Adadaki iç dinamiklerin belirleyiciliği ise zaman uluslararası topluluğun gündeminden bağımsız şekillenen süreçler olmasına rağmen, zayıf kaldığı söylenebilir[3]. Adadaki halkların kendi geleceklerini tayin hakkı, bağlantısızlık, bağımsızlık vb. istemleri uluslararası topluluğun yaklaşımı çerçevesinde şekillenen güç dengeleri ile uyumlu olabildiği sürece destek görmüştür. Yunanistan, “eşit haklar ve şelf determinasyon ilkelerinin BM koruyuculuğu altında Kıbrıs adasında yaşayan nüfusa uygulanması”( Enosis politikasının bir parçası olarak ) amacıyla ilk kez BM’ye (1954) başvurarak “soruna” uluslararası kimlik kazandırmayı sağladı. Kıbrıs “sorunu”, uluslararası topluluğun tercihleri ile iç içe geçen bir olgu olarak tanımlanırken, zaman zaman adadaki tarafların uluslararası toplulukta oluşan dengeleri gözeterek pozisyonlarını belirleme yolunu tercih ettikleri görüldü.
1950’li yıllardan bu yana Kıbrıs uluslararası topluluğun gündeminde tartışılan sorunlu başlıklardan biri olarak günümüze taşındı. Toplumlararası uzlaşma, adada barışın sağlanması, çözüm elde edilmesi vb.uluslararası topluluğun hedefi olarak belirlendi ancak taraflar arasında gerçekleşen görüşmeleri, sonuca ulaştırmak hep zor oldu. Gerek ABD gerekse AB’nin Kıbrıs politikasının ise gerçekte adada kalıcı barışın elde edilmesine yönelik girdiler sunduğu söylenemez. ABD ve AB, adadaki sorunları çözmek yerine daha kompleks ve de karmaşık hale getirmeye katkı sundular. Bu başlıkta yaptıkları en önemli katkı ise adanın bir askeri üs olarak kullanılmasını sürekli olarak meşrulaştıran ve de bu gerçekliği veri alan girişimlerdir. ABD ve AB bölgedeki paylaşım sürecine adayı dahil ederken, her yeniden yapılandırma döneminde adaya yönelik düzenlemelere gitmekte, bu düzenlemeler ile adadaki toplumlar arasında karşıtlıkların yeniden üretilmesine neden olmaktadırlar.
2) ABD’nin Kıbrıs’a Bakışı
ABD’nin Kıbrıs’a bakışı İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze temelde değişiklik içermemektedir. ABD Kıbrıs’a dünya siyasetinin bir parçası olarak Ortadoğu’daki paylaşım ve de güç dengeleri açısından bakmaktadır[4]. Kıbrıs ABD için Filistin başlığı kadar birincil derecede önem arz eden bir konu olmamasına rağmen özellikle Soğuk Savaş döneminde anti-komünizm çerçevesine oturtulan dış siyasetinin önemli başlıklardan biridir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ABD adayı yine Ortadoğu ve Akdeniz güvenliği için dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak görmeye devam etmektedir. Ancak NATO’nun yeniden yapılanması, AB genişleme süreci ve Avrupa ordusunun oluşturulması ile adanın Enerji boru hatlarının geçiş noktasında bulunması, bölgedeki dengelerin yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Yukarıda çizilen ana çerçeveye ek olarak ABD Türkiye ile Yunanistan arasında çatışmanın engellenmesi, ABD’deki lobilerin Türkiye ve de özellikle Yunanistan lehine taleplerin bir alt başlığı olarak Kıbrıs’ı önemsemektedir.
ABD adaya yönelik ilk müdahalesini İkinci Dünya Savaşının ardından İngiltere’nin[5]Ortadoğu’da, etkinliğini artırma isteği içinde oluşunun önüne geçilmesi amacıyla gerçekleştirdi. İngiltere adayı Hint yolunun güvenliği Ortadoğu’daki petrol çıkarlarını koruyan bir coğrafya olarak önemsemekte idi. İkinci Dünya savaşının ardından, sömürge ülkelerin bağımsızlıklarının kazanma mücadelesini yoğunlaştırmaları ve de sosyalist bloğun varlığı İngiltere’nin adaya bakışında değişiklik yapmaya neden olacaktı. İngiltere Genelkurmayı'nın 5 Eylül 1945[6] tarihli raporu İngiltere’nin ada üzerindeki varlığını nasıl teyellendireceğinin ip uçlarını göstermekte idi. Bu rapora göre adada liman yapılması masraflı olabilecekken, hava üssü ve de hafif savaş gemileri açısından bir askeri üssün gerekliliği tanımlanıyor, adanın başka bir ülkenin denetimi altına girmesinin İngiltere’yi zor durumda bırakacağı vurgulanıyordu. 1948 yılında İngiltere’nin Filistin’den çekilmesiyle birlikte Doğu Akdeniz bölgesinde İngiltere’nin, Ortadoğu’da askeri egemenliğini sağlayacağı bölge, Kıbrıs ve Süveyş ile sınırlı duruma geliyordu. İngiltere’nin bir yandan Kıbrıs’a verdiği önem artarken diğer yandan bölge dışı güçler ile adadaki iç gerilimler İngiltere’nin adadaki varlığını zora sokuyordu[7]. İngiltere için Kıbrıs Atlantik Okyanusundan Hint Okyanusuna kadar uzanan bir denizyolu üzerinde Cebelitarık ve Malta’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü bir iskele, üs olabilirdi[8]. Dolayısıyla, İngiltere, adada Yunanistan’ın Enosis politikalarına onay vermemek durumunda idi. Ancak 1950’li yıllara girildiğinde adadaki Enosis politikalarının yoğunlaşması ile ada içinde çıkabilecek huzursuzlukların nasıl aşılacağı konusuna şüpheli yaklaşmakta idi. Yine bölgedeki bağımsızlık mücadelesi karşısında İngiltere, Kıbrıs’ı Ortadoğu‘daki en önemli üslerinden biri olarak kullanma kararını ön plana çıkartmıştı.
1954‘de Yunanistan’ın Kıbrıs başlığını BM’ye taşımasına ABD İngiltere’yi zayıflatmak amacıyla onay veriyor, İngiltere’yi zor durumda bırakıyordu [9]. ABD ile İngiltere arasında yapılan görüşmeler sonucunda İngiltere Süveyş’teki üsleri ile Kıbrıs’taki konumu arasında bir tercih yapmak durumunda kalıyor;1954 Aralık ayında Ortadoğu’daki İngiliz askeri gücü merkez karargahı Kıbrıs’a taşınıyordu.
Adadaki İngiliz üsleri[10] ilk kez Süveyş krizi sırasında Mısır’ın bombalanması için kullanıldı. Bu süreçte 1948 yılında adadaki Konsolosluk açan ABD, ABD ‘ye ait Ortadoğu’daki yayınları dinleme tesislerini adadaki İngiliz üslerine taşımayı, adada İngiltere’nin kullandığı olanakları kullanmayı ihmal etmedi [11]. İngiltere, Süveyş yenilgisi ile bölgede ABD’nin izin verdiği ölçüde varlığını sürdürebileceğini Kıbrıs’ta sınırlı ve NATO’nun kullanımına açık bir askeri varlığa razı olmak durumunda kalıyordu.
ABD, Yunanistan’ın sorunu BM gündemine getirişine daha sonraki aşamalarda destek vermeyerek, İngiltere’nin kaygılarını paylaşan bir tutum içerisinde bulunmuş, bu dönemden itibaren de adaya Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO) perspektifinden bakmış, “sorun” Türk Yunan anlaşmazlığı haline dönüştükçe de konuyu örgütün Güneydoğu kanadının bütünlüğü çerçevesinde değerlendirerek kontrol altında tutmaya çalışmıştır[12].
1950’li yıllarda ABD’nin Kıbrıs ile ilgilenmekten çok bölgedeki dengeyi göz önüne aldığı, Britanya ile anlaşmazlık içinde olduğu görülmektedir. ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs’a bakışı bu noktada ayrışmaktadır. İngiltere, adanın ilgili bir tarafı olarak her zaman için adadaki askeri varlığını meşrulaştıran ve kalıcılaştıran politikaları ön plana çıkarırken, ABD için daha genel olarak bölgedeki dengeler belirleyen olmaktadır.
1955 -1960 yılları arasında adanın geleceğine yönelik olarak farklı planlar gündeme gelmiş Kıbrıs’a self-determinasyon hakkının verilip verilmemesi İngiltere’nin statüsü ve de NATO’nun adadaki olası konumu tartışmaya açılmıştır. 1955 yılında “Doğu Akdeniz’deki Stratejik Durum” başlıklı konferansa konunun ilgili tarafları olarak İngiltere, Yunanistan ve Türkiye katıldılar. İngiltere adadaki varlığını meşrulaştırmak amacıyla Yunanistan karşısında Türkiye’nin yanında durarak, Kıbrıs sorununa yaklaşımı çok taraflı bir olgu haline dönüştürmeyi,Türkiye‘yi de soruna taraf sokarak Yunanistan’ın taleplerini dengeleme yoluna gitme[13] yoluna başvurdu. Konferansın anlaşmazlıkla sonuçlanması ile İngiltere sorunu sadece bir sömürge sorunu olarak görmediğini, sorunun karmaşık bir nitelik taşıdığını öne sürebileceği bir nesnelliği yakalamış oldu. Yine bu toplantı sonunda İngiltere konunun sadece NATO’nun ilgi alanında olmadığı Arap ülkeleri ile Bağdat Paktı çerçevesinde de ele alınması gerektiğini [14]öne sürerek NATO’nun(ABD’nin) adaya müdahalesini geciktirmeye çalıştı.
1955 -1960 yılları arasında bu yaklaşım üzerinden hareket eden İngiltere, üçlü görüşmeler ile adadaki varlığını kalıcılaştırma girişimlerini güçlendirmekte idi. ABD ilk başlangıçta Türkiye’nin de bir taraf olduğu konusuna ikna değildi ancak 1955-1960 yılları arasında sorunun NATO müttefikleri arasında çözüleceğini ve de adadaki barışçıl çabaları destekleyeceğini açıklayarak[15], Yunanistan karşısında daha pasif rol almayı tercih ediyor, sorunun NATO gündeminde olduğu vurgusunu yapmayı tercih ediyordu.
1955 -1960 yılları arasında taraflar arasında yürütülen görüşmeler Londra ve Zürich anlaşmaları ile sonuçlandı. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran anlaşmalar ile sorunun Türkiye ile Yunanistan’ın kabul edebilecekleri herhangi bir formülasyon çerçevesinde çözülmesi doğrultusunda İngiltere’yi motive eden taraf ABD olmuştur[16].Anglo-Amerikan fayda maliyet analizinde en karlı çözüm olan; bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü (Enosis ve de gerekse taksime karşı ) anayasal düzeni üç NATO üyesi ülke tarafından garanti altına alınmış, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu[17]. Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye ve Yunanistan’ın ada üzerindeki siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel haklarını dengeleyen; anavatanlara garantörlük ve asker bulundurma hakkı veren, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni üçüncü ilişkilerde sınırlayan Türkiye ve Yunanistan’a zarar vermeyecek ve dengeleri bozacak ilişkileri yasaklayan hükümlere sahipti[18]. Tarafların NATO patentli garantörlüğünün[19] tescil edilmesi ile adada yeni bir dönem başlamış oluyordu.
2.1) 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ne ABD’nin Bakışı
ABD için Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bakış aşağıdaki özetlenmektedir [20];
-İçte politik bir denge geliştirerek komünizme karşı güçlü bir kale oluşturmak amacıyla Büyük Britanya ,Yunanistan ve Türkiye arasındaki işbirliğini sağlanmalı,
-İktisadi kalkınmayı hedefleyen, özgür demokratik kurumlar ve Batı yanlısı bir yönetime sahip olunmalı,
-ABD, adada var olan haberleşme tesislerinden sınırsız olarak yararlanmalı İngiliz üssü bölgelerine dokunulmamalı ve herhangi bir amaçla kullanılmak üzere herhangi bir Batılı ülkenin emrine verilebilmeli idi.
Bu ilkeleri tehdit edebilecek olgulara karşı ise ABD’nin tepkisini ortaya koymaktan geri kalmayarak, NATO içinde çatışmaya neden olmayacak boyutlarda, gelişmelere müdahil olduğu görülmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yukarıda belirtilen ilkelere uygun hareket etmesi amacıyla ABD Kıbrıs’a ekonomik yardım ve diğer kolaylıklar sağlamayı gündemine aldı. Adanın, Akdeniz’in Küba'sı olma tehdidine karşı maddi olarak desteklenmesi önemseyen ABD, yoğun olarak 1960-63 yılları arasında adaya çeşitli başlıklarda toplam 20 milyon dolarlık fon aktardı[21]. 1963 yılında ise adadaki toplumlararası çatışmaların yeniden başlaması Makarios’un Bağlantısızlar hareketi ile kurduğu yakın ilişkiler nedeni ile ABD bu yardımları kısıtlama yoluna gitmiştir. 1967 yılında ise Kıbrıs bandıralı bir geminin Kuzey Vietnam limanlarına silah ve malzeme taşımasının tespit edilmesi ile ABD Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yönelik yardımlarını kısıtlama yoluna giderek[22], Makarios’a desteğini geri çekebileceğini gösteriyordu. Aynı tarihte gerçekleştirilen Albaylar Cuntası ile NATO ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin gerilmesi, adada Grivas tarafından yönetilen Ulusal Muhafız Alayının Enosis hedefi ile yürüttüğü faaliyetler ABD tarafından kaygı ile izlenmekte idi.
2.2 ) 1964 ve 1967 Krizleri
1964 ve 1967 yıllarında adada yaşanan gerilimlerin uluslararası topluluğun gündemine Kıbrıs krizi olarak yansıyordu. Bu iki tarih, adanın geleceği açısından önemli dönemeçler olurken aynı zamanda ABD’nin yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde Kıbrıs’a yönelik müdahalelerinin neler olabileceğini ortaya konması bakımından da önem arz etmektedir. Bu iki tarih adanın bölünmüşlüğü ile sonuçlanan 1974 Türkiye müdahalesinin gerekçelerini (altyapısını ) oluştururken, Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrinde de belirleyen olmuştur.
1963’te Kanlı Noel olarak anılan toplumlararası çatışmaların yeniden başlaması ve ardından Makarios’un Anayasa değişikliği teklifinin Türkler tarafından kabul edilmemesi, tarafların Kıbrıs Cumhuriyeti ile kurdukları ortaklığın bozulması anlamına geliyordu. Adadaki halkları birleştiren üç yıllık ortaklık Enosis politikalarına teslim oluyordu. Ortaklığın bozulması adada oluşturulan “NATO” dengesinin riske girmesi anlamına geliyordu. NATO çerçevesinde oluşturulan; bir teklif ile (Ocak 1964) aralarında 1200 ABD askerinin de bulunduğu , NATO’ya bağlı 10 bin askerin adaya yerleştirilmesi, Makarios tarafından reddedildi. Bu teklifin reddedilmesini, ABD adadaki NATO garantörlüğünün gelecekte riske gireceğinin bir işareti olarak algıladı. NATO’nun teklifinden rahatsız olan Makarios bu teklifi reddederken, Şubat 1964’te BM Güvenlik Konseyi kararı ile adaya BM Barış Gücü kuvvetlerinin(UNIFCYP) yerleştirilmesi ve de BM’nin taraflar arasında arabuluculuk görevini üstlenmesine onay vermeyi tercih etti[23].Böylelikle adada belirlenen “yeşil hatta” BM Barış Gücü toplumlar arasındaki çatışmaları önlemek amacıyla göreve başlamış(adaya yerleşmiş) oldu.
ABD adada BM askerlerinin varlığının kabulü sırasında duruma müdahale konusunda isteksizdir. NATO güçlerinin adada bulunmasını reddedilmesine rağmen ABD’nin net bir görüşü yoktu, önemli olan Türkiye ile Yunanistan arasında çıkabilecek bir savaşın önlenmesi idi, adadaki statükonun devam ettirilmesi bu mümkün değilse tarafların anlaşarak sorunu çözmeleri arzulanmakta idi. Bağlantısız, bağımsız, Sovyetlere yakın bir Kıbrıs ise en az istenen daha doğrusu engellenmesi gereken bir olgu idi[24]. 1964 yılında ABD hükümet müsteşarı George W. Ball ABD’nin Kıbrıs’a bakışı ile ilgili yaptığı açıklamada ABD ‘nin Kıbrıs’a ilgi nedenlerini ve bakışını aşağıdaki şekilde özetliyordu;[25]
- a) Etnik bağlantılarından dolayı bu yerel anlaşmazlık Yunanistan ve Türkiye arasında silahlı bir çatışmaya neden olabilecektir,
b)-Kıbrıs, Türk ve Yunan devletlerinin Kıbrıs Cumhuriyet ile olan ilişkilerini etkilemektedir.
c)-Adadaki stratejik üsleri ile B. Britanya garantörlerden biri olarak görülmektedir.
d)-Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Commonwealth ( İngiliz Milletler Topluluğu)üyesi olması desteklenmektedir.
e)-Tüm NATO müttefiklerinin ilgileri göz önünde bulundurulmakta ve de NATO kanadındaki istikrara önem verilmektedir
f)-BM Barış Gücünün(UNIFCYP) barışı muhafaza etmek için faaliyete başlaması New York’ taki uluslararası diplomasinin bir sonucudur.
g)- Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Bağlantısızlar ile olan ilişkisi Makarios’un Doğu Bloku ile ilişkileri, AKEL’ in etkinliğini artırması bu yerel soruna Sovyetler Birliği’nin müdahalesi, Sovyetler Birliği’nin Doğu Akdeniz’de yer alması anlamına gelecektir.
Bununla birlikte adadaki gerilimin Türk-Yunan çatışmasına, bunun ötesinde Türkiye’nin askeri müdahalesine neden olabileceği endişesi ile dönemin ADB Dışişleri Bakanı Türkiye ve Yunanistan’ı arayarak, her iki üye ülkenin kendilerine askeri yardım programı çerçevesinde sağlanmış bulunan materyalleri, ABD’nin önceden onayı olmadan kullanmama konusunda uyarmıştır[26]. Sorun, Türk–Yunan uyuşmazlığı ekseninde değerlendirildiğinden, dönemin ABD yetkilileri sorunun tartışılması amacıyla Ankara ve Atina’yı ziyaret ederken, Lefkoşe’yi ziyaret etme gereği duymamakta idiler. İnönü’nün Türkiye’nin adaya müdahale edeceğini ABD’ye bildirmesine yanıt olarak verilen Johnson mektubu(Haziran, 1964) ile ABD sert bir dille Türkiye’nin adaya müdahalesini engelliyor ve kriz şimdilik geçiştiriliyordu.
1967 tarihi ise bu kez Türkiye’nin adadaki çatışmaların durdurulması, adada Yunan Ulusal Muhafızlarına bağlı askerlerin sayısının azaltılması ve de Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları yerelliklerde kendilerine ait yerel yönetimler ve de polis bulundurması, BM Barış Gücünün genişletilmesi önerileri ile BM’ye başvurdu. Bu öneriler ABD tarafından gerek Türkiye’ nin adaya müdahalesinin diplomasi zemininde sürdürülmesi, gerekse adadaki çatışmanın ötelenmesi amacıyla destek görmüştür. ABD’nin Türkiye’nin tezlerine yakın hareket etmesi aynı zamanda Yunanistan’da Albaylar Cuntasına karşı verilen bir yanıt oluyordu. ABD bu süreçte taraflar arasında ikili görüşmelerin başlamasını desteklerken( teşvik ederken), iki toplum lideri(Denktaş ve Klerides )ilk kez 1968 yılında BM gözetiminde bir araya geliyordu.
2.3) 1974 Türkiye’nin Kıbrıs’a Müdahalesi
Atina’daki Albaylar Cuntası tarafından desteklenen Ulusal Muhafızlar’ın gerçekleştirdikleri darbe ile Makarios’un iktidardan uzaklaştırması ( 15 Temmuz 1974) ABD’deki yönetim çevrelerinde belirli bir memnuniyet yaratmıştı[27]. Hatta bu darbenin ABD tarafından bilinmesine rağmen engellenmediğine dair birtakım yaklaşımlar mevcut olup, darbenin Türkiye’yi provoke etmek için yapıldığını iddia edenler dahi vardır [28]. Watergate skandalı ile ABD iç siyasetinde yaşanan kriz ABD yönetiminin Türkiye‘nin adaya askeri müdahalesini (20 Temmuz 1974) önleyebilme gücünü de zayıflatan bir faktör olmuş, Türkiye’nin garantör ülkelerden biri olarak adaya müdahalesi Albaylar Cuntasının girişimi karşısında kaçınılmaz bir olgu olarak değerlendirilmiştir.1974’te bu iki müttefikin eylemleriyle Amerikalılar hiç hoşlanmadıkları Makarios’tan kurtuluyor, ve fiili olarak Kıbrıs tamamen Batı Bloğu içinde bir sorun haline getiriliyordu 1964 ve 1967 krizlerinde yürütülen siyaset yine değişmiyor; ABD adada kesinlikle; AKEL yönetimi altında ve de bağlantısız bir Kıbrıs hedefleyen siyasetlerin karşısında durarak, NATO’nun bu sürecin dışında kalmaması, bölgedeki Türk veYunan dengesinin gözetilmesini önemsiyordu. Dolayısıyla Türkiye’nin adaya müdahalesi ABD ‘nin adadaki beklentilerine uygun olabildiği ölçüde destek görüyordu. ABD yönetimi, Birinci Harekata karşı dikkatli bir dil kullanırken İkinci Harekata (16 Ağustos 1974) karşı daha eleştirel ve sert bir dil kullanıyordu[29].
Dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Birinci Harekatın ardından Türkiye ve Yunanistan arasındaki çatışmanın önlenebilmesi amacıyla taraflar arasında yürütülen Cenevre görüşmelerini başlatırken, ABD iki NATO müttefiki arasında arabuluculuk görevini üstleniyordu. Birinci ve İkinci Cenevre görüşmelerinin ardından ortaya atılan “geçicici kantonal” çözüm önerisinin Yunanistan tarafından reddedilmesi üzerine H. Kissinger, Türkiye’nin hareket yeteneğinin sınırlama konusundaki ısrarını yumuşatıyor[30], İkinci Cenevre görüşmelerinin sonuçsuz kalmasının ardından başlatılan İkinci Harekat ( 16 Ağustos 1974) ile adanın bugünkü sınırları çiziliyordu.
İkinci Harekat’ın ardından ABD Kongresi Yunanistan lobisinin de etkisiyle Türkiye’ye ambargo uygulama kararı aldı. Bu karar ile,1964 yılından sonra ABD-Türkiye ilişkileri bir kez daha geriliyordu.1974 yılının başında haşhaş ekimi yüzünden ABD- Türkiye arasında başlayan gerginlik, Türkiye’nin adaya gerçekleştirdiği müdahalenin ardından yeni bir boyut kazanıyordu. ABD, Türkiye’deki askeri üslerinin NATO‘nun amaçları dışında kullanıma kapatılması, üslerdeki faaliyetlerini durdurma kararı ile silah ambargosu kararını yürürlüğe sokarak Türkiye’ye müdahalenin bir bedeli olduğu anımsatılıyordu. Türkiye ise adanın kuzeyinde, KTFD’nin( Kıbrıs Türk Federe Devleti,13 Şubat 1975) ilan edilmesi kararını yaşama geçirerek, adadaki bölünmüşlüğü askeri müdahalenin ötesine taşıyordu.
2.4) 1974 sonrası bakış
Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a müdahalesine ABD’nin zorlayıcı nitelikte kesin bir tepki göstermemesi, hatta Kıbrıs’taki toplumların birbirinden ayrılmasını öngören çözüm yolları teklif etmesi, Türk tarafı açısından rahatlatıcı olmuştur 1974 sonrasında, Amerikan yönetimi tek kesim olarak oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini tanımaya devam ederken, 1974 sonrasında Kıbrıslı Türklerin ortaklık çerçevesinde Kıbrıs devletine talip olma yönündeki anayasal isteklerini kabul etmektedir[31].
1976 ABD Başkanlık seçimlerinde, Türk-Yunan ilişkileri seçim propagandasının önemli başlıklarından birini oluştururken, özellikle Yunan lobisinin baskısı Arter yönetiminin adada çözüme yönelik çabalarını yoğunlaştırmasına neden olmuştur. 1977 yılında Denktaş ile Makarios arasında gerçekleştirilen Doruk Anlaşmasında ABD’nin çabalarının payı vardır.Carter 1978 yılında Kıbrıs sorunun ancak doğrudan taraflar arasında yapılacak görüşmeler ile çözülebileceğini söylemekte idi. Bu dönemde ABD, Kıbrıs’ın iki bölgeli federasyon ile yönetilmesi, Türk tarafının elinde bulundurduğu toprağın 1974 sonrası elinde tuttuğundan daha az ve makul olması gerektiğini benimsiyordu[32].
1977 Doruk Anlaşmalarında ( ve daha sonra 1979 Doruk Anlaşması ile ) belli noktalara ulaşılmasına rağmen genel olarak çözümsüzlüğün devam etmesi ABD’nin Kıbrıs sorununa yönelik çaba harcama isteğini kırıcı bir etki yaratmıştır. ABD yönetimleri için böylesi bir konuda “başarısızlık” ya da sonuç alamama durumunun süregelmesi istenen bir durum değildi. Bundan dolayı bizzat arabuluculuk rolü üstlenmek yerine ABD daha çok BM Genel Sekreterlerinin girişimlerine destek veren ve de her seferinde tarafları uzlaşmaya çağıran bir tutum izlemiştir.
1976 seçimlerinden sonra Kıbrıs ABD için başkanlık seçimlerini etkileyen önemli bir başlık olmaktan çıkmıştır. Reagan döneminde Kıbrıs özel koordinatörlüğü oluşturuldu ve de Kıbrıs’a yönelik diplomasi ABD Dışişleri Bakanlığı yerine özel koordinatörün sorumluluğunda yürütüldü. ABD yönetimleri taraflar arasındaki görüşmelerin başlatılması sürecinde daha çok Ankara ve Atina’ya” baskı “yapan bir tavır izlemeyi, Kıbrıs’a, Ankara ve Atina ile olan ilişkilerinin seyrine, siyasi konjonktüre bağlı olarak bakmayı tercih ettiler. ABD, adanın bölünmüşlüğüne siyasi bir realite olarak değerlendirerek, çözüm önerilerini de bu çerçevede oluşturmuştur[33].
ABD, 1983 yılında KKTC’nin ( Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) ilanını sert bir dille eleştirmeyen ancak KKTC’nin kuruluşunu kınayan 541 (1983) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına olumlu oy verirken, Türkiye ile KKTC arasında temsilcilik açılmasını kınayan 550 (1984) sayılı BM kararına daha sert bir ifade içermesine rağmen çekimser kalmıştır[34]. ABD’nin KKTC ilanına yönelik en somut tepkilerinde birisi de İslam Cumhuriyetlerinin KKTC’yi tanımalarını engellemesi olmuştur.
ABD ‘nin Soğuk Savaş döneminde adada 74’ten sonra oluşan tablodan ciddi rahatsızlıklar duyduğunu söylemek mümkün değildir. ABD yönetimleri bu süreçlerde ağırlıklı olarak Türk tarafını uzlaşmazlıkla suçlamakla birlikte ciddi yaptırımlar içeren politikalar uygulamaktan geri kalmışlardır. ABD yönetimleri için Türkiye ile ABD ilişkilerinin bir alt başlığı olan Kıbrıs zaman zaman ABD’nin Türkiye’yi “cezalandırma”, “sıkıştırma” araçlarından biri olarak da görülmüştür.
3) Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Kıbrıs Politikası
Soğuk Savaş sonrasında ise Kıbrıs, ABD için önemini yitiren bir başlık olmamıştır. NATO ve AB’nin genişleme gündemi, Avrupa ordusunun oluşturulması ile Ortadoğu ve Akdeniz’den geçecek olan enerji boru hatlarının varlığı, Kıbrıs’ın yeni parametreler ile birlikte ele alınmasına neden olmuştur. Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinde ABD ile AB arasında yaşanan paylaşım süreci Kıbrıs’a da yansımıştır. 1990’lı yıllar ile birlikte uluslararası topluluğun ilgisine bir parametre daha ilave edilerek; bu süreçten sonra Kıbrıs, NATO ve AB’nin ilgi odağında olan bir başlık olarak ele alınıyordu.
Soğuk savaş sonrasında, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tek taraflı(Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, GKRY) AB üyeliğinin gündeme gelişi, BM’nin taraflara çözüm baskısını artırmasını da beraberinde getirmiştir ( BM Genel Sekreteri1992 yılında Gali Fikirler Dizisi’ni gündeme getirdi). ABD, Kıbrıs’ın AB gündemini olumlayan ve de bunun çözüm için bir fırsat olduğunu vurgulayan bir siyaset benimsedi. ABD, Kıbrıs Cumuriyeti'nin AB’ye tek taraflı üyeliğini eleştiren bir tutum içerisine girmezken, Türkiye’nin KKTC ile entegrasyon[35] politikasına daha temkinli ve eleştirel yaklaşarak, tarafları AB çatısı altında birleşmeye çağırdı.
Clinton döneminde, İsrail Filistin arasında imzalanan Oslo Anlaşması(1993), Bosna Hersek-Dayton Antlaşması (1995) ile ABD Kıbrıs’ ta da buna benzer bir çözüm elde edilebileceği düşüncesini ön plana çıkardı. AB üyelik sürecinin tarafların karşısında bir zaman kısıtı olarak durması karşısında, tarafların görüşmelere zorlanması söz konusu olmuştur. Clinton yönetimi iki bölgeli iki taraflı bir federasyon önerisini benimserken, tarafların bu anlayış çerçevesinde uzlaşmaya çağırmıştır. ABD’nin Dayton Antlaşmasının mimarı Holbrooke’u Kıbrıs Özel temsilcisi olarak adaya göndermesi de Clinton döneminde ABD’nin Kıbrıs’a yönelik çabalarını artırdığını göstermektedir.Ancak Holbrooke’un sorunun sadece etnik temelli bir sorun olmadığı gerçeği ile karşılaşması ile bu girişim de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
GKRY’nin Rusya’dan alacağı S-300 Füzelerini adaya yerleştirme girişimi karşısında GKRY ve Yunanistan’ı dolaylı yollardan ikna eden taraf ABD olmuş, Akdeniz’de taraflar arasında oluşan “dengenin” değişmemesi doğrultusunda Türkiye’nin yanında yer alarak füzelerin adaya yerleşimini engellenmiştir (1998-1999).
Holbrooke’un taraflara sunduğu çözüm önerilerinde ABD’nin özellikle üç özgürlük (yerleşim, mülkiyet, egemenlik ) başlığı ile adadaki askeri dengelerin yeniden düzenlenmesini gündeme getirdiği görülmektedir. Kıbrıs’ın NATO üyeliğinin dahi tartışmaya açıldığı bu dönemde, bu tartışmanın iki ayrı gerekçesi üzerinde durulabilir. ABD; Kuzeydeki Türk askerinin varlığını NATO şemsiyesi altına alan, hareket alanını bu kıstasa göre belirleyecek olan girişimlerde bulunurken, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gündeme gelişi ile adadaki İngiliz üslerinin NATO tarafından kullanılmasını garanti altına almak istemektedir[36]. ABD Kıbrıs özel koordinatörü Thomas Weston’nun belirttiği üzere ABD için Kıbrıs’ta çözüm istikrarlı Güney Avrupa ve Doğu Akdeniz yaratmaktır[37].
4)ABD ve AB’nin Kıbrıs Kesişimi
Berlin Duvarının yıkılışı, Doğu Bloku’nun çözülüşü ile birlikte Avrupa coğrafyasının yeniden şekillenmesi sürecinde eski Doğu Bloğu ülkelerinin AB ile olan ilişkileri AB genişleme politikasının ana eksenini oluşturmuştur. 1989 sonrası Avrupa’da, güvenlik ve savunma başlıklarının ön plana çıktığını, Doğu Avrupa ve Güney Avrupa’da bu çerçevede ilişkilerin yeniden belirlendiğini söylemek mümkündür. Bu dönemin en önemli farklılıklarından biri, AB’nin, iktisadi bütünleşmenin yanında siyasi bütünleşmeyi gerçekleştirmeye yönelik politikaları öncelikli hedefleri arasına almasıdır.
AB, “Gündem 2000” olarak tanımladığı genişleme politikasının ana hatlarını da bu anlayış üzerine kurmuştur. Maastricht kriterleri bunu özetlemektedir. Avrupa tek pazarına, tek para birimine, ortak dış savunma ve güvenlik politikalarına zarar vermeyecek bir genişleme politikası hedeflemektedir. AB genişleme politikasının çerçevesinde, siyasi bütünleşme, güvenlik ve savunma başlıkları anahtar rolü oynamaktadır. Bosna Hersek, Kosova deneyimleri AB’nin Avrupa ordusunun gerekliliğini gündeme getirme zeminini güçlendiren unsurlar olurken aynı zamanda AGSP’nin oluşum sürecinin NATO’dan bağımsız şekillenmeyeceğini de ortaya koydu. Güçlü bir Avrupa ordusu yaratma istemi buna rağmen genişleme sürecinin temel hedefleri arasında yer almakta, Transatlantik işbirliği AGSP-NATO işbirliği olarak yeniden tanımlanmaktadır[38].
AB Barcelona Anlaşması (1995) ile, Akdeniz ve Ortadoğu ülkeleri olan ilişkilerini şekillendirmiştir. İkinci Akdeniz genişlemesi olarak da adlandırılan bu süreçte iktisadi ilişkilerin güçlendirilmesinin yanı sıra güvenlik ve savunma başlığının belirleyen olduğu görülmektedir. AB, hammadde ve enerji ithalatının %20’sini Akdeniz ülkelerinden karşılamaktadır[39]. Günümüzde, Ortadoğu ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarının önemi artarken Akdeniz bu kaynaklara açılan kapı olma özelliğine sahiptir. AB için Ortadoğu bölgesinde özellikle Fransa’nın eski sömürge ülkeleri ile olan ilişkileri, Akdeniz coğrafyasında oluşturulacak olan işbirliği açısından önem kazanmaktadır.
Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gündeme gelişi, Soğuk Savaş döneminin ardından sınırsız bir Avrupa yaratma, Avrupa’nın güney ve doğu genişlemesi arasında denge yaratma ve de sorunlu başlıkların “topluluk” metodu ile çözülebileceğine dair inancın odağında şekillenmiştir[40]. Kıbrıs Cumhuriyeti adına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 4 Temmuz 1990’da AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmasına rağmen Kıbrıs Cunhuriyeti’nin topluluk ilişkileri 1962 yılında başlamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin en önemli ticari pazarı olan İngiltere’nin ilerki yıllarda topluluğa dahil olacağı düşüncesi bu ilişkinin oluşmasının ana gerekçesini oluşturmakta idi. İngiltere’nin AT’ye girişinin ardından Kıbrıs 1972 yılında AT ile ortaklık antlaşması imzalamıştır. Türkiye bu tarihte imzalanan ortaklık antlaşmasına sadece Türklerin Kıbrıs Cumhuriyetin’de temsil edilmediği şeklinde itiraz etmiştir[41].1972 yılında imzalanan ortaklık antlaşması ile sanayi ve tarım ürünlerine konan tarifelerin indirilmesi, 1987’de gerçekleştirilen ikinci aşamada 2002 yılına kadar tüm sanayi ürünleri ile seçilmiş tarım ürünlerine konan kotaların ve de gümrük vergilerinin indirilmesi gerçekleştirilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,GKRY) katma protokol görüşmeleri ise 1987 yılında tamamlanmıştır[42].1990 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunan GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) üyelik görüşmelerine başlayıp başlayamayacağına Avrupa Komisyonu üç yıl sonra yanıt verebilmiştir. Luksemburg 1993 Zirvesinde[43] Kıbrıs’ta dengeli ve barışçıl bir çözümün bulunması amacıyla BM’nin üreteceği siyasi çözümlere ve de çabaya destek verileceği açıklanmıştır. İktisadi, sosyal ve siyasi geçiş sürecinde Kıbrıs Hükümeti ile gerekli işbirliğinin sağlanması amacıyla gerekli araçların kullanılacağı belirtilmiş, Konsey, Komisyonu Kıbrıs Hükümeti’nin katılım müzakerelerini başlatmaya davet etmiştir. Avrupa Parlamentosu, 1993 yılında Türk ordusunun yerini BM güçlerine bırakması çağrısında bulunurken Türkiye’nin adadaki işgale son vermesi ile 1992 Gali Fikirler Dizisinin kabul edilmesi, Türk tarafının yeniden görüşmelere dönmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu bilgiler çerçevesinde Kıbrıs’ta yeni durumun Ocak 1995 tarihinde yeniden gözden geçirilmesi kararlaştırılmıştır. AB, her şeyden önce Kıbrıs sorununun çözülmediği koşullarda, “sorunlu” bir üyelik başvurusu karşısında temkinli davranmak istiyordu. Bundan dolayı Kıbrıs’ta çözümün AB şemsiyesi altında sağlanması gerekliliği üzerinde dururken genel olarak tarafları BM ‘ine çözüm önerileri çerçevesinde uzlaşmaya çağrısında bulundu. Adadaki Türk askeri sayısının azaltılması, adaya BM Barış Gücünün (UNIFCYP) yanı sıra AB ‘ye bağlı askeri gücün yerleştirilmesi gibi başlıkları ön plana çıkardı. Avrupa’nın gücünün adaya barış getireceği iddia edildi.
AB yetkilileri adadaki toplumların bölünmüşlüğünün simgesi olan “yeşil hattın” varlığını “çözüme” ulaşmada ve de Türkiye-AB ilişkilerinin seyrini belirlemede önemsemektedirler. Örneğin, 2 Mart 1997 yılında Ledra Palace’da yapılan bir toplantıda, AB Dış İlişkiler Komisyon Başkanı Hans Von den Broek, Avrupa’da barikatlara yer olmadığını belirtiyordu[44]. Buna benzer açıklamalar süreç içerisinde yapılmaya devam ediyor; AB ilerleme raporları ile Avrupa Parlamentosunun Kıbrıs ve Türkiye ile ilgili aldığı kararlara yansıyordu.
Corfu ve Essen Zirvelerinde(1994)[45] Avrupa Konseyi, Kıbrıs ve Malta’nın genişleme sürecine dahil edileceğini açıkladı. Bakanlar Konseyi, Corfu ve Essen Zirvelerinin kararları çerçevesinde; Kıbrıs’ın genişleme takvimine dahil edileceğini vurgulayarak, toplumlar arasındaki çabanın yetersizliğini eleştirmiş, tüm tarafları gerekli çabayı göstermeye çağırmıştır. Konsey, AB üyeliğinin adadaki her iki topluma da refah ve güvenlik getireceğini savunarak; Kuzey’in iktisadi olarak geri kalmışlığının giderilmesi için Komisyon ile Kıbrıs Türk Toplumu arasında, Kıbrıs Hükümetinin tavsiyeleri dikkate alınarak, ilişkilerin organize edilmesi önerisinde bulunmuş ve de BM ‘in çabalarının desteklendiğini vurgulamıştır.
4.1) AB Türkiye ilişkileri ve Kıbrıs
Türk tarafı, GKRY’nin AB ‘ye üyelik başvurusunun ardından bunun 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurucu antlaşmalarına aykırı olduğu yaklaşımını[46] uluslararası platforma taşımış, GKRY‘nin AB üyeliğinin kabulünün “hukuk dışı” bir girişim olacağını belirtmiştir. Bu yaklaşımla birlikte AB-Kıbrıs ilişkileri ve de Kıbrıs sorununa yaklaşımda “hukuksal boyut” ön plana çıkmıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise Türk tarafının tezlerine karşıt olarak Türkiye’nin adadaki varlığının, “hukuk dışılığını” gündeme getiren girişimlerde bulunmuştur. AİHM’de sonuçlanan Titina Loizidu davası [47](1999)ile birlikte AB’nın bu yaklaşımı desteklediği kesinlik kazanmıştır. AİHM’in Loizidu davası ile ilgili kararı ise tamamiyle Türk tarafının tezlerini yanlışlayan ve de Türkiye’nin Kıbrıs politikasını sıkıştıran bir başlıktır. Kıbrıs ‘ın AB üyeliğinin topluluk gündemine gelişinden bu yana Yunanistan Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Cumhuriyeti adına AB ‘ye tek taraflı başvurusunun engellenmesi durumunda genişleme takvimini veto edeceğini açıklayarak Türk tarafının yaklaşımını etkisiz kılmayı başarmıştır.
1994 yılında Avrupa Adalet Divanın, KKTC’nin Avrupa Birliği ülkelerine narenciye ve patates ihracatını yasaklayan kararı ( İngiltere ve Avrupa Komsiyonu itirazına rağmen) ile KKTC ihracatı olumsuz yönde etkilenmiş, bu karar, BM’in 1992 yılından beri yaptığı müzakerelerin bir sonuca ulaşmaması halinde yaptığı tehditlerin bir uygulama şekli olarak değerlendirilmiştir[48].
1995 yılı ise gerek Türkiye-AB gerekse Kıbrıs –AB ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasıdır. 6 Mart 1995 AB Konseyi kararlarına( Fransa Başkanlık döneminde) göre “Kıbrıs’ın” AB’ye katılım sürecinin genişleme takvimi ile birlikte ele alınması kararlaştırılmış, Kıbrıs’a üyelik görüşmelerinin başlaması için tarih verileceği özellikle vurgulanmıştır. Türkiye’nin Gümrük Birliği antlaşmasını imzaladığı bu tarihte Yunanistan’ın Türkiye’nin imzalayacağı Gümrük Birliği antlaşmasına yönelik vetosu, GKRY’nin AB genişleme takvimine dahil edilmesi ile ortadan kalkmıştır [49]. Türk tarafı ise bu koşullar altında GKRY’nin AB üyeliğinin “hukuk dışılığını” gündeme getirememiştir.
Helsinki 1999 Zirvesinde ise AB, Kıbrıs politikasını daha net bir şekilde tanımlamıştır. Taraflar arasında 3 Aralık 1999 New York ‘ta başlayacak olan görüşmelerden memnuniyet duyduğu belirten AB, siyasi çözümün Kıbrıs’ın AB üyeliğini kolaylaştıracağı üzerinde durmuştur. Ancak çözüm elde edilmediği halde Komisyonun Kıbrıs ile ilgili kararlarında değişiklik olmayacağı belirtilmiştir. Çözümün Kıbrıs’ın AB üyeliği için bir ön şart olarak görülmediği vurgusu her koşulda tek taraflı da olsa GKRY’nin AB üyeliğinin kabul edilebileceği anlamına gelmekte idi.
Türkiye’nin AB’ye Katılım Ortaklığı Belgesinde(2000) Kıbrıs’ın kısa vadede çözülmesi gereken sorunlardan biri olarak tanımlanması, 2002 Kopenhag doruğu öncesinde Kıbrıs’ın Türkiye’nin aday üyelik müzakerelerine başlaması için Kıbrıs’ın bir koşul olup olmadığı tartışması, Kıbrıs’ın AB-Türkiye ilişkilerinde öncül başlıklardan biri olarak tanımlandığının en somut göstergelerdir. 1995 yılı ile birlikte Türkiye AB ilişkileri ile AB’nin Kıbrıs politikasının kesişmesini (birbirine paralel yürütülmesi),ardından, Katılım Ortaklığı Belgesi ile Türk tarafına Kıbrıs’ ta “çözüm ve karar zamanının” geldiği mesajı verilmiştir. Türkiye ‘nin adada barışın sağlanmasında sorumlu olduğu, adanın bölünmüşlüğüne son verilmesi gerektiği , adadaki Türk askerinin “işgalci” olduğuna yönelik eleştiriler gerek Türkiye’nin ilerleme raporlarında gerekse AB komisyonu ile AB parlamentosu tarafından yapılan açıklamalarda görülmektedir. AB, Kıbrıs başlığını Türkiye ile olan ilişkilerinde havuç sopa mantığı ile yürütmeyi tercih etmekte, zaman zaman Türkiye’nin adada “işgalci” konumunda olduğunu zaman zaman ise sadece Türkiye’nin taraflar arasındaki görüşmeleri desteklemesinden memnuniyet duyduğunu açıklamaktadır.
5)Sonuç
Tarafların 1999 yılında başlattıkları görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan Annan planı ( Kasım 2002) her iki tarafın tezlerine belli ölçülerde yer veren bir içeriğe sahip olup, bu planın daha çok İngiltere’nin Kıbrıs özel temsilcisi Sir Lord Hannay tarafından hazırlandığı yaygın bir görüştür. İngiltere, Annan Planı aracılığıyla adadaki askeri üslerinin varlığını garanti altına alırken adanın geri kalan kısmında AB’nin varlığından rahatsız olmayacağını göstermektedir.
ABD ise Annan Planın arkasında dururken ayni zamanda ABD’nin Irak’a müdahalesinde, Türkiye’yi Irak’a asker gönderme noktasında ikna etmek amacıyla, bir koz olarak da kullanmıştır.
Planda ne konfederasyon ne de federasyon tanımı yapılırken, taraflar iki ayrı kurucu devletin sahibi olarak görülmektedir. Egemenlik, anayasal haklar, garantörlük ,yerleşim, toprak, mülkiyet özgürlüğü ve AB üyeliği başlıkları tarafların tezleri gözetilerek ele alınmış, tarafların yaklaşımları arasında belli bir denge oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak planda yer alan askersizleştirme başlığı İngiltere’ye ait olan askeri üslerin varlığı ihmal edilerek tanımlanmıştır. Sadece İngiltere’ye ait olan ve de İngiltere ‘nin izni ile NATO tarafından kullanılabilinen askeri üsler, Avrupa Ordusunun kullanımına kapalıdır. Kopenhag doruğunda (Aralık, 2002) adada Avrupa Ordusunun olanaklarının kullanılamayacağı, bunun NATO’nun iznine tabi olduğu belirtilmiştir. Kıbrıs 2002 ilerleme raporunda İngiltere ile yapılan görüşmeler sonucunda askeri üslerde çalışanların çalışma koşulları ve diğer yasal haklarının AB yasalarına göre belirleneceği açıklanmıştır.
Ancak GKRY ile Yunanistan ile imzalanan Ortak Savunma Doktrini çerçevesinde Avrupa Ordusunun adaya konumlanışı gündeme gelebilecek bir olasılık olarak durmaktadır. Yine Annan planında adanın askerisizleştirilmesi başlığında adadaki güvenliği çok uluslu askeri gücün sağlayacağı ( adaya çok uluslu askeri gücün yerleştirileceği) vurgulanmaktadır. Bahsedilen çok uluslu askeri gücün (az sayıda olmasına rağmen) AB ülkelerinin bileşenlerinden oluşması gündemdir.
11 Eylül sonrasında Ortadoğu’nun yeniden yapılanma sürecinde adada NATO ile AGSP arasında bir dengenin kurulmaya çalışıldığı açıktır. Kurulması öngörülen bu dengede adadaki Türk askerinin varlığı ile konumlanış biçimi de yeniden gözden geçirilmektedir. Bu tartışmaların gölgesinde adada sağlanacak barışın (çözümün) nasıl bir barış olacağı sorusuna şüpheli yaklaşmak abartı olmayacaktır. Yıllardır adada böl- yönet politikasını benimseyerek hareket eden İngiltere ve ABD ‘nin, AB çatısı altındaki Kıbrıs’tan beklentilerinin şimdilik barıştan yana olması yanıltıcı olmamalıdır.
[1] Kıbrıs ile ilgili tarafların kimler olduğu 1950’li yıllar ile birlikte İngiltere’nin sorunu çok taraflı karmaşık bir düzleme oturtma eğiliminde oluşu nedeniyle tartışmaya açılmıştı. Yunanistan adada yaşayan Rumların Enosis politikalarını desteklerken, Türkiye ise Kıbrıs politikasını önceleri İngiltere ile olan ilişkilerine bağlı olarak belirlemiş, daha sonra ada üzerinde tarihsel hakları olduğu vurgusunu ön plana çıkarmıştır. Adadaki toplumlararası çatışmaların yoğunlaşmasıyla da “sorun” Türk-Yunan uyuşmazlığına dönüşmüştür.
[2] Bu alıntı Tarık Zafer Tunaya ait olup; Faruk Sönmezoğlu ,Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu(1945-1986), İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul,1991,s.v.
[3] Adadaki Rumlar Enosis ( adayı Yunanistan ile birleştirme) politikalarını, EOKA (Kıbrıs Savaşçıları Ulusal Örgütü,1955) ile ilk başta İngiltere’ye karşı başlattıkları silahlı mücadeleyi daha sonraları Türklere yönlendirerek yaşama geçirmeye çalıştılar. Türkler ise bu saldırılara TMT’nin kurulması (Türk Mukavemet Teşkilatı,1957) ile yanıt veriyor adanın taksim edilmesini öneriyordu. Enosis ve taksim politikaları; Rumlar ve Türkler arasında çatışmalara dönüşerek, soruna etnik temellerin de eklenmesine neden olmuştur. Adadaki toplumlararası çatışmaların varlığı, 1974 sonrasında ise adanın bölünmüşlüğü uluslararası topluluğun Kıbrıs’a olan ilgisini gerekçelendirme nedenleri olmuştur. Bundan dolayı toplumlararası görüşmelerin desteklenmesi ile farklı isimleri taşıyan “barış planları” hep gündemde olmuştur.
[4] Şükrü Sina Gürel ,Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Cilt 2, Kaynak Yayınları, İstanbul , 1985, s.48.
[5]İngiltere Kıbrıs’ı Osmanlı İmparatorluğunun zayıf döneminde Rusya karşısında bölgede etkin bir güç olmak amacıyla Osmanlı imparatorluğundan devir aldı( Ayestefanos Antlaşması , 1878). İngiltere için o dönemde ada Rusya’ ya karşı bölgede etkin bir güç oluşturulmasının bir aracı, Akdeniz’de Osmanlı’nın etkinliğinin zayıflaması olarak görülmektedir. Birinci Dünya Savaşında ise Osmanlı imparatorluğu ile İngiltere karşı taraflarda yer alması ile İngiltere geçici olarak devir aldığı adayı ilhak etmiştir(1914).
[6] Gürel ,a.g.e, s.35.
[7] Gürel , a.g.e, s.33.
[8] Sönmezoğlu, a.g.e, s.9.
[9] Gürel, a.g.e s.46.
[10] Adanın güneyinde bulunan İngiliz üsleri , iki ayrı yerleşim biriminde ( Ağrotur ve Dikelya) yaklaşık olarak 99 mil karelik bir alan olup, adanın %10’nu kapsamaktadır.Her iki askeri üssün kurulması aşamasında yaklaşık 50 milyon sterlin harcanmış 5000 Kıbrıslı üslerin inşaatında çalışmıştır. İngiliz üsleri NATO’ya ait olmamasına rağmen üslerde bulunan elektronik istihbarat toplama kapasitesi ile ABD ve NATO çıkarlarına hizmet etmektedir. ABD’nin Amerikan Federal Yayın Enformasyon Servisinin antenleri adadaki üslerde bulunmaktadır.
[11] Ahmet An, Adamızdaki İngiliz Üsleri Mutlaka Kaldırılmalıdır, Kıbrıs’ta SosyaIist Gerçek, Sayı 31, Ağustos 1998 .
[12] Sönmezoğlu, a.g.e, s.18.
[13] Sönmezoğlu, a.g.e., s.18.
[14] Faruk Sönmezoğlu, Türkiye –Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s.72.
[15] T.W. Adams & Alvin J. Cottrell, Cyprus Between East and West,The Johns Hopkins University Press, p.56.
[16] Sönmezoğlu, a.g.e,s.82-83.
[17] Sönmezoğlu, a.g.e, s. 75.
[18] Erol Manisalı, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, Derin Yayınları, İstanbul, 2003, s.31-32.
[19] M ehmet Hasgüler, Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, İletişim Yayınları, İstanbul ,2000, s.238.
[20] T.W.Adams & Alvin J. Cottrell, a.g.e,p.56.
[21] 1960 Aralığında Kıbrıs’ta yaşanan kuraklık karşısında ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne 50000 ton buğday ve tahıl yardımı yaptı. Dr. William Throp öncülüğünde adanın iktisadi koşulları ve kalkınma potansiyeli incelenmiş, 1962 yılında Fulbright ile eğitim anlaşması imzalanarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne üç yıllık bir süre için 300000 ABD dolarlık eğitim yardımı yapılmıştır. 1962’de ABD’yi ziyaret eden Makarios toplam 6400000 ABD dolarlık bir protokol imzaladı. 1963 yılında Kıbrıs’a 2 milyon ABD dolarının üzerinde barış için gıda yardımı ile 2.3 milyon ABD doları tutarında uluslararası kalkınma yardımı sağlandı.
[22] Sönmezoğlu, a.g.e,s.192.
[23] Sönmezoğlu, a.g.e, s.85.
[24] Sönmezoğlu a.g.e.,s.189-190.
[25] T.W.Adams & Alvin J. Cottrell,a.g.e, p.4.
[26] Sönmezoğlu , a.g.e, s.83-84.
[27] Sönmezoğlu, Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu(1945-1986), İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s.102.
[28] A.e.,s.102.
[29] Sönmezoğlu , a.g.e., s.205.
[30] Sönmezoğlu, a.g.e., s.209.
[31] Nasih Uslu, “Kıbrıs Sorunu ve ABD”, AB Kıskacında Kıbrıs Meselesi , Ed. İrfan Kaya Ülger, Ertan Efegil Ankara, 2001,s. 151-152.
[32] A.e.,s.233.
[33] A.e.,s.235.
[34] Sönmezoğlu ,a.g.e, s.105-106.
[35]1993 yılında GKRY( Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), Yunanistan ile Ortak Savunma Doktrini Anlaşması imzalarken, Türk tarafı bunaTC-KKTC ortak deklarasyonu (1997) ile Denktaş- Demirel deklarasyonu(1998) ile yanıt veriyordu. Bu deklarasyonda GKRY’nin tek taraflı AB üyeliğinin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin KKTC ile olan işbirliğini daha üst boyutlara taşıyacağı , KKTC ile TC arasında entegrasyona gidileceği açıklanıyordu.
[36] Bu yaklaşımla ilgili olarak bkz. Ahmet An, Kıbrıs Nereye Gidiyor, Everest Yayınları, İstanbul, 2002.
[37] Abdullah Akyüz, “Thomas Weston ile Söyleşi”, Görüş Dergisi, Mayıs -Haziran 2002, s .48-49.
[38] Bu başlık ilgili olarak bkz., Alvaro de Vasconcelos, “Europe’s Mediterranean Strategy :the Security Dimension”, ed. M.Maresceau,E.Lannon, The EU’s Enlargement and Mediterranean Strategies, Palgrave, UK, 2001.
Lawrence Freedman ,”Rethinking European Security”, Interlocking Dimensions of European Integration Ed. Hellen Wallace&Lawrence Freedman, Palgrave, UK, 2001.
Christopher Hill, “The Common Foreign and Security Policy of the EU”, European Foreign Policy Unıt, LSE, 2002, http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/RelatedSites.htm/20.05.2002.
[39] AB ‘nin Akdeniz Bölge Politikası, İTO yayın no:1996-30/AB7, Temmuz 1996, s.4.
[40] Christopher Brewin, The EU and Cyprus, Eothen Press, UK, 2000,p.3.
[41] Hasgüler, a.g.e.s,137.
[42] Nathalie Tocci, “The Cyprus Question :Reshaping Community Identities and Elite Interests Within a Wider European Framework”, CEPS, 2000,p.10.
[43] www.europa.eu..int/comm/enlargement/cyprus /12.03.2003.
[44] Brewin, a.g.e. p.4.
[45] www.europa.eu.int/comm/enlargement/cyprus/12.03.2003.
[46] Bu başlık için bkz.Mendelson raporu, www.mfa.gov.tr
[47] T.Loizidu 1974 öncesi ikamet ettiği yerleşimine gidemediği için, mağdur olduğu gerekçesi ile AİHM’e başvurarak Türkiye aleyhine dava açmıştır.
[48] Clement H. Dodd, Kıbrıs Meselesi,Turhan Kitapevi, Ankara, 1996, s.18-19
[49] Brewin, a.g.e., p.22 .