1475 SAYILI YASA'DAKİ DEĞİŞİKLİKLER VE MODERN KÖLELİK DÜZENİ

Almanak 2002Hükümet ve patron örgütleri ülkeyi, işçi sınıfı ve emekçileri, savaş ve sömürü cenderesinde boğulmaya sürüklüyor. Dış ve iç politikayı ABD ve AB'ye, ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası'na teslim eden yönetici takımı, uluslararası tekelci sermayenin ve işbirlikçilerinin bir dediğini iki etmiyor.

Kapitalistler, holding patronları, şirket yöneticileri, sermaye medyası ve hükümet 1475 Sayılı İş Yasası'ndaki değişikliklerle, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik bir kuşatma harekatı sürdürüyor. Kapitalist sömürü ve saldırıdaki bu pervasızlık, ekonomik krizlerin faturasını işçilere, emekçilere kesiyor. Çalışma yaşamında patronlara, sermayedarlara sınırsız özgürlük tanınıyor. Astıkları astık, kestikleri kestik bir iş yaşamını yasallaştırıyorlar. İşçileri, emekçileri alınıp-satılan bir mala dönüştürüyorlar. Dünya ve Türkiye işçi sınıfını, modern köleler olarak zincire vuruyorlar.

Hükümetin iş yasasını değiştirmesi sonucu, 8 saatlik iş günü hakkı gaspedilmiş, esnek çalışma yasalaşmıştır. Kıdem tazminatı hakkı kaldırılmış, sigorta ve sendika hakkının temelleri dinamitlenmiştir. Sömürü kapıları hortumculara, soyguncu, yağmacı takımına ardına kadar açılmıştır.

Emperyalist saldırganlık, ABD öncülüğündeki sömürgeci savaş ve terör, kapitalist sömürünün yoğunlaştırılması sadece Türkiye'de gündeme gelmiyor. Başta Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler olmak üzere, ABD ve bütün diğer emperyalist ülkelerde de işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırılar artıyor. Kazanılmış demokratik haklar gaspediliyor, "iç ve dış güvenliğin sağlanması" adı altında baskıcı yasal düzenlemeler hızla yürürlüğe giriyor.

 

Yakın tarihte uluslararası ve ulusal ölçekteki kanunlara konulan MAİ, MİGA, tahkim, mezarda emeklilik, özelleştirme, taşeronlaştırma vb. bütün politikalar, bu sömürücü ve sömürgeci kuşatmanın bir parçası olarak yaşam buldu.

Sömürgeciler ve sömürücüler aynı çıkar çevreleridir

1475 Sayılı İş Kanunu'nda yapılan değişikliklerde, uluslararası holdingler, IMF ve Dünya Bankası gibi sömürgeci kuruluşlar ve onların Türkiye'deki işbirlikçileri tarafından aynı zincirin halkası olarak gündeme getirilmiştir. Gerek bir kaç aylık Abdullah Gül Başbakanlığındaki AKP hükümeti gerekse R. Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığındaki AKP hükümeti, TÜSİAD, TİSK ve TOBB toplantılarında patron takımının bütün isteklerine harfiyen uyulacağı üzerine söz üstüne söz vererek görev yapmıştır-yapmaktadır. Bir yandan, ABD'ye savaşta işbirliği sözü verip memleketi işgale sonuna kadar açtılar. Öte yandan, 1475'e ilişkin değişiklikleri mutlaka gerçekleştireceklerine ilişkin de patronlar önünde ant içtiler.

Bunları yaparak; 8 saatlik iş günü hakkını gaspettiler, esnek çalışmayı yasallaştırdılar, kıdem tazminatları uygulamasına son verdiler, sigorta ve sendika hakkının temellerini dinamitlediler.

Sömürü ve kölelik kapılarını bütün patronlara, hortumculara, soyguncu, yağmacı takımına ardına kadar açtılar.

İşçi haklarını ortadan kaldıranlarla, sömürgeci savaştan rant elde etmeyi hesaplayanlar aynı çıkar çevreleridir. Ve dahası hem Irak'ın işgali ve Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesine yönelik saldırganlık, hem de 1475'in değiştirilmesiyle çalışma yaşamına egemen kılınan modern kölelik düzeni; sermayenin uluslararası egemenliğinin ifadesi olan "küreselleşme"nin halklara ve emekçilere saldırısının iki yönüdür.

Adı "Bilim Kurulu" olan gerçekte ise patronlara "Hizmet Kurulu" olarak çalışan sözde bilim insanlarının hazırladıkları, konfederasyon yönetimlerinin de altına imza koyduğu 1475 Sayılı İş Kanunu'nda yapılan değişiklikleri ele alıp incelediğimizde saldırının boyutu ve vahşi kapitalizmin orman kanunları bütün açıklığıyla görülecektir.

  1. A) KIDEM TAZMİNATI GASPEDİLİYOR

Tasarıda öngörülen Kıdem Tazminatı Fonu uygulaması, SSK gibi oluşturulmaktadır. Yönetiminde yine Çalışma Bakanlığı, işveren temsilcisi ve işçi temsilcisi bulunmaktadır. İşçi temsilcisi SSK'daki gibi azınlık durumundadır. Kıdem Tazminatı Fon Tasarısı'nda, kıdem tazminatı alabilmek için 15 yıl prim ödeme koşulu getirilmektedir. Örneğin, 14 yıl çalışan ve malulen emekli olan bir işçi bu tasarıya göre, kıdem tazminatı alamayacaktır.

Bu düzenlemede, haksız olarak işten çıkarılan işçi, kıdem tazminatı alamamaktadır. Yine bu düzenlemenin sakat bir yanı, işçi ancak fona prim yatırıldı ise tazminatını alabilmektedir. Primleri SSK toplamaktadır. SSK primlerinin işveren tarafından yatırılmadığı bir gerçektir. Patronlar, SSK primleri konusunda sıkça yaşandığı gibi, Kıdem Tazminatı Fonu primlerini de yatırmayacaklardır. Tasarıda, kıdem tazminatı primini ödemeyen işverene yönelik ciddi bir yaptırım yoktur. Tasarıda, Kıdem Tazminatı Fonu'na devlet bütçesinden kaynak aktarılmayacağı belirtilmektedir. Bu durumda, işveren Kıdem Tazminatı Fonu'na prim ödemeyecek, kıdem tazminatını hak etmiş işçi de bu nedenle tazminatını alamayacaktır.

Kıdem Tazminatı Fonu işçi yararına getirilmiş bir uygulama gibi tanıtılmaya çalışılsa da, aslında işvereni kıdem tazminatı ödemekten kurtarmaktadır. Mevcut durumda dava açarak vs. yollarla, üstelik bir sene çalışmış bir işçi dahi işverenden kıdem tazminatı alabiliyor. Tasarı ile getirilmek istenen sistemde belki kamuda çalışan işçiler dışında hiç kimse kıdem tazminatı alamayacaktır.

15 gün dayatması

Ön tasarıda, Kıdem Tazminatı Fonu'na bir alternatif olarak farklı bir düzenleme daha öneriliyor. Buna göre, Fon oluşturulmayacak, mevcut sistem devam edecek, fakat bir sene çalışmaya karşılık verilen 30 günlük ücret tutarında tazminat yerine, 15 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı verilecektir. Yani, kıdem tazminatları yarıya indirilmektedir.

Ayrıca, bu düzenlemede de, kıdem tazminatı alabilmek için işçinin 50 yaşını tamamlaması ve 10 yıllık kıdem süresinin doldurulması koşulları getirilmektedir. 30 kişilik bir işyerinde çalışan işçi, haksız olarak işten çıkarılsa bile kıdem tazminatı alamıyor. Ya da 30 yada daha fazla kişinin bulunduğu bir işyerinde çalışsa bile 50 yaşını doldurmamış işçi, işten haksız olarak çıkarıldığında bile, kıdem tazminatı ödenmeyecektir. Her iki öneri de kıdem tazminatını fiilen ortadan kaldırmaktadır.

Kıdem tazminatı sadece bugün için değil, gelecek için de kazanılmış bir haktır. Ve bu hakkı gelecek kuşaklar için korumak bizlerin sorumluluğudur.

  1. B) 8 SAATLİK İŞGÜNÜ HEDEFTE

Tasarının 48. Maddesinde düzenlenen hafta tatili ücreti ile hafta sonu tatili kavramı değiştiriliyor. Mevcut kanunda altı iş günü çalıştıktan sonra yapılacak hafta sonu tatili hakkı, "altı gün çalışmadan sonra" koşulu kaldırılarak "haftada herhangi bir gün" olarak ifade ediliyor. İşçi, örneğin pazar günü gibi belirli bir günde hafta sonu tatilini yapamayacak. İşin durumuna göre hafta sonu tatili bir hafta salı, diğer hafta pazartesi, bir başka hafta çarşamba günü olabilecek. Böylece işçinin ailesi ile haftanın belirli günlerinde yapacağı tatil işverenin keyfine bırakılıyor.

Günde 12 saat çalışma. Yüzyıl önceki koşullar

Yine, tasarının 65. Maddesi ile işçiler yüz yıl önceki koşullara, günlük on iki saat çalışma koşullarına döndürülüyor. Bu değişiklik, günde 12 saat işgünü, fazla mesai parasının ödenmemesi, işçinin günlük yaşamını düzenleyememesi ve tamamen patronun inisiyatifine terk etmesi gibi sonuçlar doğuracaktır.

Oysa işçi sınıfı, sekiz saatlik iş günü için uzun yıllar mücadele vermiş, çok sayıda işçi bu mücadelede yaşamını yitirmiştir. Çetin mücadeleler sonunda 8 saatlik işgünü ve haftada 40 saat çalışma, bazı ülkelerde 7,5 saatlik iş günü 35 saatlik iş haftası kabul ettirilmiştir. SSCB'de günlük çalışma saatleri 6 saate kadar indirilmiş ve günde 4 saat çalışma hedefine yönelik planlar yapılmıştır.

Şimdi, patronlar, yüz yıl önceki koşulları yeniden, hem de yasal düzenlemelerle diriltmeye çalışmaktadır. İş günü saatlerinin arttırılması için iş yoğunluğu, işin acilliği gibi gerekçeler kabul edilemez. Bu tür gerekçeler patronlar açısından her zaman gündemdir. Diğer düzenlemelerle birlikte işçi 12 saat çalışan, çalışmak ve uyumak dışında başka bir şey yapmak için zamanı olmayan, yabancılaşmış, robotlaşmış, makineleşmiş, insanlıktan çıkarılmış bir duruma geri döndürülmek istenmektedir.

  1. C) ESNEK ÇALIŞMA YASALAŞIYOR

İş Kanunu Ön Tasarısı, aynı işyerinde belirli, belirsiz, tam süreli, kısmi süreli, deneme süreli gibi bir çok türde sözleşmelerle işçi çalıştırmaya olanak tanıyor. İşçiler birer gündelikçiye dönüştürülerek, esnek ve kuralsız çalışma bütün iş hayatına egemen hale getiriliyor.

  1. Madde ile "belirli süreli iş" kavramı getiriliyor. Buna göre işveren işçiyi dört ay, yedi ay, on beş ay vb. gibi sürelerle iş akdi yapıp çalıştırabilecek. Bu düzenleme ile patronlar uzun süreli çalışma ile işçinin kıdem tazminatı, yüksek ücret ve diğer bazı kazanımlarını ortadan kaldırmaktadır. Patronlar bu hüküm yasalaştığında belirsiz süreli iş sözleşmesi yapmaktan kaçınacak, belirli süreli iş sözleşmesini tercih edecektir.
  2. Maddede kısmi süreli ve tam süreli iş sözleşmesi düzenlenmektedir. Bu düzenlemeye göre işveren bir haftada yirmi saat, on beş saat, otuz saat gibi çalışma saatlerine göre işçi çalıştırabilecektir. Çalışma süresinin esnek hale getirilmesiyle, asgari ücretin dahi altında işçi çalıştırmak mümkün olacaktır.
  3. Madde "çağrı üzerine çalışma" yı düzenliyor. Madde metninde çağrı üzerine çalışma şöyle tarif ediliyor: "Sözleşme ile, işçinin üstlendiği işin çıkması halinde iş görme ediminin yerine getirileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmi süreli bir iş sözleşmesidir."

Çağrı üzerine çalışma düzenlemesi ile işçi, haftada bir eve temizliğe gelen "gündelikçi kadın" durumuna sokulmaktadır. Tabii ki, böyle bir iş ilişkisinde sigorta, sendika ve diğer haklardan söz etmek mümkün olmayacaktır.

Tasarının 16. Maddesinde deneme sürelerinin bir aydan iki aya çıkarılması öngörülüyor. TİS'le bu süre dört aya çıkarılabilmektedir. Bu durumda, işçiler deneme sürelerinde çalıştırılacak ve iki ay ya da dört ay çalıştırıldıktan sonra işten çıkarılacak, böylece, sendika, sigorta hakları gasp edilecektir. Taşeron şirketlerin son yıllarda uyguladığı sömürü yöntemi şimdi iş kanununa konularak genelleştirilmek istenmektedir.

  1. D) İŞYERİ TANIMI DEĞİŞİYOR

Mevcut 1475 sayılı kanunda "işin yapıldığı yere işyeri denir" gibi, somut bir yer tarif edilirken, yeni hazırlanan tasarıda, işyerinin tanımı değiştiriliyor. İşyeri kavramının değiştirilmesi ile işçi; belirsiz, her an değişebilecek bir işyerinde çalışan gezici servis elemanına döndürülüyor. Oysa işçi sınıfı, belirli bir işyerinde çalışma hakkı için mücadele etmiştir. İşçinin, çalışma dışındaki günlük yaşamını düzenlemek, kendini geliştirebilmek için; nerede, kaç saat ve nasıl çalışacağını bilmesi, çalışma koşullarının belirlenmesi ve yasal güvenceye alınması hayati öneme sahiptir. Ülke çapında bir işletmenin, işçisini istediği yerde çalıştırması işçinin yaşamını, aile hayatını alt üst edecek, kendisi için ayırdığı zamanı daraltacaktır. En önemlisi de işçi sınıfının sendikal örgütlülüğünü dağıtacaktır. Yıllardır, memurlara uygulanan sürgün cezaları, artık işçiler için de söz konusu olacaktır.

  1. E) İŞYERİNİN DEVRİ

Tasarının 6. Maddesinde "işyerinin veya bir bölümünün devri" düzenlenmektedir. Bu maddeye göre, işçi tıpkı bir makine parçası gibi ya da bir top kumaş gibi alınıp satılan, fabrika ile ya da işyeri ile, işyerinin bir bölümü ile başka bir patrona devredilen mal haline getirilmektedir. Oysa, işçi sınıfı yıllarca işyerini sahiplenme, üretimde söz sahibi olma mücadelesi verdi. Bazı ülkelerde yönetimlerde söz sahibi de olmayı başardı. Son yıllarda aslında pratik olarak uygulanan bu düzenleme ile işçi üretim sürecine daha da yabancılaştırılıyor.

  1. F) İŞÇİLER ALINIP-SATILACAK

Tasarının 8. Maddesinde ise "ödünç iş ilişkisi" düzenlemesi yer alıyor. Buna göre; bir işveren yanında çalışan işçiyi başka bir işverene geçici bir süre için ödünç verebilecek.

Ödünç iş ilişkisi ve iş sözleşmesinin devri ile işçiler işletmeler arasında seyyar işçi haline getirilerek, daha az işçi ile üretim yapılması amaçlanmaktadır. Ödünç iş ilişkisi yasa maddesi olarak düzenlendiğinde, taşeron firmalar gibi, çok sayıda ödünç işçi veren şirketler oluşacaktır. Ödünç iş ilişkisinden bir patronun kendi işçilerini başka bir patrona geçici bir süre için vereceği ilk olarak akla gelse de, bu tür alışveriş esas olarak "ödünç verme" işlemi olmayacaktır. Şimdiden faaliyet gösteren ve "istihdam şirketleri" olarak tanımlanan şirketler çoğalacaktır. Bu şirketler asgari ücretle işçi çalıştıracak, bu işçileri üç ay için bir patrona, beş ay için başka bir patrona, on ay için üçüncü bir patrona "ödünç" verecektir. "Ödünç" işçilerin verildiği patronlardan biri tekstil sektöründe, ikincisi lastik iş kolunda, üçüncüsü ise otomobil sektöründe olabilecektir. Böyle bir durumda "ödünç" işçilerin sendikada örgütlenmesi dahi mümkün olmayacaktır. Bu düzenleme yasalaşırsa işçiler, bir mal gibi alınıp satılacaklar.

  1. G) FAZLA MESAİ VAR AMA MESAİ ÜCRETİ YOK

Tasarının 43. Maddesi, fazla çalışma karşılığında verilecek ücretin gaspedilmesini hedefliyor. Tasarıda günlük 8 ya da 9 saati aşan çalışma yerine, haftada 45 saati geçen süre "fazla çalışma" olarak tanımlamış. Böylece, hafta içinde bazı günler günlük çalışma süresinin aşılması durumunda, işveren işçiyi haftanın diğer günlerinde az çalıştırarak fazla çalışmayı telafi edilebilecek ve işçiye fazla çalışma ücreti ödemeyecek. Yine patron, fazla çalışmanın karşılığını ücret yerine, izin olarak kullandırabilecek. İşçi isterse 6 ay içinde, fazla çalıştığı saat karşılığı her 1 saat fazla çalışmaya karşılık 1,5 saat izin kullanacak.

Altmış altıncı madde ise "telafi çalışması"nı getiriyor. Bu düzenlemede, ulusal ve dini bayramlar, genel tatil günleri öncesi ya da sonrası işyerinin tatil edilmesi halinde, tatil edilen süre daha sonraki günlerde telafi ediliyor. Patronlar, zorunlu nedenlerle işçiye verdiği bir kaç saatlik tatili bile geri almanın hesabını yapıyor.

  1. H) ÜCRETSİZ İZİN YASALAŞIYOR
  2. Maddede de "kısa çalışma" adı altında "ücretsiz izin" yasalaştırılıyor. Tasarıya göre "işyerinde geçici olarak en az dört hafta işi durdurma veya kısa çalışma uygulamasına karar veren işveren bu kararını derhal ve gerekçeleriyle birlikte İş Kurumu'na, işçi temsilcisine ve varsa toplu iş sözleşmesi tarafı işçi sendikasına bildirmekle" yükümlü.

Tasarıda, ücretsiz izne çıkarılma 'geçici bir işsizlik' olarak nitelendirildiğinden, bu durumdaki işçilerin İşsizlik Sigortası'ndan 'kısa çalışma ödeneği' almaları öngörülüyor.

Böylece bugüne kadar yasalara aykırı olarak uygulanan ücretsiz izin artık yasal hale getiriliyor.

İşverenler örneğin stokları büyüyüp geçici olarak işi durdurduklarında işçileri ücretsiz izne çıkaracak ve bu izin süresince Türkiye İş Kurumu tarafından işçiye ücretinden az bir ücret verilecek böylece, işveren stokları tüketinceye kadar 'işçi giderleri"nden tasarruf edecektir. Bu düzenleme sık sık ücretsiz izin uygulamasına vesile olacaktır ve ücretli izin hakkının gaspı anlamına gelmektedir.

YASA DEĞİŞİKLİKLERİ TÜMDEN REDEDİLMELİDİR

Yeni kanunla, işçi sınıfının yüz yıl önce kazandığı hakların tümü ortadan kalkmıştır. İşçi gündelikçiye dönüştürülmüş, sendikalar küçülüp, yok olmaya itilmiştir. Yasayı hazırlayan Bilim Kurulu'nun oluşturulmasını kabul eden ve bu kurula esnek çalışmayı savunan akademisyenleri öneren sendika konfederasyonlarının yöneticileri bu yasayı meşrulaştırmıştır. IMF'ci takımının saldırıları karşısında işi ağırdan alan ve adeta "top çeviren" sendika bürokrasisi, modern kölelik düzeninin yasalaşmasında, en az hükümet ve patron örgütleri kadar sorumludur.

Yeni kanunun bazı maddelerinin yeniden düzenlenmesi bir kazanım olamaz. Değiştirilmiş haliyle 1475 Sayılı Kanun tümden reddedilmeli ve iş güvencesi ile ilgili ayrı bir yasa yapılmalıdır.

İş Kanunu ve işçi sınıfı ile ilgili yasal düzenlemeler; haftada 35 saatlik çalışma süresini, gerçek iş güvencesini, işsizlik sigortasını, devlet güvencesinde kıdem tazminatı fonunu, sınırsız örgütlenme ve grev hakkını, lokavtın yasaklanmasını, insanca yaşanabilecek bir ücretin yasa ile güvenceye alınmasını mutlaka ve mutlaka kapsamalıdır.

Görünürde iki, gerçek tek çıkış yolu...

Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin önünde iki yol var. Bunlardan birincisi; savaş ve sömürü politikalarına boyun eğmek, 1475'te yapılan değişiklikleri sineye çekmektir. Açıktır ki bu bir yol değildir. Hakları geri almak, yeni haklar kazanmak ve sermayenin saldırılarını püskürtmek açısından, kurtuluş ve çözüm burada değildir.

İkincisi ise; hiç bir gerekçeye sığınmadan mücadeleye atılmaktır. Bütün iş kollarındaki sendikalı ve sendikasız işçiler güçlerini birleştirip, iş yerlerinden başlayan bir direniş hattını örgütlemelidir. Türk ve Kürt bütün işçi ve emekçiler için çözüm yolu budur.

Ek bilgiler

  • Yazar: Levent Dokuyucu
  • Yıl: 2002
  • Kurum: Haber-İş Sendikası İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı
Ara...