TÜRKİYE’DE ÖZEL GÜVENLİĞİN GELİŞİMİ VE BUGÜNÜ

Almanak 2008Kapitalizmin neoliberal yeniden yapılanma döneminde, dünya pek çok yeni olgu ile karşılaştı. Geride bıraktığımız 30 yıllık zaman diliminde, kapitalizm bir önceki dönemin üretim biçimi olan fordizmden postfordizme geçerken, üretim biçimindeki değişime bağlı olarak devlet, toplum ve kültür de köklü değişimlere ve yeniliklere sahne oldu. Fordizmde; fabrikada, tam zamanlı ve sendikalı olarak çalışan uzmanlaşmış personel ile kapsamlı bir üretim planlaması çerçevesinde standart ve stoklu kitlesel üretim yapılmaktaydı. Söz konusu üretim koşulları içerisinde devlet iktidarının meşruluğu, “artan ölçüde, fordizmin yararlarını herkese yayabilme ve kitlesel ölçekte, ama insanca ve şefkatli bir biçimde, yeterli sağlık bakımı, konut ve eğitim hizmeti sağlayabilme kapasitesine bağlı olmaya başlamıştı” (Harvey, 1997: 162). İşte söz konusu bu ortam, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünyasına Batı’da refah devletini, Üçüncü Dünya’da ise sosyal devleti armağan etti. Ancak sanayi temelli bir ulusal kalkınmacılığın damgasını vurduğu 1945-73 arasındaki 30 yıllık kapitalizmin altın çağı, 1973 yılından itibaren aşırı biriken sermayeye bağlı olarak yaşanan kâr hadlerindeki düşüş ile birlikte sona erdi.

Yatırım alanlarının tıkanması ile birlikte biriken sermayenin değer yitirmesine bağlı olarak ortaya çıkan kriz, sermayenin yeni yatırım alanları olarak devletin hakim olduğu sektörlere göz dikmesine yol açtı. Bu nedenle yeni dönemin hakim söylemi olan neoliberalizm, her türlü devlet müdahalesine radikal bir biçimde karşı çıkış olarak sahnedeki yerini almıştır. 1973’ten itibaren giderek yaygınlaşan finansallaşma, serbest piyasa ve özelleştirmeler ile ilerleyen neoliberal birikim stratejisini Harvey “el koyarak birikim”, Bauman’ın ise “yeni mülksüzleştirilme: bu kez devletinki” biçiminde ifade eder (Harvey, 2004; Bauman, 1999). Harvey’e göre “neoliberal akımın amentüsü özelleştirme ve piyasa liberalizasyonu olduğu için, ‘ortak mülkiyet nesnelerinin çevrelenmesi’ devlet politikalarının başlıca amacıydı. Devletin elindeki varlıklar ya da ortak mülkiyete konu değerler piyasaya sürüldü, böylece aşırı birikmiş sermaye bu varlıklara yatırım yapabilecek, bunları yenileyebilecek ve bunlar üzerinden spekülatif etkinliklerde bulunabilecekti. Yeni kârlı alanlar açılmıştı ve en azından bir süreliğine aşırı birikim sorunu çözülmüş gözüküyordu. Bir kez harekete geçtikten sonra bu akım, hem yurtiçinde hem de yurtdışında özelleştirme yapılabilecek başka alanlar aramaya başladı” (Harvey, 2004: 131).

Ek bilgiler

  • Yazar: Evren Haspolat
  • Yıl: 2008
Ara...