Türkiye, uzun yıllar kamu kesimi borçlanma gereksinimi, giderek büyüyen borç stoku, yüksek faiz haddi ve ekonomiyi tahrip edici enşâsyon altında, 1999 yılında IMF ile “gözetim” altına girmiş ve 2000 yılı başından itibaren de IMF ile yapmış olduğu stand-by anlaşmaları altında 2008 yılına ulaşmıştır. 2008 yılının ortasında Merkez Bankası Başkanı enflâsyona yenik düştüklerini itiraf ederek, bu yıl sonu itibariyle saptanmış olan %4 hedefinin yükseltme yönünde revize edildiğini açıklamış bulunmaktadır. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı da Merkez Bankası Başkanı’na göndermiş olduğu 3 Haziran 2008 tarihli mektubu ile yapılan revizyonu desteklemiş ve kamu hesaplarının bu doğrultuda yapılacağı yolunda1 beyanda bulunmuştur. Şimşek’in mektubundaki verilere göre, 2009, 2010 ve 2011 enflâsyon hedefleri, sırasıyla, %7.5, 6.5 ve 5.5 olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Merkez Bankası tahminlerine göre, 2008 yılı enflâsyon oranının %9.4 olacağı öngörülmektedir.2 Sonuçlarla ilgili bu basit göstergelerin ışığı altında bu yazıda ele almak istediğim konu, 2000 yılı başında IMF ile yapılmış olan standby anlaşmasının hedefi ve sekiz yıl boyunca yapılmış olan uygulamaların öngörülen hedefe ne denli hizmet ettiğidir.
Ele alınan konunun işlenmesinde, kamu bütçesi verileri yardımı ile kritik yıllar için dönem başı hedefler ile dönem sonu gerçekleşmeler karşılaştırılarak aradaki fark ortaya koyulacaktır. Dönem başı hedefler IMF sözleşmesini yansıtırken, dönem sonu gerçekleşmeler ise uygulanan politikaların sonuçlarını vermektedir. Böylece elde edilen sonuçlarla hedeflerin karşılaştırılması sonucunda, uygulanan politikaların ekonomik koşullara uygunluk derecesi kadar, saptanan hedeflerin gerçeklik derecesi test edilmiş olacaktır.