1980’li yıllarda, küresel düzeyde yeni liberal politikalar ekseninde devlet/piyasa dengesi, piyasa lehine değiştirilmeye başlanmıştır. Toplumsal ihtiyacın karşılanmasında devletin düzenleyici rolünü köklü biçimde değiştiren bu politikalar, toplumsal çıkarların piyasa merkezinde yeniden tanımlanmasına yol açmıştır. Üretimin yeniden yapılanması sürecinde ise küçük üretime dayalı üretim organizasyonlarının toplaştığı yerel/bölgesel alanların hızla uluslar arası piyasalara entegrasyonu
gerçekleşmesiyle birlikte küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ’ler) ve yerelliğe özgü dinamiklerle biçimlenen ağ türü örgütlenen üretim alanları önem kazanmıştır. Böylece dünya ölçeğinde sermaye birikim sürecine etkinlik kıldığı biçimde yerel ve bölgesel alanlar (mekansal ölçekler) yeniden ve yeni kurallara göre tanımlanmaya başlamıştır.
Bu kapsamda çalışmamızda yerelin yeniden yapılandırılması, Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA) ve KOBİ temelli bölgesel/yerel dinamikler arasındaki ilişki bütünlüklü
olarak analiz edilmeye çalışılacaktır. Çalışmamızın ilk kısmında yeniden yapılanmanın tarihsel gözlemi ortaya konulurken; ikinci kısımda ise küresel kapitalizmin taşıyıcı
unsurları olan uluslar üstü kurumların (IMF, DB, OECD, BM, AB vb) yerelin yeniden yapılandırılması ve KOBİ temelli bölgesel/yerel dinamiklerin etkinlik kazandırılmasına
ilişkin uygulamaları irdelenmeye çalışılacaktır. Son kısımda ise küresel kapitalizme eklemlenmeye çalışan Türkiye’de yerelleşmeye yönelik düzenlemelerin ardında yatan olguları ve üretim alanlarının etkinleştirilmesine yönelik çabaları, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu alanların etkinleştirilmesinde esas belirleyici olan özgün koşullar ortaya konulmaya çalışılacaktır.
2004 yılı Kamu Yönetiminde ve özellikle yerel yönetimler temelinde “reform” gerekçesi ile ardarda gelen yasaların TBMM’den geçtiği bir yıl oldu.[1] İçerik ve düzenlemeleri nedeni ile kamuoyunda uzun uzun tartışılan bu yasaların biri (5216 sayılı Büyükşehir Yasası) dışında hepsi Cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek TBMM’ye tekrar görüşülmek üzere geri gönderildi. Varolan Kamu Yönetimi yapısını, görev ve yetki alanları başta olmak üzere değiştirmeyi hedefleyen bu yasa tasarıları bir yandan merkez yönetiminin yetkilerinin kısılması ve yerelin önünün açılması ve dolayısı ile demokratikleşme olarak değerlendirilirken, öte yandan yönetimde yetki kargaşası yaratması, kamu yönetim yapısının ters yüz edilmesi, üniter devlet yapısının yok edilmesi vb. kaygılara zemin hazırladı.
Konunun bir başka boyutunu ise yapılan bu düzenlemelerin AKP iktidarının tasarrufları olarak ele alınması ve bir siyasi çizginin ürünü olarak değerlendirilmesi oluşturdu. Bu açıdan bakıldığında ise düzenlemelere karşı çıkmak hükümete karşı siyasi bir tavır almanın bir parçası olarak algılandı ve yaşama geçirildi.
Oysa, tüm Türkiye’de konu ile ilgili çevrelerin çok uzun bir zamandır dile getirdiği ve üzerinde birleştikleri bir nokta ‘merkezi yönetimin’ aşırı güç sahibi olması idi. Merkezi yönetimin bu gücü, yerel yönetimler üzerindeki katı vesayet uygulamaları, ‘demokratikleşmenin’ önünde önemli bir engel oluşturuyor, yerelin katılımını ve hizmetin yerelde örgütlenmesini sınırlıyordu. Bu noktadan bakıldığında kamu hizmetlerine ilişkin yetkilerin merkez yönetim ile yerel yönetimler arasında paylaşımı konusunda bir sorun vardı. Bu sorunun çok önemli bir ayağını da yerel yönetimlere daha fazla yetki ve kaynak verilmesi gerekliliği oluşturuyordu.
2004 yılında bir paket halinde sunulan Kamu Yönetimi Reform Yasaları, hazırlayan ve sunanlar açısından tüm bu sorunları çözen, yerele inisiyatif tanıyan, demokratikleşme doğrultusunda önemli açılım sağlayan bir içerik taşımaktaydı. Değişimin yanı sıra verimliliği, performansı, yönetimde şeffaflığı, hesap verebilirliği, yönetime katılımı, yerel kaynakların yerel hizmetlerde kullanımını ve yerelde denetimi, vb. birçok düzenlemeyi birden getiren bu reform paketine neden karşı çıkılıyordu?