Bu sayfayı yazdır

MİLLİYETÇİLİK KISKACINDA KIBRIS VE SENDİKACILIK

Almanak 2003Emperyalizmin “küreselleşme” adı altında zincirlerinden boşanmış bir halde neo-liberal politikalarını dayatması 1980’den bugüne ülkemizde işçi ve emekçilerin kazanımlarının birer birer yok olmasını da beraberinde getirmiştir.

Özelleştirme ile başlayan saldırılar; sağlığın, sosyal güvenliğin, eğitimin, belediye hizmetlerinin, iletişimin, tüm kamu hizmetlerinin piyasa malı haline getirilmesine kadar dayanmıştır.

Emekçiler ise taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, iş güvencesiz çalıştırma, sözleşmeli çalıştırma, işten atılma uygulamaları ile karşı karşıyadır.

Fiilen yürütülen ve yukarıda anılan bir çok uygulamanın yasal çerçevelere oturtulması çalışmaları ise 2003 yılında AKP hükümeti ile hızlandırılmış ve bu emperyalist kuşatma altında 2004 yılına girilmiştir.

2004 yılı öncesi başlatılan ve “Kamuda Reform” adı verilen, kamu hizmetlerinin tasfiyesini amaçlayan yasalar birer birer TBMM gündemine getirilmektedir. IMF ve Dünya Bankası’nın paketlerine, AB uyum yasalarına dayanılarak gerçekleştirilmek istenen kamu hizmetlerinin tasfiyesi ile sağlık, eğitim, sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm hizmetlerin piyasaya açılarak özelleştirilmesi, bu dönemin öncelikli saldırısıdır. Tasfiye ile halkın sağlık, eğitim, sosyal güvenlik vb. hakları ellerinden alınırken, kamu emekçileri de işsizlikle yüz yüzedir.

Bu amaçla hazırlanan Yerel Yönetimler Yasası, Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Personel Rejimi Yasası, kamu emekçilerini iş güvencesiz, performansa göre ücretlendirmeyi ve sendikasız çalıştırmayı hedeflemektedir.

2003 yılında değiştirilen ve o dönem işçi sendikalarının karşı bir mücadeleyi örgütlemediği iş yasası değişiklikleri ile işçilerin çalışma koşulları daha da kötüleşmiştir. Esnek çalıştırma, taşeronlaştırma, ödünç işçilik, işten atılma, işçilerden sonra kamu emekçilerine de dayatılmaktadır.

2004 yılının altı ayında sendikaların grevleri ertelenmiş, özelleştirme sonucu ve sendikalaştıkları için işten atılan işçi sayısı her geçen gün artmıştır.

Asgari ücret işverenlerin istekleri doğrultusunda belirlenirken, milyonlarca asgari ücretli yine açlığa mahkum edilmiştir. İşçilerin, kamu emekçilerinin insanca yaşayacak ücret talepleri IMF’nin, Dünya Bankası’nın direktifleri ile karşılanamaz bulunarak reddedilirken, yine IMF talebi ile emekli maaşlarının düşürülmesi, emekli maaşlarından vergi alınması, emeklilik yaşının yükseltilmesi gündeme getirilmektedir. IMF sermaye için ise vergilerin düşürülmesini talep etmektedir. AKP hükümeti de “vergi affı” adı altında sermayenin vergi borçlarını silmenin planlarını yapmaktadır.

Sendikal örgütlenmeye yasaklar devam etmektedir. Başbakan, işçi sendikalarına “gidin özel sektörde örgütlenin” demekte ama örgütlenen işçiler kapı önüne konulmakta, örgütleri yok sayılmaktadır. Örgütlü kesimlere baskılar arttırılmaktadır. Kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme içeren sendika taleplerine karşılık ILO için yapılan düzenlemeler göstermelik olmaktan öteye gitmemekte, son yapılan 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası’ndaki değişikliklerde grev ve TİS yer almamakta, örgütlenme önündeki engeller devam etmektedir.

Ülkemizin önemli sorunu olan Kürt sorununda AKP hükümetinin tavrı “düşünmezseniz yoktur” anlayışı ile devam etmektedir. AB uyum yasaları adına yapılan ve kağıt üzerinde kalan düzenlemeler Kürt sorununun demokratik çözümünün çok uzağındadır. Bir yandan TRT’de “kültürel zenginliğimiz” olarak Kürt adı anılmadan Kürtçe yayın yapılırken, Kürtçe türkü söyleyenler, Kürt halkının eşit, özgür, gönüllü birlikteliğini savunanlar, demokratik çözüm mücadelesi verenler gözaltına alınmakta, işkence görmektedir. Boşaltılan köylere geri dönüş sağlanmamakta, koruculuk devam ettirilmektedir.

Kürtçe yayın yapılması, DEP milletvekilleri Leyla Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmaları olumlu bir gelişme olarak değerlendirilse de, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü, Kürt kimliğinin tanınması konularında dayatılan çözümsüzlük AKP hükümetinin politikası olarak devam etmektedir.

Kitle imha silahlarını yok etmek ve Saddam diktatörlüğünü yıkarak “demokrasi ve özgürlük” götürmek adı altında ABD’nin Irak’ı işgali bir yılını geride bıraktı. İşgal döneminde AKP hükümetinin ABD işbirlikçisi tutumuna karşı Türkiye emekçilerinin geliştirdiği antiemperyalist tavır 1 Mart Tezkere karşıtı mitingde kendini açıkça ortaya koydu.

Afganistan ve Irak’ı işgalle yetinmeyen ABD emperyalizmi, Irak’ta karşılaştığı direnişle batağa saplanırken, savaş örgütü NATO şemsiyesi altında NATO üyesi ülkeleri de kendi ile birlikte davranmaya zorluyor. Aynı zamanda BOP ile de tüm Ortadoğu’yu ve çevre ülkelerini hakimiyeti altına almayı planlıyor. Ortadoğu halklarını birbirine kırdırma, köleleştirme, tüm zenginliklerine el koymanın planı olan BOP’ta AKP hükümeti ABD’nin “Demokratik Ortağı” olarak Türkiye’nin yer alması için jandarmalığa soyunuyor.

NATO zirvesinin İstanbul’da toplanması ise Türkiye’ye biçilen rolün bu olduğunu gösteriyor. ABD’ye ve emperyalizme hizmette sınır tanımayan AKP hükümeti ise NATO zirvesinin İstanbul’da yapılmasını “Türkiye’nin turistik tanıtımı” gibi sunarak halkı aldatmaya çalışırken, Irak halkının acıları üzerinden sermayeye sağlayacağı rantın, yağmadan alacağı payın hesaplarını yapıyor.

ABD emperyalizminin ve ülkemizdeki işbirlikçilerinin tutumu ve uygulamaları böylesine pervasız iken, emekçilerin ve onların örgütlerinin görev ve sorumlulukları daha da artmaktadır.

Tüm ekonomik ve siyasi saldırılar emekçilerin kendi talepleri etrafında ve demokrasi mücadelesinde birleşerek karşı durmalarının da zeminini yaratmaktadır. Emek örgütlerinin bu mücadeleyi derleyen, toparlayan ve birleştiren olması bugünün kaçınılmaz görevidir.

Tezkereyi TBMM’den geçirmeyen 1 Mart 2003 mitingi, KYTK’na karşı işçilerin, kamu emekçilerinin birleştiği 6 Mart 2004 Ankara mitingi, sağlıkçıların iş bırakma eylemleri, NATO–BOP karşıtı yapılan onlarca eylem, İstanbul mitingi, işten atmalara, sendikasızlaştırmaya ve özelleştirmeye karşı bir çok işyerinde gerçekleştirilen direnişler, tutulması gereken yolu, alınması gereken tutumu gösteren olumlu örnekleridir.

Emperyalistler ve işbirlikçileri kendi çıkarları cephesinden bir sınıf mücadelesi yürütüyor. İdeolojik, siyasi, ekonomik, kültürel bir bütünlük içinde saldırıyor.

Bu koşullarda mevcut uzlaşmacı, reformist sendikal anlayışlarla saldırıları püskürtmenin, kazanılmış hakları korumanın, yeni haklar elde etmenin mümkün olmadığı görülmektedir.

Süreci emekçiler lehine değiştirebilmenin yolu, başta örgütsüz olan işyerlerini örgütlemeyi hedeflemek, ısrarlı ve sürekli bir çalışma yürütmek, statü farkı aranmadan aynı işyerinde çalışanları tek sendika çatısı altında örgütlemek, var olan örgütlerimizi güçlendirmek, işçi ve emekçilerin talepleri etrafında mücadeleci sendika hattında birleştirmekten geçmektedir.

Sermayenin saldırılarına karşı işçi–emekçi sınıfların birliğini yaratmak, emek cephesinin mücadelesini top yekun birleşik bir karşı koyuşa, direnişe dönüştürmek emek örgütlerinin ve hepimizin acil görevidir.

Sonuç olarak 2004 yılı AKP hükümetinin emek örgütlerini ve sendikaları yedeklediği, Emek Platformu’nu işlevsiz hale getirdiği ve dağınıklıktan da yararlanarak emekçiler açısından ciddi hak kayıplarına yol açtığı bir yıl olmuştur.

Bundan sonrası açısından AKP hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmanın ve saldırıları geriletmenin yolu, işçi sınıfının ve emekçilerin birliğini yerellerde oluşturulan platformlar aracılığıyla sağlayarak başlatılacak güçlü bir hareketle mümkündür.

Ek bilgiler

  • Yazar: Yüksel Akkaya
  • Yıl: 2003