Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Kriz

Almanak 2011Yirminci yüzyılda ana-akım iktisat teorisi ve ekonomi politikaları uygulamalarının gelişimine ana hatlarıyla bakıldığında, temel bir dalgalanmanın olduğu hemen göze çarpar niteliktedir. Buna göre1929 krizine kadar geçen süreçte, kabaca liberal politikalar egemen konumda iken, ardından iki savaş arası dönemden sonra gittikçe kurumsallaşan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında erken kapitalistleşen ülkelerde refah devleti, geç kapitalistleşen ülkelerde ise içe yönelik birikim modelleri olarak belirginleşen uygulamalara rastlanmaktadır. Bilindiği gibi sürecin devamında da özellikle 1970’li yıllardaki krizden sonra liberal politikaların başına “yeni” eki gelerek yeniden hem iktisat teorisi alanında hem de pratik ekonomi politikası alanındaki uygulamalarda gündeme geldiğini görebiliriz.

Bu tarihsel değişim sürecinde, konumuz açısından altı çizilmesi gereken iki temel nokta bulunmaktadır. Bunlardan ilki, gerek iktisat teorisinin gerekse ekonomi politikası uygulamalarının başlangıç ve bitiş dönemlerinin, kapitalist sermaye birikim sürecinin kriz dönemleri tarafından belirlenmesidir. Gerçekten de, 1929 krizi sonrasında liberal politikaların ya da bir başka ifadeyle klasik iktisadın temel argümanları ve ekonomi politikaları uygulamaları ciddi eleştirilere maruz kalmış ve “yeni” dönemin, yani kriz sonrası dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir iktisat teorisi ve ekonomi politikası uygulamaları demeti Keynesyen iktisat çerçevesinde ortaya atılmıştır. Bu iklimde gelişen Kalkınma İktisadı da, geç kapitalistleşen ülkelerin kapitalist birikimin dünya ölçeğindeki dinamikleriyle eklemlenmesi bağlamında işlevlendirilmiştir. 1970’li yıllara gelindiğinde ise, yine kapitalist birikim sürecinin dünya genelinde yaşadığı bir diğer krizle karşılaşılmış, bu sefer, yine kriz sonrasında sermaye lehine yeniden yapılanmanın koşullarını hazırlayan, “yeni” ön eki almış eski liberal teoriler ve ekonomi politikası uygulamaları gündeme gelmiş ve uygulamaya konmuştur.

Ek bilgiler

  • Yazar Ümit Akçay
  • Yıl 2011
Yayınlandığı kategori Kriz

Almanak 2010Günümüzde, işgücü piyasalarının yapısı ve istihdam biçimleri ciddi bir dönüşüm geçirmektedir. Yaşanan teknolojik gelişmeler, üretimin yapıldığı yer ile yönetildiği yerin farklılaşabilmesine olanak tanımış, üretimin değişen yapısı, standart bir işte kalıcı bir biçimde istihdam edilebilme durumunu kökünden etkilemiştir. Bu çerçevede sermaye, üretimin sürekliliğini sağlayabilmek için emek gücünün satım ve kullanım sürecine yönelik farklı stratejiler geliştirmiştir. Buna göre, yoğunlaştırılmış-sıkıştırılmış iş haftaları, kayan çalışma süreleri, telaŞ çalışması, belirli süreli ve geçici iş ilişkileri, kısmi süreli, fazla, çağrı üzerine, uzaktan, deneme süreli ve tele çalışma, denkleştirme uygulaması, iş paylaşımı gibi esnek çalışma modelleri ile emek gücünün kullanımı esnetilmektedir.

Türkiye’de de 1980’li yıllar kavşağının dönülmesinin ardından, özellikle 1990’lı yılları takiben, esnekleşmenin çalışma yaşamının gündemine farklı düzlemlerde girdiği söylenebilir. Türkiye ekonomisinde son 20 yıla yayılan kriz dönemleri ve işgücü piyasası yapısı ve kurumları arasındaki ilişki incelendiğinde, her kriz döneminin, emek-sermaye ilişkisini sermaye lehine yeniden düzenlemeye ve esnekleştirmeye-güvencesizleştirmeye dönük yeni girişimlerle tamamlandığı gözlemlenmektedir. Bu nokta, çalışmanın temel sorunsalı olurken, burada, 2008 krizi ve devamındaki sürece odaklanılacaktır. Krizin ayrıntılı bir çözümlemesine girilmeden, Türkiye’de kriz sürecinin ardından, sermayenin esnekleşme programının yeni yaygınlaşma alanları gözler önüne serilmeye çalışılacaktır. Yazıda öncelikle, kısaca Türkiye’nin hâkim iktisadi yapısı ve kriz ekseninde değişen emek-sermaye çelişkilerinin aşamalarına değinilecek, ardından ise bu değişime zemin sunan söylemsel yapıya işaret edilecektir. İlerleyen bölümlerde ise bu sürecin güncel ürünleri ortaya koyulacaktır. Yazı ile önümüzdeki süreçte gündeme gelmesi muhtemel yeni hamlelere dikkat çekmek amaçlanmaktadır.

Ek bilgiler

  • Yazar Denizcan Kutlu
  • Yıl 2010
Yayınlandığı kategori Ekonomi

Almanak 2009İşsizlik olgusu ile ilgili çeşitli iktisat kuramlarının farklı yaklaşımları mevcuttur. Buna göre klasik iktisatta ve neoliberal yaklaşımda işsizlik yapısal bir sorun olarak görülmezken, Keynesyen iktisatta işsizlik ilk kez sistematik olarak ele alınmış ve genellikle eksik talep olgusu dolayımında değerlendirilmiştir. Marksist yaklaşım ise işsizliğin sermaye birikim sürecinin kendi doğası gereği açığa çıktığını ve işsizliğin sistemin işleyişinde önemli bir yere sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bu çalışmada, öncelikle farklı iktisat okullarının işsizlik olgusunu ele alma biçimleri eleştirel bir şekilde değerlendirilecek, ardından da Marksist yaklaşımın sağladığı olanaklarla, işsizlik olgusunu yaratan temel mekanizmalara işaret edilecektir. Son olarak ise, üçüncü bölümde ortaya konulan yaklaşımdan hareketle, özellikle 2001 krizi sonrası Türkiye’de görülen kalıcı ve yüksek oranlı işsizliğin nedenlerinin anlaşılması üzerine, alternatif bir çerçeve önerilecektir.

Ek bilgiler

  • Yazar Ümit Akçay
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Ekonomi

Almanak 2009“Almanak: 2008 Analizleri” kitabında “Kriz: Nasıl Algı(latı)lıyoruz, Niçin Engelleyemiyoruz” başlıklı yazımda, şimdiki başlık altında yazmak durumunda olduğum noktaları açıklamış bulunuyorum. Krizlerin salt akut halleri ile değil, kronik gelişmeleri ile birlikte değerlendirilmeleri gerektiğini, bunun yapılabilmesi için ise, sistemin genetik doku analizinin yapılmasının elzem olduğunu, oysa başat iktisat öğretisinin böyle bir çabası olmadığı gibi, krizlerin öngörülememesi konusunda bir endişesinin de söz konusu olmadığını geçen yılki yazıda ifade etmiştim. Bu yılki yazımda, geçen yıl sizlerle paylaşmış olduğum konuları biraz daha genişletmenin yanında, kapitalist dünyanın almış olduğu önleyici kararlar müvacehesinde krizlerin bizlere ne öğrettiğini ya da öğretemediğini tartışmak istiyorum.

Kapitalizm 2008 yılında üçüncü küresel krizini yaşarken, ne acıdır ki, dünyanın ileri düzeydeki yüzlerce üniversitesi ve o üniversitelerde görevli, çoğu Nobel ödüllü, onlarca akademisyen krizi öngörememiş olduğu gibi, kriz oluştuktan sonra da sadece 1929 Krizi’nden alınan dersin uygulamasından başka, ne krizin organik nedeni ne de derinliği hakkında tahminden öteye geçen tek bir bilimsel ifadede bulunmuşlardır. 1929 Krizi ertesinde FED’in de taşınması bahane edilerek tüm Finansal işlemler durdurulmuş idi. Friedman’ın iddiasına göre, Şnansal işlemler durdurulmamış olsa idi kriz o denli derin yaşanmazdı. Bunun karşısında yer alan Galbraith aksi iddiada bulunarak, Finansal işlemlerin durdurulmuş olmasını olumlu karşılamış ve Şnansal işlemler durdurulmamış olsa idi krizimn daha da derinleşeceğini ileri sürmüş olmasına rağmen, son krizde Friedman’ın fikrine rağbet edilerek Şnansal işlemler durdurulmadığı gibi, tam tersine, Şnansal kurumlar desteklendi ve piyasalara tonlarla nakit sürüldü. Kriz sonrası önlemlerin değerlendirilmesi ile ilgili Friedman-Galbraith tartışmasını bir tarafa bırakarak, krizin teorik açıklamasına yöneldiğimizde iki akademisyenden de doyurucu bir açıklama  alabildiğimiz söylenemez. Zira, ikisi de sistemin genetik dokusunu çözümleyerek işleyişi ve bu işleyiş sürecinde krizlerin oluşumunu irdelememişlerdir. Bu nedenledir ki, iki akademisyen farklı sonuçlara varmıştır. Buna rağmen şöyle bir kestirmede bulunmak hatalı olmaz diye düşünüyorum. Friedman daha Keynesyen bir açıdan meseleye bakarken, Galbraith, derin analize girmeden salt yüzeysel ve sonuçla ilgili olarak daha Marksiyen bir yaklaşım izlemiştir. Zira, Friedman türü öneri kısa dönemde krizi önleyebildiği halde, uzun dönemde krize yol açarken, Galbraith türü öneri ise, bunun tersi olarak, kısa dönemde krizi derinleştirirken, uzun dönemde krizin önünde daha güçlü bir duvar örme eğilimi taşır. Bir zamanlarlar Friedman’ın Keynesci olduğu o denli gerçekti ki, 1965  yılında TİME dergisinde yayınlanan bir söyleşisinde, sonraları çok tartışılan, “Şimdi artık hepimiz Keynesciyiz” ifadesini kullanmıştır (Akerlof & Shiller, 2009; viii).

Ek bilgiler

  • Yazar İzzettin Önder
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Kriz

Almanak 20082000’li yılların ortalarından itibaren dünya ekonomisinin merkez ülkelerindeki daralma ve durgunluğun sonuçları, 2007 yılından itibaren özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde konut sektöründe başlayan krizle somutlaştı. Bugünkü krizin temel nedenlerinden biri tüketim açığının kredilerle kapatılmaya çalışılmasıdır. Ücretlerin aşağıya çekilmesi ile genişleyen ve büyüyen sektörler, yine ücretlerin düşük düzeyde olması sebebiyle tüketim açığından kaynaklı olarak krize girmekte ve daralmaktadır.

Uzun süredir Şnansal araçlarla ve spekülatif operasyonlarla ertelenmeye ve törpülenmeye çalışılan krizin temel nedenlerinden biri de tüketim açığının krediler yoluyla kapatılmaya çalışılmasıdır. Ücretlerin aşağıya çekilmesi ile genişleyen ve büyüyen sektörler, yine ücretlerin düşük düzeyde olması sebebiyle tüketim açığına bağlı olarak daralmaktadır. Reel sektörde bir birimlik üretim artışına karşın bu maddi artıştan yola çıkılarak finans ve türev finans piyasalarında yüzlerce birimlik spekülatif işlem yapılmaktadır. Parasal genişleme giderek maddi üretimin zeminini zedeler hale gelmeye başlamakta ve maddi üretim ile parasal taban arasındaki ilişki yapay biçimde tersine döndürülmektedir. Yani maddi üretime bağlı olarak ortaya çıkan türev piyasalar ya da spekülatif işlemler giderek maddi üretimi belirler hale gelmeye başlamaktadır. Paranın toplumsal fonksiyonunda görülen bu değişim, yani paranın basit bir değişim aracı olmaktan çıkarılarak spekülatif bir araca çevrilmesi sermaye kesimine değişik kazançlar sağlamaktadır. Öncelikle spekülasyonla büyük paralar kazanılmakta, bu paralar tüketim için kredi olarak dağıtılarak piyasalar kısmen de olsa canlandırılmakta, dağıtılan kredilerin geri ödenmesi üzerinden toplumsal kontrol mekanizmaları işletilmektedir

Ek bilgiler

  • Yazar Cahide Sarı
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Kriz

almanak20001

Sunuş

Türkiye ekonomisi 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin ardından gittikçe derinleşen ve yapısal bir niteliğe bürünen bir daralma sürecine sürüklenmiştir. Kasım ve Şubat krizleri sadece mali piyasaları sarsmakla kalmamış; gerek bankaların, gerekse şirketlerin bilançolarında ağır tahribata yol açmış; ve üretim ve istihdamda büyük ölçüde gerilemeler yaşanmıştır.

2001 yılı boyunca Devlet Bakanı Kemal Derviş gözetiminde sürdürülen kriz idaresi, ekonominin derinleşen sorunlarına gerçekçi çözümler üretememiş ve yeterli yanıt vermekten uzak kalmıştır. Mayıs 2001’de bizzat Dr. Derviş tarafından sunulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) Türkiye’yi bunalımdan çıkartacak yeni bir program olma iddiası ile hazırlanmış idi. GEGP’yi hazırlayanlar, sürdürülemez iç ve dış borç dinamiğine son verilmesi ve siyaset/ekonomi ilişkilerinin piyasa gereklerine uygun biçimde yeniden oluşturulması ile bunalımın aşılacağı öngörüsünü savunmakta idiler. Ancak GEGP’nin ilanından bu yana geçen dönemde ekonominin sorunları ağırlaşmış ve ulusal gelir yıl toplamında yüzde 8.5 gerilemiş, açık işsizlik oranı ise resmi rakamlarda yüzde 10 düzeyini aşmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü'nce yayımlanan resmi istatistikler, 2001 yılının son çeyreği itibariyle, açık işsizlik oranının tarım dışı sektörlerde yüzde 15'e ulaştığını ve "eğitimli" gençler arasındaki açık işsizliğin Türkiye genelinde yüzde 27'ye, kentsel bölgelerde ise yüzde 30'a yükseldiğini belgelemektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Kurum
  • Yıl 2001
  • Kurum Bağımsız Sosyal Bilimciler – İKTİSAT GRUBU
Yayınlandığı kategori Ekonomi

almanak20001Türkiye 1989’da, TL’nin konvertibilitesini IMF’ye onaylatabilmek üzere, başta dış ticarette ve mali piyasalarda tüm ilgili serbestleşmeleri gerçekleştirdi. Bunu, AB ile arasındaki gümrük birliği anlaşmasının (1964) Son Aşaması’na geçiş (1 Ocak 1996) ve Dünya Ticaret Örgütü’nün yürürlüğe girmesi izledi. Böylece, Türkiye, artık küreselleşme sürecinin bir parçası haline geliyor, mal-para-sermaye piyasaları devlet müdahalelerinden iyice arınmış biçimde serbestçe, dünya ile bütünleşiyordu; devleti küçültme yolunda, daha önce yavaş giden özelleştirmeler de ivme kazanıyordu.

 Bu tablonun oluşturduğu yeni düzende en çarpıcı olay krizlerin giderek ivme kazanması oldu. Finansal dengeleri bozuk, finansal kurumları zayıf ve finansal piyasaları sığ, sanayii ile tarımı düşük verimli bir ekonominin yeni düzene tepkisi, sanki sık sık krizlere düşmesiyle ortaya çıkıyordu; tıpkı zayıf bünyeli bir kişinin güçlü yapıdakilerle güreş minderine çıktığında sık sık yere çakılıp kalmasına benzer bir tablo oldu bu. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin yaşadığı kriz sayısı, 1991, 1994 ve 1998-1999’da olmak üzere, üçe yükseldi; 2000 sonu ile 2001 başındaki krizler bunu izledi. GSMH artış hızında, yavaşlama bir yana, mutlak anlamda düşüşler yaşanır oldu (1994’de ve 1999’da yaklaşık yüzde 6’şar oranında[1]); her krizde yüzbinlerce işçi işsiz kaldı, küçük/büyük onlarca üretici firma iflas ederken batan bankaların sayısı, batırılan fonların tutarı dudakları uçurtan boyutlara geldi. Ve bu arada bir dizi olumsuz etkenin ortaya çıkışı birbiri üstüne bindi. GSMH’nın büyümesi yavaşlarken (1990-99 dönemi yılda ortalama yüzde 2.8) büyüme/kalkınma konuları geri plana itildi;

Ek bilgiler

  • Yazar Gülten Kazgan
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori Kriz

almanak20001Burjuva ekonomi politiğinin en muhafazakar temsilcilerinden birisi olan The Economist dergisi geçtiğimiz yaz ayında 1974 yılından bu yana ilk kez durgunluk konusunu kapak yaptığında, herkes uluslararası kapitalizmin büyük bir bunalımın içine düştüğünü farketti. Elbette o ana gelene kadar bir çok veri bir krizin işaretlerini veriyordu ama; Economist'in bizzat ağzından böyle bir durumun ilan edilmesi, uluslararası sermayenin de bir krizin varlığını kabul etmesi anlamına geliyordu. 2001 yılı boyunca büyüme oranlarındaki hızlı düşüş, dünya ticaretinde belirmeye başlayan daralma, sermaye kesimlerinin pek de duymak istemedikleri kelimeyi, resesyonu akıllara getirdi. Pek hoşlanmadıkları bir kavram bu, çünkü resesyon; kapitalizmin yapısal sorunlarına işaret ediyor ve küreselleşme konjonktürünü kapsayan aşağı yukarı son yirmi yıl boyunca bu yapısal sorunların birer "hayalet"ten ibaret olduğu, 1929 yılındaki gibi bir bunalımın asla yaşanmayacağı hatta 1974'deki gibi bir çöküşün dahi zor olduğu savunuluyordu. Ama 2001 yılı gösterdi ki, yapısal sorunlar uluslararası kapitalizm açısından hala hükmünü sürdürüyor ve eski bildik eğilim, yani "her büyük sıçramayı aynı şiddette bir düşüşün izlediği" yönündeki tez bir kez daha gerçekliğini ispat ediyordu.

Ek bilgiler

  • Yazar Bahadır Özgür
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori Kriz

almanak20001Emek hareketi oldukça uzun süredir, yaklaşık 20 yıldır sürekli bir gerileme içerisinde. 12 Eylül baskıcı ortamının ve Sosyalist Sistemin çöküşünün ortaya çıkardığı ideolojik kaos, sınıf hareketininde ciddi tahribatlara yol açtı. Bütün bunlara dünyada 30 yıldır ülkemizde ise 15 yıldır yaşanan kapitalist üretimin yapısında meydana getirilen bir kısım değişikliklerin emek süreçleri üzerindeki etkilerinin sonuçları eklenince emek hareketinin oldukça derin, yapısal bir krizle karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz.

Ek bilgiler

  • Yazar Tufan Sertlek
  • Yıl 2001
  • Kurum DİSK Basın-İş
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

almanak20001Türkiye 2001 yılında 21 Şubat kriziyle sarsıldı. Krizin MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e "Anayasa fırlatması"yla başladığı da söylendi. Üstelik kriz yaratacağı baştan belli bu olay bizzat hükümettekiler tarafından kamuoyuna yansıdı ve bu "güvensizlik" ortamı içinde bir gecede yüzde 40 develüasyon yaşandı.
1. Dünya Savaşı'nın Avusturya Macaristan İmparatoru'nun bir Sırp tarafından öldürülmesi nedeniyle başladığına inanmak kadar saçma bir sebebe bağlanan krizin altında yatan ise 24 Ocak kararlarından bu yana uygulanan ve en büyük bayraktarlığını 1999 14 Nisan seçimlerinin ardından iktidara gelen DSP, ANAP ve MHP'den oluşan koalisyon hükümetinin IMF'nin ve Dünya Bankası'nın uyguladığı ekonomik programlardı. Bir gecede milyon dolarlar cep değiştirdi ve vurguncular sahneye çıktı. Ücretler bir gecede yarı yarıya azaldı. İşte 2001 yılına böylesi bir krizle girildi.

Ek bilgiler

  • Yazar Seyit Aslan
  • Yıl 2001
  • Kurum DİSK Gıda-İş
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi
Ara...