümkün olabilmektedir.

 Kıbrıs’a duyulan ilginin gerekçeleri farklı yaklaşımlar ön plana çıkartılarak tanımlansa da, Kıbrıs’ın jeopolitik konumu ilgili tüm taraflar açısından önemli bir unsurdur. Kıbrıs ile ilgili herhangi bir tarih ya da inceleme kitabında; adanın tarih boyunca farklı krallıklar, imparatorluklar ya da ülkelerin eline geçiş nedeninin arka planında Doğu Akdeniz’e hakim olma düşüncesinin yattığı ortaklaşan bir saptama olarak karşımıza çıkmaktadır. Kıbrıs, Akdeniz bölgesinde, Asya, Afrika yollarının kavşağında demir atmış, “dünyanın en büyük uçak gemisidir”[2], ifadesi bu gerçekliği en yalın biçimde özetlemektedir. Günümüzde de bu yaklaşımın değişmemiş olduğu görülmekte, adanın gerçekliği ironik bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Emine Tahsin
  • Yıl 2002
Yayınlandığı kategori Avrupa Birliği
Ara...