Bir ülkede eğitim sistemi oluşturulurken, temelde bireyin eğitim hakkını güvence altına alan, eğitim sisteminin kendi içindeki sorunlarını çözümleyici nitelikler taşıyan ve toplumun gelişme dinamiklerini göz önünde bulunduran bir yapının oluşturulması beklenir. Bu durum, elbette bugün temel bir insan hakkı olarak kabul edilen eğitimin parasız, bilimsel, laik ve demokratik bir içeriğe sahip olmasından bağımsız olarak ortaya çıkmaz. Dolayısıyla Türkiye’de eğitim sistemine yönelik her politikada evrensel kurallar ve ülkenin özgün ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların mutlaka bulunması gerekir.
Eğitim hakkının bir insan hakkı olarak kabul edilmesinin ardından, pek çok gelişmiş kapitalist ülkede parasız, nitelikli, kamusal eğitim hakkı ön plana çıkmıştır. Ancak 1970’li yıllardan itibaren etkisini hissettiren “piyasacı”, “özelleştirmeci” yaklaşımlar, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da “serbest rekabet”in geçerli olduğunu savunmuş ve “daha rekabetçi” ekonomiler yaratmak için kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi ya da özelleştirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.