1980’li yıllar öncesinde küçük mahalli bankaların ya da sandıkların tasfiyesi veya bir devlet bankası bünyesine katılması şeklinde yaşanan süreç, 1990’larda ülke düzeyinde yaygın faaliyet gösteren bankaların önce Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi ve ardından tasfiye edilmesi şeklinde yaşanmıştır. 1960-1980 döneminde 20 yılda 22 banka ya da sandık faaliyetine son verilirken, bu sayı 1997 sonrasında 19’dur.
1999 Aralık ve 2002 Ocak ayında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmalarıyla imzalanan tüm niyet mektuplarında bankacılık sektöründe yapılmak istenilenler: 1- Devlet bankalarının özelleştirilmesi için gerekli mevzuatın hazırlanması, 2- Özel sermayeli ticaret bankalarının da sermayelerinin güçlendirilmesi ve gerekli ayıklamanın yapılmasıdır.
Küresel sermayenin spekülatif hareketlerinin ‘güvenliği’ için, sağlam bankacılık sistemi IMF’nin öncelikli talebi olarak öne sürülüyor.
Sektördeki ayıklama, finansal kriz içinde olan bankanın önce Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesi ve ardından da ya satılması ya da tasfiye edilmesi şeklinde oldu. Bankalar yasasının bankaların fona devrini kolaylaştırmak yönünde değiştirilmiş olması, bu alanda yapılmak istenilenlerin gerçek amacını ortaya koymaktadır.
Sektörde 2001’de özellikle ‘yeniden yapılanma’ tanımlamasıyla bir dizi operasyonlar gerçekleştirildi. Bankacılık kesiminin mali ve operasyonel anlamda yeniden yapılandırılması çalışmaları ile eş anlı olarak sektöre yönelik olarak, gözetim ve denetim çerçevesini güçlendirmeye yönelik bir dizi düzenlemeler yapıldı. Özelleştirilen Etibank ve Sümerbank da, TMSF’ye devredilen bankalardandı.
Sektörün büyüklüğü Eylül 2001 itibariyle 170 katrilyon liraya yaklaştı (Tablo.1), ama bankacılık sisteminin toplam maliyeti de 60 katrilyon liraya buldu.
84 yıllık Türk Ticaret Bankası (davası Danıştay’da) ve 74 yıllık Emlak Bankası’nın kapısına kilit vuruldu ve özel sermayeli bazı bankalar fona devredilerek tasfiye edilirken, bazılarının da iç borç takasıyla sermayeleri güçlendirildi.
Hatta 1994 kriziyle sadece tasarruf mevduatlarına verilen ‘devlet garantisi’güvencesi, 2000 Kasım kriziyle bilanço dışı nazım hesaplarını da kapsayacak şekilde genişletilmesiyle, sektörün dörtte üçü kapsama alındı.
Tablo.1- Bankacılık sektörü performansı
(Trilyon TL)
Aralık Eylül
2000 2001
Aktif toplamı 104.093 169.796
Krediler toplamı 31.845 43.908
Menkul değerler cüzdanı 11.995 38.391
Mevduat toplamı 58.900 105.461
- Tasarruf mevduatı 17.947 24.907
- Döviz tevdiat 27.908 65.727
Öz kaynak 7.202 15.645
- Ödenmiş sermaye 5.578 10.517
- Net kar/zarar (-) -2.709 -3.329
Bilanço dışı işlemler 105.032 112.733
Banka sayısı(adet) 79 68
Şube sayısı(adet) 7.830 7.321
Personel(adet) 171.732 147.453
Kaynak: BDDK.
‘Sıcak para’ modeli
1980’lerde sermayenin yeniden yapılandırılması, birbirinden soyutlanamaz 24 Ocak ekonomik ve 12 Eylül siyasal kararlarıyla birlikte gerçekleştirildi.
1 Temmuz 1980’de faiz oranları serbest bırakıldı. 2 Mayıs 1981’de kurlarda günlük belirleme sistemine geçildi. ANAP’ın hükümet olmasının haftasında 29 Aralık 1983’te alınan kararlarla kambiyo rejiminde serbestleşme dönemi başladı. 8-9 Ağustos 1989’da 32 sayılı kararnameyle sermaye hareketlerinde serbestleşme dönemi başlatıldı. TL’nin de konvertibil bir para olduğu açıklandı.
Bu kararla, Türkiye’ye uluslar arası sermaye hareketlerinin giriş ve çıkışı serbest bırakıldı. Bunun reel sektöre yatırım için yabancı sermayenin gelmesini artıracağı ve böylece döviz gelir gider dengesinin olumlu yönde etkileneceği ifade edildi. Sanayide ‘yeterli rekabetçi’ ortam ve döviz gelirlerinde kalıcı artış sağlanamadan atılan bu adım sonucunda, ekonomi döviz kuru, faiz ve borsa üçgenine sıkıştırıldı. Ama sermaye hareketleri esas olarak portföy yatırımlarında yoğunlaşınca, yaşanılanla ifade edilen bir biriyle örtüşmedi.
Sıcak para hareketlerine imkan veren bu kararla bankalar da, dışardan sağladığı kaynağı devletin iç borçlanma senetlerinde değerlendirdi. Yabancı para birimleri karşısında değerlenen Türk Lirası politikasıyla, reel faiz politikası izlendi.
Paradan para kazanma ilişkileri güçlendirildi. Spekülatif sermaye, sistem içinde öncelikli konuma getirilerek, sürekli palazlandırıldı. Sıcak para hareketlerine bağımlı bir yapı oluşturuldu. Bu da, reel ve mali sektör açısından istikrarsızlığı arttırdı.
Bankalar da esas fonksiyonu olan reel sektöre kredi verme işlevi geri plana düşerken, faiz ve döviz kuru arbitrajına göre oluşturduğu spekülatif kazancı esas olan bir politika izledi.
Artık TL’nin erimesi, engellenemez oldu. Dışardan getirilen dövizin içerde Hazine bonosu veya devlet tahvilinde değerlendirip, yeniden dışarı çıkmasına imkan sağlayan sıcak para politikasıyla, tasarruf açığının kapatılacağı ve bunun hem yatırıma hem de istihdama katkısının olacağı iddia edildi. Geride bırakılan 13 yılın muhasebesi bu iddianın gerçekleşmediğini gösteriyor.
Kambiyo piyasasındaki serbestleşme ve konvertibiliteye geçişle, kriz daha da derinleşti, istikrarsız büyüme yapısallaştı, önce yüksek büyüme ve ardından ciddi oranda daralma süreci yaşandı ve enflasyon da dizginlenemedi. İstikrarlı büyüme politikası izlenemezken, enflasyon da her zaman üç haneli olma potansiyeli taşıdı.
Son 20 yılda önceki dönemlere kıyasla yıllık ortalama, hem enflasyon daha da arttı hem de büyüme oranı küçüldü. 1960’dan 1980’lere kadar yıllık ortalama yüzde 6’ya yakın düzeyde gerçekleşen büyüme oranı, 1980 sonrasında yüzde 4’ün altında kaldı. Yıllık ortalama, 1960-70 döneminde yüzde 5,5’i geçen enflasyon oranı, 1970-80 döneminde yüzde 25 düzeyinde gerçekleşti. Daha sonraki dönemde ise bu oran, yüzde 65’i aştı.
Dolar, TL’nin yerine geçti
Dolar, sadece bir tasarruf aracı değil, günlük ticari işlemlerde de tercih edilen bir para birimi oldu.
Sıcak para politikasıyla resmi para birimi Türk Lirası (TL) yerine yabancı para birimlerinin kullanımının artmasıyla, dolarizasyon olarak nitelendirilen TL’den bir kaçış yaşandı ve bu da, Merkez Bankası’nın para politikasındaki etkinliğini sınırlandırdı. Dolar, tasarruf aracı olmanın ötesinde günlük ticari ilişkilerin de para birimi olarak hakim bir konuma ulaştı.
Ekonomide dolara endeksli bir yapılanım arttıkça, döviz gelirlerinin giderlerini tam olarak karşılayacak bir konumda olmaması nedeniyle sistemin krizini tetikleyen bir fonksiyonu oldu.
Yıllar sonrasında ekonomi bürokratik cephenin Merkez Bankası Başkanı ile birlikte önde gelen iki liderinden biri olan Hazine Müsteşarı Faik Öztrak’ın, “Artık sıcak parayla büyüme bitti” (Milliyet ve Radikal, 15 Şubat 2002) demek zorunda kalması, iflasın itirafından başka bir şey değildir.
Sıcak para politikasıyla TL alanı gerilerken, dolar alanı hızla genişledi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Aralık 2001 raporuna göre, bankacılık sektörü aktif toplamında Aralık 2000’de yabancı para cinsinden varlıkların yüzde 35,3 olan payı Eylül 2001’de yüzde 48’e yükseldi. Aynı dönemde pasif toplamında yabancı ara cinsinden kaynakların payı yüzde 46,8’den yüzde 59,1’e arttı. Tüm banka grupları itibariyle benzer yönde bir artış vardır. Bu, şubat devalüasyonuna rağmen artan dolarizasyonun en somut göstergesidir. Bu artış esas olarak kredilerde ise, TL kredilerin payının gerilemesi şeklinde yaşandı.
Döviz gelirlerinin yetersizliği nedeniyle, sıcak paranın zaman zaman ani yurtdışına çıkış yapmasıyla, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de olduğu gibi ekonomi sık aralıklarla dalgalandı. Bu, sadece döviz piyasasıyla sınırlı kalmayarak, para ve sermaye piyasasına da yansıdı.
Devletleştirilen ‘özel’ bankacılık
Bankacılık sisteminde sınırlı miktarda tasarruf mevduatına uygulanan ‘sigorta’güvencesi, 1994 kriziyle tüm tasarruf mevduatını kapsayacak şekilde yaygınlaştırıldı. 2000 yılının Kasım ayındaki kriz sonrasında 2001 yılı Ocak ayında, teminat mektubu gibi bilanço dışı nazım hesapları ve yurtdışı şubelerin yükümlülükleri de devletin garantörlüğü kapsamına alındı (BDDK, 18 Ocak 2001).
2001 yılı Eylül ayı itibariyle teminat mektubu, banka kabulleri, repo işlemleri, garanti ve kefaletler gibi bankanın kefil olduğu bilanço dışı nazım hesaplar dahil 282,5 katrilyonluk sistemin yüzde 72’si 203,4 katrilyon lirası devlet garantisindeki bankacılık faaliyetleri (Tablo.2). Bu, bir anlamda sektörün devletleştirildiğinin ifadesidir. Ekonominin en çok piyasa kurallarının işlerlik kazandığı sektör olarak tanımlanan para piyasasında, bu halde devlet şemsiyesi altında özel sektör bankacılığı yapılıyor.
Özel sermayenin piyasa ekonomisi şartlarına uygun faaliyet gösterdiği alan olarak iddia edilen bankacılık sisteminin yüzde 72’sinin devlet garantisinde olması, bir anlamda geçen Ocak ayında yapılan yasal düzenlemeyle devletin sermaye koyarak ortak olmasının ötesinde sistemin devletleştirildiğinin ifadesidir.
Tablo.2- Devlet desteğinde bankacılık
(Trilyon TL)
Eylül 2001
TL tasarruf mevduatı 24.907
Döviz tevdiat hesapları 65.727
Nazım dışı hesaplar 112.733
Toplam (1) 203.367
Sektör toplamı (2) 282.529
- Aktif toplamı 169.796
- Nazım dışı hesaplar 112.733
Devlet garantisi (Yüzde 1/2) 71,9
Kaynak: BDDK.
Sistemde yoğunlaşma arttı
Sektördeki yoğunlaşmanın göstergesi olarak, bankaların aktif toplamına göre en büyük 5 ya da 10 büyük bankanın payı dikkate alındığında 2000 Aralık sonrasında 2001’in Haziran ayına kadar belli bir oranda geriledi ve ardından tekrar yükseldi. Yoğunlaşmanın sektörü etkileyecek bir konumda olduğu hesaplandı.
Aktif toplamında ilk 5’in (Ziraat, Halk, İş Bankası, Yapı Kredi ve Akbank) Aralık 2000’de yüzde 47,8 olan payı, Haziran 2001’de yüzde 41,8’e düştü ve Eylül 2001’de ise yüzde 47,6’ya çıktı. Bu durum ilk 10 (ilk 5’e Garanti, Vakıflar, Pamukbank, Osmanlı ve Koçbank ekleniyor) banka açısından da geçerlidir. Krediler ve mevduat payında da benzer bir dağılım olduğu hesaplandı (Tablo.3).
Sektördeki yoğunlaşma, rekabetin niteliğini de ortaya koymaktadır. 10 banka patronunun, sistemde istediğini yapmak imkanı vardır. Sistemdeki yoğunlaşmanın etkin olduğu bir sırada, sektörde çok bankanın faaliyet gösterdiğini iddia etmek bir tesadüf olmasa gerek.
Tablo.3- Sektör 5 banka hakimiyetinde
(2001 eylül, yüzde)
5 banka 10 banka
Aktiflerde payı 47,6 67,4
Kredilerde payı 44,8 69,5
Mevduatta payı 53,4 73,7
Açıklama: Aktif toplama göre.
Kaynak: BDDK.
Finans sermayesi ihracı
1990’lı yıllarda bankalar, bir biçimde giren parayı, sistem içine çekmek amacıyla gündeme gelen off-shore bankacılığın yanı sıra, yurtdışında daha öncesinden beri var olan temsilcilik ve şube açma ağını bizzat banka kurarak daha da güçlendirdi. Sermaye ihracında bulundular.
Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, bankaların 101 tane şube ve temsilciği var. Ülkeler sıralamasında 43 şube ve temsilcilikle Almanya başı çekiyor. Bunu 13 şube ve temsilcilikle KKTC, 8’le Bahreyn, 6’şar taneyle İngiltere ve Malta, 4’le ABD, 3’er taneyle Hollanda, Belçika, İsviçre, Rusya, 2’şer taneyle Fransa ve Lüksemburg, 1’er taneyle Avusturya, Çin, Gürcistan, İran, Makedonya izledi.
Şube ve temsilciliği olan bankalar arasında Ziraat Bankası da ilk sırayı alıyor.
Bankaların yurtdışında toplam 89 tane mali iştiraki ya da bağlı ortaklığı var. Bu ülkeler arasında KKTC, Kazakistan, Özbekistan, Almanya, Azerbaycan, Bosna, Hollanda, İrlanda, İzlanda, Romanya, Bulgaristan, Fransa, İsviçre, Rusya, Malta, Cayman Adaları, Lüksemburg, Avusturya, İngiltere var.
Garanti Bankası’nın 9, Ziraat Bankası ve Demirbank’ın 7, Finansbank’ın 6, Osmanlı Bankası’nın 5; Vakıflar Bankası ile Yapı Kredi Bankası’nın 4’er; Kentbank, Koçbank, Şekerbank, Dışbank, Körfezbank ve Halk Bankası’nın 3’er tane; Akbank, Alternatif Bank, İş Bankası, İktisat Bankası, Bank Ekspres, TEB, Oyakbank, Sümerbank, Yaşarbank ve Emlak Bankası’nın 2’şer tane; Pamukbank, GSD Yatırım Bankası, Tekstilbank, Toprakbank, Egebank, Esbank, Bayındırbank ve EGS Bank’ın 1’er tane iştiraki ya da ortaklığı var.
Faizi, ‘büyük hesaplar’ götürüyor
Para piyasalarını güçlendirmek adına, yüksek faizin ‘icat’ gibi sunulduğu 1980’li yıllarda tasarrufu artırmak ve dolayısıyla yatırımları finanse etmek için bunun bir zorunluluk olduğu özellikle Turgut Özal tarafından hep dillendirildi.
Bugüne kadar da Özal’ı aratmadan hep uygulandı.
2001 verileri mevduat grupları itibariyle dağılımı açıklanmadığı için, 2000 yılı verileri tasarruf mevduatı ve hesabı adeti dağılımı, mevduat faizinden hangi kesemin kazandığı konusunda belli bir fikir vermektedir. Bir önceki yılki (2000) tasarruf mevduatı toplamı 17 katrilyon 947 trilyon 802 milyar lira olup, bu mevduat da, tam 48 milyon 645 bin 534 hesaba aittir.
Tasarruf mevduatı belli dilimlere bölündüğünde ve bunun da hesap payı bulunduğunda küçüklerin tasarruf edeceği ve faizinden önemli gelir sağlayacağı tezinin, sadece bir iddia olduğu bir kez daha anlaşıldı.
Mevduat tutarı 50 milyon liranın altında olan hesapların mevduat toplamındaki payı yüzde 1,26’dır. Ama bunların hesap toplamındaki payı ise tam yüzde 81,42’dir. Yani her 100 tasarruf hesabından 81,42 tanesinin, her 100 liralık mevduattaki payı sadece 1,26 liradır. Hesabı 100 milyar liranın üzerinde olanların mevduattaki payı yüzde 23,94 olup, bunun hesaptaki payı ise yüzde 0,02’dir. Buna göre 10 bin hesapta 2’sinin tasarruf mevduatı hesabı 100 milyar liranın üzerindedir(Tablo.4).
Tasarruf mevduatı hesabın yüzde 81,4’si mevduatın yüzde 1,26’sına sahip olurken, mevduatın yüzde 23,94’ü ise hesabın yüzde 0,02’sine aittir.
Bu tablo, yüksek faiz politikası ve faiz gelirinden vergi alınmaması siyasetinin karakterini net olarak ortaya koyuyor. Bu bir. İki, tasarruf mevduatına getirilen güvencenin kimin için güvence olduğunu da gözler önüne seriyor.
Tablo.4- Tasarruf mevduatı kime kazandırıyor?
(2000- yüzde)
Mevduat Hesap
payı payı
0-50 milyon TL 1 1,26 81,42
50 milyon 1-250 milyon 3,06 8,55
250 milyon1-1 milyar 8,42 5,70
1 milyar 1-5 milyar 18,61 3,46
5 milyar 1-25 milyar 25,98 0,73
25 milyar 1-100 milyar 18,73 0,12
100 milyar 1 ve yukarısı 23,94 0,02
(‘): 50.000.001 lira ve 250 milyon lira arası
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, 2000 raporu.
Özel sermayeli bankalar hakim
‘Sektöre, devlet bankaları hakimdir’ tezi, yılların değişmeyen iddiası. Oysa bankacılık sektörüyle ilgili veriler, bu iddiayı yalanlıyor.
1980’lerden itibaren devlet bankalarının sektördeki payı sürekli azaldı ve 1990’larda sistemdeki payı yüzde 50’nin altına indi. 1990’da aktiflerde ve kredilerde yüzde 45’er, mevduatta yüzde 49 olan devlet bankalarının payı, daha sonraki yıllarda hızla geriledi. Kamu bankalarının payının azalmasına paralel olarak, özel sermayeli yani holding bankalarının payı da arttı. 2001 yılında da, bu değişim holding bankaları lehine sürdü. 2001’in ilk dokuz ayı sonunda kamu bankalarının aktiflerdeki payı 7 puan azaldı. Bu gerileme, kredilerde 9 puan ve mevduatta 8,6 puan olarak gerçekleşti (Tablo.5).
1990’lı ve 2000’li yıllarda sistemdeki kamu-özel sektör grup payı, aynı zamanda mali piyasalardaki krizin niteliğini ortaya koyması bakımından da önemli olup, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (Fon) yönetimindeki bankalar da, böylesi bir değişimin doğrudan sonucudur.
Tablo.5- Sistemde bankacılık grupları payı
(2001 Eylül, yüzde)
Aktif Krediler Mevduat
Kamu sermayeli 27,2 18,6 31,2
Özel sermayeli 53,6 67,2 56,6
- İlk beş banka 36,1 52,8 38,6
Fon bankaları 11,7 3,8 10,8
Yabancı bankalar 2,6 2,4 1,4
Kalkınma ve yatırım 4,8 8,0 -
Sektör(Trilyon TL) 169.796 43.908 105.461
Kaynak: BDDK.
Sistemde yapısal riskler
Sıcak para politikasının izlendiği 1990’lı yıllarda sektörde özel sektörün payının artmasına bağlı olarak, devletin sisteme sağladığı güvence alanı da genişletildi. 1994 yılı öncesinde çok düşük düzeyde tasarruf mevduatlarına sağlanan güvence, tümünü kapsayacak şekilde genişletildi ve bir de buna 2001 yılı başında nazım dışı hesaplar eklendi.
Devletin, özel sermayeli bankalar payının yüzde 70’leri aştığı günümüzde tasarruf sahiplerinin mevduat alacağının ve nazım dışı hesapların sistemde yüzde 72’ye ulaşan mali yüküne garanti vermesine, yani sektörün yüzde 72 riskini üstlenmesine karşın böylesi bir krizin yaşanması, aslında yaşanılan krizin niteliğini ortaya koymaktadır. Toplam 65 bankanın faaliyet gösterdiği sistemde yaşanılan kriz, özünde holding bankacılığı krizidir (Tablo.6)..
Bankaların ve bankacılık sisteminin yaşadığı krizi hazırlayan nedenler olarak, tasarruf eksikliği, kamu maliyesi sorunları, yönetim hataları, derinliği olmayan finansal sistem ve döviz kuru rejimi sıralanmaktadır. Bunlardan birisinin ya da hepsinin birden etkisi olabilmektedir.
Ama gerek her hangi bir banka özelinde gerekse sistem genelinde aktif-pasifin vade yapısı ve döviz pozisyonundan kaynaklanan belirgin iki risk unsuru vardır. Vade yapısı, toplanan ve kullandırılan kaynakların vadelerini içerir. Döviz pozisyonu da, döviz varlığı ve döviz yükümlülüğü karşılaştırmasıyla bulunan sonuçtur.
Sıcak para politikasıyla yüksek sermaye girişiyle sağlanan büyüme sonrasında hızla sermaye çıkışıyla krizin yaşanması, ödemeler bilançosu üzerinde doğrudan etkisi olmaktadır.
Tablo.6- Bankacılık sistemi (2001 Aralık)
Banka Grubu Sayısı
Kamu bankaları 3
Özel sermayeli bankalar 21
TMSF bankaları 9
Yabancı bankalar 15
Kalkınma ve yatırım 15
Toplam 64
Holding bankacılığı krizi
Bugün sistemin aktif-pasif yönetiminin vade yapısından kaynaklanan risk, bankaların TMSF’ye alınması ve alacakların tahsiliyle giderilmeye çalışılırken, döviz pozisyonundan kaynaklanan risk de, geçen yılın Haziran ayında yapılan takasla önemli oranda geriletilmiştir.
Sektörde vade yapısı sorununu bir nevi Hazine borcu olan ‘görev zararıyla’ devlet bankaları ve her iki riski de özel sermayeli ticaret bankaları yaşamıştır. Görev zararı devlet tahviliyle karşılanırken, özel sermayeli bankalar da ya fon bünyesine alınmış ya da belli sermaye desteği gündeme getirilmiştir.
Özel sermayeli ticaret bankaları nitelik olarak aslında birer grup ya da holding bankasıdır. BDDK Başkanı Engin Akçakoca, “Bankacılık sistemi Türkiye’de 50 yıldır aile ve holding sahipliği üzerine kurulu. Bu konuyu tartışmak için geç kaldık” (Milliyet, 1 Ocak 2002) değerlendirmesiyle, sistemin yapısal durumunu özetlemiştir.
Ana sermayenin belli bir grubun elinde olması, bankanın faaliyetlerini de etkilediğinin ve krizi yaşadığının en somut örneği, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bünyesine alınan 19 bankadır. Fon yönetimine alınan 19 bankanın 16 tanesi holding bankasıdır. Aralık 2001’de faaliyet gösteren özel sermayeli 21 ticaret bankasının tam 18 tanesi bir holding ya da sermaye grubuna aittir (Tablo.7). Buna İş Bankası’nın da katılması halinde sayısı 19’a yükselmektedir. Bu anlamda sisteme holding bankaları karakterini vermektedir; ve krizin niteliğini de.
Holding bankaların kaynak toplama ve plasmanında kullandığı yöntemlerinden birisi de, off-shore bankacılığı idi. Bu uygulamada KKTC, bir nevi pilot bölge seçildi.
Bu çark belli bir süre sonra tıkandı. Sorunlar bugünkü kriz boyutuna ulaştı.
Bankaların fon yönetimine alınması, hisselerin devredilmesi ve bankacılık faaliyetinin de aynen devam etmesi demektir. Bu yöntemle, bankaların sisteme getirdiği yük fonda kalmaktadır. Ama fon yönetimine alınmadan tasfiyesine gidilmiş olsaydı, o zaman yük ana sermayedarda kalacaktı. 1999 Haziran, 1999 Aralık ve 2001 Mayıs aylarında bankacılık yasasında yapılan değişiklik, esas olarak bankaların fona devrini kolaylaştırmak için yapılmıştır.
BDDK’nın Şubat raporunda (sayfa 19), holding bankaları krizi şöyle özetleniyor:
Kasım ve Şubat krizlerinin etkisiyle mali bünyeleri ve karlılık performansları kötüleşen özel bankaların daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması, Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı’nın çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Özel bankalara yönelik program kapsamında; bu bankaların sermaye yapılarının güçlendirilmesi, sorunlu kredilerin çözümlenmesi, yabancı para açık pozisyonların daraltılması ve devir ve birleşmelerin özendirilmesi konularında düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Kasım ve Şubat aylarında yaşanan krizler sonrası daha da belirginleşen bankacılık kesimindeki sermaye yetersizliği sorununu çözüme kavuşturmak ve banka sahipleri ile hissedarların sermaye artırımına katkılarını artırmak amacıyla; her bir bankanın mali durumuna göre farklılık gösteren, sermaye artırımı ve/veya sermaye benzeri kredi temini ve yeniden yapılanma stratejilerini içeren takvime bağlı taahhüt mektupları alınmış ve bu taahhütlere uyum titizlikle takip edilmiştir. Sermaye artırımı programı kapsamında, bankalarca 1.884 trilyon liralık sermaye artış taahhüdünde bulunulmuş ve 31 Aralık 2001 itibariyle bu taahhüdün 1.765 trilyon lirası yerine getirilmiştir.
Tablo.7- Holding bankaları (2001 aralık)
Holding/Grup Banka
Sabancı Holding Akbank
Çukurova Holding Yapı Kredi Bankası ve Pamukbank
Koç Holding Koçbank
OYAK Grubu Oyak Bank
Doğuş Holding T. Garanti Bankası
Doğan Holding Türk Dış Ticaret Bankası (Dışbank)
Uzan Grubu Adabank ve T. İmar Bankası
Anadolu End. Holding Alternatif Bank
Zorlu Holding Denizbank
Fiba Holding Finans Bank ve Fiba Bank
MNG Holding MNG Bank
GSD Holding Tekstil Bankası
Tekfen Holding Tekfenbank
Özyol Holding Turkish Bank
Çolakoğlu Grubu Türk Ekonomi Bankası
Devletçi kurtarma ve uluslar arası deneyim
Bankacılık krizi ve izlenen politikalarla birlikte, Tayland, Güney Kore, Malezya, Endonezya, Meksika, Brezilya ve İsveç deneyimleri sıklıkla gündeme getirilmekte ve belli politikalar üzerinde durulmaktadır (Devletin sisteme aktardığı kaynakla yani üstlendiği mali yükle ilgili birbiriyle çelişen rakamları içeren makaleler var). Özelleştirme, donuk aktiflerin satılması, risklerin yeniden belirlenmesi gibi politikaların yanı sıra mali yükü devletin/kamunun üstlenmesi gibi ana politika ise değişmemektedir.
Bunun için Türkiye’de bankacılık sistemine yönelik devletin üstlendiği ve dolayısıyla halka kesilen faturanın, aslında uluslar arası bir deneyim olduğu üzerinde durulmaktadır.
Adı geçen ülkelerde sistemin yeniden yapılandırması politikasıyla, birçok banka tasfiye edilmesinin yanı sıra devletin yüklendiği maliyetin ulusal gelire oranının yüzde 18’e kadar çıktığı ifade edilmektedir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun verilerine göre, adı geçen ülkelerde bankacılık sistemine devletin aktardığı kaynakla ilgili şu değerlendirme yapılıyor: Meksika’da 87,3 milyar dolar, Tayland’ta 12,5 milyar dolar, Güney Kore’de 36,3 milyar dolardır. TÜSİAD’ın raporuna (12 Nisan 2001) göre, Brezilya’da bankacılık sektörü maliyeti 20 milyar doları özel ve 65 milyar doları da devlet bankaları olmak üzere toplam 85 milyar dolara ulaşmıştır.
Türkiye’de bitmemiş ve halen devam eden bankacılık operasyonun toplam maliyeti de, 50 milyar doları buldu.
Görev zararı tasfiyesi ve 30 katrilyonluk bedel
Devlet bankaların Hazine adına bazı giderleri karşılaması ve bunun yasal sınırlamaya rağmen sürekli artarak sürmesi nedeniyle görev zararları, holding bankaları krizi maskelemek amacıyla hep tartışıla geldi. Bir anlamda bu, Hazine’nin devlet bankalarına yıktığı borcu olup, faizi dikkat çekici kadar yüksek olarak belirlenmiştir; faiz oranları piyasanın çok üzerinde yüzde 300’lere (TC Sayıştay Başkanlığı, 2000 yılı Mali Raporu, sayfa 126) kadar yükselmiştir. Bunun sonucu olarak görev zararlarının hızla büyümesinin önemli bir nedeni de bu faiz oranlarıdır.
Ayrıca görev zararlarıyla ilgili resmi veriler de birbirleriyle çelişmektedir. Sayıştay’ın aynı raporuna (sayfa 127) göre 1999’da 13 katrilyon lira olarak belirlenen görev zararları toplamı, BDDK’ya göre 2000 yılı sonunda 2,9 katrilyon liradır (Tablo.8).
BDDK’ya (Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı: Gelişme Raporu, 6 Şubat 2002) göre, 2,9 katrilyon lira olan görev zararı toplamı, uygulanan yüksek faizin de etkisiyle beş ay sonra mayıs 2001’de 25,9 katrilyon liraya yükselmiştir. Özel tertip tahville görev zararları alacakların tamamı tasfiye edilmiştir. Ayrıca devlet bankalarının 16 Mart 2001’da 8,5 katrilyon liraya ulaşan holding bankaları ve bankacılık dışı kesime olan borçlarıyla birlikte 14 katrilyon liralık kısa vadeli yükümlülükleri de, ayni tip tahville ödenmiştir. Böylece devlet bankaların gecelik 4,3 katrilyonluk borçlanması da sıfırlanmıştır.
Bu halde, devlet bankalarına yönelik operasyonun toplam maliyeti 30 katrilyonlirayı aşmaktadır. Devlet bankalarına böylesine yine kamu kaynağı konulması, Şubat 2001 krizi sırasında Ziraat Bankası Genel Müdürü olan Osman Tunaboylutarafından, bu bankaların senetsiz olan alacaklarının senetli hale getirildiğini, bunun da daha öncesinden yapılabileceğini ve böylece kamu bankalarının günah keçisi haline getirilmemiş olacaktı, uyarısında bulundu (Dünya, 29 Mart 2002).
Devlet bankalarının gecelik borçlanmasının piyasadaki giderilmesine rağmen, faizin düşmemesi sistemdeki etkin grup holding bankalarının finansal durumundan kaynaklanan sorunları öne çıkarmaktadır.
Tablo.8- 2001’de görev zararı hızla arttı
(Trilyon TL)
Ziraat Halk Emlak Toplam
2000 sonu 2.034 863 - 2.897
2001 ocak 2.333 2.167 - 4.500
Şubat - 1.000 - 1.000
Mart 550 1.750 - 2.300
Nisan 4.500 1.750 - 6.250
Mayıs 4.730 4.130 45 8.905
2001 toplamı 12.113 10.797 45 22.955
Genel toplam 14.118 11.659 45 25.852
Kaynak, BDDK, Şubat 2002.
16 bin bankacı daha işten çıkarılacak
Literatürde emek gücünü kullanımını daha çok fikri faaliyetinde yoğunlaştıranlar için tanımlanan beyaz yakalıların işsizliği, özellikle bankacılık sektöründe tasfiye kararlarıyla yaygınlaşıyor. Emlak Bankası’nın Ziraat Bankası’na devredilmesiyle sektörde şube kapatma ve personel tenkisatı hızlandı.
Aralık 2000’de bankacılık sektöründe 171 bin 732 kişi istihdam ediliyordu. Bu sayı, Eylül 2001’de 24 bin 279 kişinin işten çıkarılması nedeniyle 147 bin 453’e geriledi. Kamu bankalarında Eylül ayında 56 bin 568 olan çalışanlar sayısı, Aralık 2001’de 8 bin 583 kişi daha işten çıkarılarak 47 bin 985’e geriledi. Aynı şekilde fon bankalarında da 3 bin 125 kişi işten çıkarıldı ve böylece fon bankaları istihdamı 11 bin 118’e düştü (Tablo.9).
Personel çıkarımı özellikle şube kapatmakla artarak hızlandı. BDDK, Şubat raporuna göre (sayfa, 7-8), haziran 2002’ye kadar kamu bankalarında yani Ziraat ve Halkbank’ta 897 şube, büro ve özel işlem merkezi daha kapatılacak ve 16 bin personeli daha işten çıkarılacak.
Devir tarihi itibariyle 1.619 olan Fon bankalarının şube sayısı 31 Ocak 2002’de 856’ya geriledi. Fon bankalarının personel sayısı bankaların devredildikleri tarihe göre yüzde 49,1 oranında (16.002 kişi) azaltılarak 31 Ocak 2002 tarihi itibariyle 16.567’e indi. Satılan bankalar hariç tutulduğunda devir tarihi itibariyle 17.997 olan personel sayısı yüzde 49,8 oranında azaltılarak 31 Ocak 2002’de 9.040’a düştü.
Sektörde küçülme gerek şube kapatılması gerekse personel tenkisatı hızlanarak sürdürülüyor.
Tablo.9- Sektörde işten çıkarmalar hızlandı
Aralık Eylül
2000 2001
Kamu bankaları 61.601 56.568
TMSF bankaları 20.004 14.243
Özel sermayeli 71.155 68.597
Yabancı bankalar 3.743 1.839
Kalkınma ve yat.bankası 6.461 6206
Sektör toplamı 171.732 147.453
Açıklama: BDDK Şubat raporuna göre, Aralık 2001’de banka personeli sayısı kamu bankalarında 47 bin 985’e ve TMSF bankalarında da 11 bin 118’e gerilemiştir.
Kaynak: BDDK, Şubat 2002.
Özel bankalara takas simidi
Bankaların iki önemli riskinden biri aktif ve pasif yapısından oluşan vade pozisyon bir diğeri de, döviz aktif varlıklarıyla ve pasif yükümlülükleri arasındaki döviz pozisyon açığıdır. 1990’lardaki sıcak para ve 1999 Aralık’taki sabit kur politikası nedeniyle dışardan getirilen sendikasyon kredilerinin sonucunda bankaların döviz aktif varlıkları, döviz pasif yükümlülüklerini karşılayamaz oldu. 1999 yılında 13,2 milyar doları aşan döviz pozisyon açığı, bir yıl sonrasında 17,3 milyar doları aştı (Tablo.9). Özellikle holding bankaların önemli bir risk unsuruydu, döviz pozisyon açığı.
Bankaların döviz varlıklarının döviz yükümlülüklerini karşılamaması nedeniyle, devlet hem dövize endeksli ve döviz cinsinden borçlanma kağıtları ihraç etti hem de bankaların elindeki 9,5 katrilyonluk iç borçlanma senetlerini, 1 milyon 160 bin liralık dolar kurundan (Haziran 2001’de) dövize endeksli kağıtlarla değiştirdi.
Aslında bu takas operasyonunda kurun 960 lira olarak belirlendiği ve bunun sonucunda Ankara’nın elbirliğiyle bankalara 1,6 katrilyonluk takas vurgununsağlandığı iddiası (Yeni Şafak, 9 Aralık 2001) da, bugüne kadar yanıtsız kaldı.
Takasın sonucu olarak bankaların açık pozisyonu geriledi, sektörün toplam pozisyon açığı geçen yılın Eylül ayında 1,9 milyar dolar düzeyine indi.
Tablo.9- Bankaların açık pozisyonları hızla arttı (Milyon dolar)
1999 2000 2001 eylül
Kamu bankaları -70 -652 116
Özel bankalar -7.303 -11.474 -907
TMSF bankaları -4.881 -3.960 -1.249
Yabancı bankalar -1.092 -1.532 85
Kalkınma ve yatırım 126 317 23
Sektör -13.218 -17.301 -1.932
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, 1999 ve 2000 yılı. BDDK, 2001.
TMSF’ndaki 19 bankadan 2 tane kaldı
Son beş yılda 1997 yılı sonrasında TMSF’ye (Fon’a) devredilmiş olan 19 bankadan 8 tanesi birleştirildi, 3 banka tasfiye edildi ve 4 banka ise satıldı. Böylece, 1 Şubat 2002 itibariyle, hukuki süreçleri devam eden Tarişbank ile T.Ticaret Bankası hariç, TMSF bünyesinde Toprakbank ve Bayındırbank olmak üzere iki banka kalmıştır (Tablo.10).
Kasım 2001’de Fon bünyesine alınan Toprakbank için 31 Ocak 2002 tarihinde satış süreci başlatılmıştır. İlgilenen yatırımcıların 15 Şubat 2002 tarihine kadar başvurmaları ve gerekli koşulları taşıyan yatırımcıların bankada inceleme yaptıktan sonra 2 Nisan 2002 tarihine kadar tekliflerini vermeleri öngörülmüştür.
Ayrıca kalkınma ve yatırım bankaları Park Yatırım, Atlas Yatırım ve Okan Yatırım bankaları tasfiye edildi. Okan yatırım, Danıştay’da dava açtı ve kazandı, hukuki süreci devam ediyor.
Tablo.10- TMSF yönetimine 16 holding bankası alındı
1997-2001 2002 Toplam
dönemi 1 Şubat
Devralınan bankalar 8 - 19
Birleştirilen bankalar(1) 7 1 8
Satılan bankalar (2) 3 1 4
Lisansı iptal edilen(3) 3 - 3
Hukuki süreçte olan(4) 2 - 2
TMSF bünyesindeki banka (5) 4 2 -
Açıklama: (1) Sümerbank çatısı altında 5 (Egebank, Yurtbank, Yaşarbank, Bank Kapital, Ulusal Bank), Etibank çatısı altında 2 (İnterbank, Esbank), Bayındırbank çatısı altında 1 banka (EGS Bank) birleştirilmiştir.
(2) Sümerbank Oyak Grubu’na, Bank Ekspres Tekfen Holding’e, Demirbank HSBC’ye ve Sitebank Novabank’a satılmıştır.
(3) İktisat Bankası, Etibank ve Kentbank .
(4) Türk Ticaret Bankası’nn bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni iptal edilmiş olup buna ilişkin yasal süreç devam etmektedir. Milli Aydın Bankası’nın (Tarişbank) TMSF kapsamına alınmasına yapılan itiraz Danıştay İdari Dava Dairesince kabul edilmiş olup yasal süreç devam etmektedir.
(5) Bayındırbank ve Toprakbank.
Kaynak: BDDK, şubat 2002.
Banka dosyaları ve yargı
Aralık 2001 tarihi itibariyle 6.110 adet kurumsal, 63.717 adet bireysel olmak üzere toplam 71.136 adet dosya BDDK Tahsilat Dairesine aktarılmıştır.
Fon bankalarından devralınan takipteki alacakların tutarı 3,7 katrilyon lira düzeyindedir. Devir alınan takipteki kredilerin net defter değerleri üzerinden bankalara, 315 trilyon TL ve 24,8 milyon dolar tutarında ödeme yapılmıştır.
TMSF tarafından çeşitli nedenlerle açılan davaların sayısı 16 Ağustos 2001 tarihinde 80 iken, 17 Ocak 2002 tarihinde 119’a; Fon aleyhine açılan dava sayısı ise aynı dönemler itibariyle 270’den 348’e yükselmiştir. Böylece, TMSF Hukuk Dairesinin meşgul olduğu dava sayısı bu dönemde 138 adet artarak 488’e yükselmiştir.
Emlakbank’tan Halkbank’a kadar geçmiş yöneticilerle ilgili polis bir dizi operasyonlar yaptı ve davalar açıldı, ama belli bir sonuca hala ulaşılamadı.
Bankalara el konulmasına ve kapatılmasına rağmen hukuki süreci hala bitmemiştir ve yönetici konumundaki bankacılarla ilgili de aynı belirsizlik sürmektedir. Prof. Dr. Salih Neftçi, ABD’deki uygulamayı şöyle özetledi (Star, 8 Ocak 2002): ABD’de bankaları zarara uğratan patron ve yöneticiler internetten halka duyuluyor. ABD’de Federal Mevduatı Güvence Kuruluşu, son 18 yılda dürüst olmayan toplam 3 bin 435 banka üst düzey yöneticisine meslekten men ve para cezası gibi yaptırımlar uygulamıştır. Sadece 2001’de bu kuruluş bu şekilde 15 kişiyi cezalandırdı ve ayrıca 95 bankaya da ayrı cezalar verdi.
Devir ve Birleşmeler
2001 yılında bankaların ve iştiraklerinin devir ve birleşmelerini kolaylaştırmak yönünde vergi teşvikleri getirilmiş ve bu düzenlemelerin de katkısıyla devir ve birleşmelerde önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Doğuş Holding’in Körfezbank’ı 31 Ağustos 2001’de Osmanlı Bankası’na 14 Aralık 2001’de de Osmanlı Bankası da Garanti Bankası’na devredilmişti.
Demirbank, 14 Aralık 2001’de HSBC’da devredilmiştir.
Bank Ekspres’in Tekfenbank’a devri 26 Ekim 2001’de yapılmıştır. Yeni bankanın adı, Tekfenbank’dır.
Sümerbank, Oyakbank’a satılmış ve satış işlemi 11 Ocak 2002’de tamamlanmıştır. Yeni bankanın adı Oyakbank’tır.
Morgan Guaranty de, The Chase Manhattan ile (14 Aralık 2001 )birleşmiş ve yeni bankanın adı JP Morgan Chase’der.
Fon bankalarında 20’de 1 tahsilat
Hazine’nin TMSF bankalarına 1 katrilyon 12 trilyon lirası sermaye, 1 katrilyon 902 trilyon lirası da mevduat desteği olmak üzere toplam 2 katrilyon 163 trilyon liralık sermaye ve mevduat desteği sağlanmıştır. Ayrıca nakit dışı aktardığı tahvillerin toplamı 31 Aralık 2001 itibariyle 19 katrilyon 522 trilyon liradır.
Devletin sağladığı destek sayesinde 16 Mart 2001’de fon bankalarının 3,5 katrilyon lirası gecelik olmak üzere 7,8 katrilyonluk kısa vadeli yükümlülüğü, ocak 2002 itibariyle 3,4 katrilyon liraya inmiştir. Bu 3,4 katrilyon lira da, Merkez Bankası’na aittir.
BDDK verilerine göre, fon bankalarının Eylül 2001 itibariyle dönem zararı 6,2 katrilyon lira (4 milyar 26 milyon dolar) olup, bir de buna Temmuz 2001 itibariyle 12,2 katrilyon lira ya da 9,2 milyar dolar olan birikmiş zararının eklenmesi halinde, 2001 toplam maliyeti hayli artmaktadır.
Bu durumda fon bankaların toplam maliyeti 30 katrilyon lirayı aşacaktır.
Fon bankalarında bulunan mevduatın önemli bir bölümü ihale yoluyla, karşılığında iç borçlanma senetleri verilmek suretiyle diğer bankalara devredilmiştir. Mevduat devirlerine ilişkin ihaleler Türk Lirası ve yabancı para mevduat havuzları için ayrı ayrı teklifler almak suretiyle 5 etapta gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen ihaleler sonucunda, 479 trilyon liralık TL cinsinden mevduat ve 2.587 milyon dolarlık yabancı para cinsinden mevduat 8 adet özel bankaya devredilmiştir.
TMSF bünyesindeki bankalardan devir tarihleri ile 31 Aralık 2001 tarihleri arasında 903,5 milyon dolarlık tahsilat gerçekleştirilmiştir. Bu tutarın 875,5 milyon dolarlık kısmı TMSF bankaları tarafından, 28,0 milyon dolarlık kısmı Tahsilat Dairesi tarafından tahsil edilmiştir.
Fon bankalarının tahsilatı 1 milyar doları bile bulmuyor, ama Kasım 2001 itibariyle 20,1 milyar doların aktarıldığını Fon Bankaları Ortak yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok açıkladı (Dünya, 1 Ocak 2002). Bu yılın ilk gününde görevinden ayrılan Altınok, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’a danışman olarak göreve başladı.
60 katrilyonluk maliyet
Kamu bankalarının 30 katrilyon lira ve fon bankalarının da 20,1 milyar dolarlık maliyeti de dikkate alındığında sektörde yapılan operasyonun doğrudan devlete ve dolaylı olarak tüm halka kesilen faturası 60 katrilyon lirayı bulmaktadır.
Bir de buna yine özel holding bankalarının sermayesini güçlendirmek amacıyla verilecek olan 5 milyar dolarlık kaynağın da katılması halinde en azından toplam maliyet 55 milyar doları bulacaktır. Bunun da 148 milyar dolara gerileyen ekonomideki payı yüzde 37’tür.
11 holding bankasına özel destek
Bankacılık yasasında Ocak 2002’de yapılan değişikle, sistem payı yüzde 1’in üzerinde olan bankalara devlet, sermaye desteği vererek ortak olacak. Buna göre, sektördeki payı yüzde 1’i aşan 11 holding bankasının (Garanti Bankası, Osmanlı Bankası’yla ve OYAK Grubuna satılan Sümerbank da, Oyakbank’la, 2001 Eylül ayında birleşmemiş olsa da bugün birleşen ikişer bankadır) ödenmiş sermayeleri toplamı 4 katrilyon 285 trilyon liradır (Tablo.11) . Bu operasyonun, Haziran 2002’de bitirilmesi planlanıyor.
Sermaye rasyosunu artırmak amacıyla devletin bankaya sermaye koyması sistem içinde de eleştirildi. Sabancı Holding’in Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, “Patron değil bankalar kurtarılsın” (Hürriyet, 4 Ocak 2002) derken, Doğuş Holding’in Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen de, “Bazı bankalar kazandıkları paraları bankaya koymayıp, başka faaliyetlere aktardılar” (Sabah, 24 Ocak 2002) tespitinde bulundu.
Yararlanmanın koşulları: 30 Eylül 2001 bilançolarına göre sektördeki payı asgari yüzde 1 olan veya devir ve birleşme yoluyla bu büyüklüğe ulaşan bankalardan pozitif sermaye yeterlilik rasyosuna sahip olan bankalar yukarıda belirtilen her iki destek türünden de yararlanabilecektir.
Sektördeki payı yüzde 1’in altında kalan bankalar ana sermaye oranlarını yüzde 5’e çıkarmaları şartıyla sadece sermaye benzeri kredi desteğinden yararlanabileceklerdir.
Desteğin aşaması: Banka sermayelerinin güçlendirilmesi süreci üç temel aşamadan oluşmaktadır;
1- Bağımsız denetim kuruluşlarının da dahil olduğu eşit, tarafsız ve üç aşamalı bir denetim sonrasında bütün özel ticari bankaların gerçek mali durumları ortaya çıkarılacak.
2- İhtiyatlarla karşılanamayan ölçüde zararın bulunması halinde, banka genel kurullarının toplanarak hissedarların banka zararlarını tamamen üstlenmesi, diğer tedbirleri alması ve gerekli nakit sermaye artırımı karara bağlanacak.
3- Sermaye yeterlilik rasyosu (Tablo.12) yüzde 8’in altında kalan ve gerekli koşulları sağlayan bankalara sermaye ve/veya sermaye benzeri kredi desteği sağlanacak.
Yöntemi: Sermaye desteği iki şekilde yapılacaktır:
1- Ana sermaye oranını yüzde 5’e çıkarmak için ortaklarca ödenecek tutarı aşmamak üzere doğrudan sermaye konulacak (ana sermayeye katılım).
2- Sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 9’a çıkarmak için hisse senedine dönüştürülebilir tahvil karşılığı ve 7 yıl vadeli sermaye benzeri kredi sağlanacak( katkı sermaye)
Tablo.11- Destek alabilecek konumdaki 11 banka
(Trilyon TL)
Aktif Sistemde Grubu
toplamı payı holdingi
Garanti-Osmanlı 15.814 9,3 Doğuş
İş Bankası 14.550 8,6 İş Bankası
Akbank 14.489 8,5 Sabancı
Yapı ve Kredi 13.241 7,8 Çukurova
Pamukbank 8.652 5,1 Çukurova
Koçbank 4.794 2,8 Koç
Finansbank 3.565 2,1 Finans
Oyakbank-Sümerbank 2.807 1,6 Oyak
Dışbank 1.948 1,1 Doğan
İmar Bankası 1.730 1,0 Uzanlar
- Ekonomi Bankası 1.619 1,0 Çolakoğlu
Toplam 83.209 48,9
Kaynak: BDDK.
Tablo.12- Sermaye yeterlilik rasyosu
(Yüzde oran)
2000 2001
eylül eylül
Kamu bankaları 7,9 26,9*
Özel sermayeli 16,6 10,9
Fon bankaları -241,7 13,4
Yabancı bankalar 19,9 25,7
Kalkınma ve yatırım. 32,2 31,3
Sektör 7,7 15,9
1 BDDK’nın Aralık 2001 raporunda (sayfa 22, tablo 2.26) yüzde 26,9 olarak gösterilen kamu bankaları rasyosu, Şubat 2002 raporunda (sayfa 6, tablo. 4) yüzde 36,5 olarak gösteriliyor. Kaynak: BDDK, Aralık 2001.