Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Emperyalizm

Almanak 2010İki nedenden dolayı bu konuya yönelmiş bulunuyorum. Bunlardan birincisi, tarihin bu dönemecinde yönetsel veya sosyal kurumların betimlenmesinde, hatırlayabildiğimiz geçmişe oranla, hemen hiçbir dönemde olmadığı kadar sıkça “dönüşüm” ya da “değişim” kavramları kullanılmakta ve hemen her olguyu veya kurumu “dönüşüm” ya da “değişim” vurgusu ile irdelemeye çalışıyor olmamızdır. Tarihsel süreç, doğası gereği, devamlı değişim ve dönüşüm içerir. İnsanlık tarihinin her aşamasında çok ciddi dönüşümler yaşanmıştır. Bazı dönemlerde keşif ve icatlara, başka zamanlarda büyük ekonomik ya da siyasal dönüşümlere bağlı olarak medeniyetin akışı değişmiş ve yeni aşamalara geçilmiştir. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası dönemi ele aldığımızda, izlenen ekonomi politikalarında olduğu kadar reel yaşamda da görülen devinimlerin hiç birinin değişim sözcüğü betimlenmemiş, bizzat politikaların isimleri ile anılmış ve tarihe de öyle geçmiş olduklarını görürüz. Üniversitelerin kütüphanelerinde doktora tezlerinin konularına baktığımızda da, “sosyal devlet politikaları”, “ithal ikameci politikalar”, “finansal genişleme”, “küreselleşme” ve “finansal balonlar ve krizler” gibi, zamanlarının politikalarını yansıtan konu başlıklarına rastlarız. Günümüzdekinden farklı olarak, geçmişte yaşananları betimleyen başlıkların hemen hiçbirinde “dönüşüm” ya da “değişim” ek nitelemesinin olmaması, buna karşın, son yirmi otuz yılın başat ekonomi politikası olan “neoliberalizm” politika uygulamaları anlatılırken, tüm dünyada görülmekle beraber, özellikle de Türkiye’de “değişim” ya da “dönüşüm” kavramlarının hemen tüm toplumsal ya da yönetsel kurumların vazgeçilmez tanımlayıcı niteliği olarak devreye sokulması üzerinde düşünülmeye değer bir konu olarak görülmelidir. Her toplumsal ve ekonomik evrenin bir önceki evrenin organik sonucu olduğu nedensellik kurgusu içinde seyrettiği görüşü çerçevesinde, altyapı üretim ilişkilerinde gözlemlenen farklılığın, üretim ilişkilerinde radikal değişimi ifade edercesine “dönüşüm”den çok, zaman içinde yaşananlara “sistemik uyum” olarak algılanmasının daha uygun olduğu kanaatini taşımaktayım. Ancak, üst-yapı kurumlarındaki sürecin, olması gereken biçimde alt-yapıya uyumlu olarak gelişmeyip, alt-yapı sürecini perdeleyici ve kolaylaştırıcı işlevle iradî olarak şekillendirildiği dikkate alındığında söz konusu kurumlar için “değişim” kavramının kullanılması anlaşılır olmaktadır. Zira üst-yapı kurumlarında yaşanan sürecin “muhafazakârlık” görüşü çerçevesinde kendi organik devinimini yaşamadığına, bu nedenle de bu kademede ciddi sosyal sürtüşmelere ve çatışmalara tanık olmaktayız. 1980’lerde belirginleşen toplumsal ve siyasal yapıdaki farklılaşmanın irdelenmesi, söz konusu değişim ya da dönüşüm edebiyatının ortaya çıkışının nedenlerini açığa çıkarmaya hizmet edebilir, diye düşünmekteyim. Tartışmada izlenecek hat, üst-yapı kurumlarındaki dönüşümlerin alt-yapıdaki değişimlerle ne denli ilişkilendirilmesi doğrultusunda gelişecektir.  

Ek bilgiler

  • Yazar İzzettin Önder
  • Yıl 2010
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 20041961 yılında ABD’de, Kennedy hükümeti döneminde, hükümet içinden Mc George Bundy, Robert Mc Namara ve Dean Rusk tarafından başlatılan “Demir Dağı” çalışması, 1963 yılında genişledi. Bu gruba; tarihçi, ekonomist, sosyolog, psikolog, bilim adamları ve bir astronom ile bir endüstrici olmak üzere 15 kişi daha ilave edildi. Projeye katılanlar ile projenin içeriği hemen hiç açıklanmadı ancak basına sızdırıldı. 1967 yılında basına sızdırılan raporun kopyasında, “Savaş, ikinci derece sosyal organizasyonların çalıştığı ya da aleyhte komplo kurduğu temel bir sosyal sistemdir. Kayıtlardan görüldüğü üzere, çoğu insan toplumuna hükmetmiş olan ve hâlâ da hükmetmeye devam eden sistem budur” deniliyordu. Rapor genel olarak şu sonuçlara varıyordu:

1. Yerine ne tür sosyal kontrol planları geliştireceğimizi bilmeden ve

2. Bu planların kesin bir şekilde yürüyeceğine inanmadan, savaş sisteminin yok olmasına izin verilemeyeceğini kesinlikle savunuyoruz...

Ancak bununla bitmiyor ve şu tespitleri yapıyordu; “Savaşın ortadan kalkması, ulusal özerkliğin ve geleneksel ulus-devleti yapısının ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Savaş olasılığı, hiçbir hükümetin dış güçlere ihtiyaç duymadan ayakta kalamayacağı hissini doğurmaktadır... Bir modern hükümetin halk üzerinde oluşturduğu otorite, o hükümetin savaş gücüne dayanmaktadır... Savaş, gerekli sosyal sınıfların ortadan kalkmasına karşı en iyi savunma sistemi olarak işe yaramıştır... Ayrıca savaş, temel sınıf ilişkilerini de kontrol etmeyi mümkün kılmaktadır.”

“... Toplumun potansiyel düşmanlarını kontrol etmek için çözüm, modern teknoloji ve politik süreçle uygun düşecek şekilde köleciliğin yeniden başlatılması olabilir... Daha gelişmiş bir kölecilik sistemi, barış içindeki bir dünyada sosyal kontrolü sağlamak için mutlak bir gereklilik olarak görülmektedir.”

Ek bilgiler

  • Yazar Serpil Köksal
  • Yıl 2004
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 2004Yeni Dünya Düzeni'nin ilan edildiği yıllarda, emperyalizmin ideologları da; Yeni Dünya Düzeni denilen ve kapitalizmle; barış, refah, gerçek bir demokrasi ve insan haklarının tüm dünyada egemenliğine inandırıcılık kazandırmak için kolları sıvadılar. "Tarihin sonuna gelindiğini" iddia ettiler. Çünkü; hem kapitalizm olacak, kapitalist tekeller zincirlerinden boşanıp birbiriyle kıyasıya rekabete girecekler; sömürü, kar, böylesi yüceltilecek ama, dünyada da demokrasi her köşeye yayılacak, yoksulluk açlık ortadan kalkacak, barış ve kardeşlik herkesin saygı gösterdiği bir şey olacak!

Mantıklı düşünen, biraz tarih bilincine sahip hiç kimse bunu kabul etmezdi. Bu saçmalığa, az çok inandırıcılık kazandırmanı tek yolu, "tarihin sonunun geldiği"ni ilan etmekti. Ve Fukuyama, tamamen kapitalizm dünyasını ihtiyaçlarından kaynaklanan bu tezin sözcülüğünü yaptı.

Tez ve tezi ifade eden birileri vardı da, peki bütün o gözler önündeki gerçekler ne olacaktı? Irak'a yönelik saldırı, SB'den 15 yeni ülke çıkartmak için girişilen baskılar, pek çok ülkede baş gösteren iç savaşlara kadar varan altüst oluşlar; emeğin haklarına karşı girişilen uluslararası saldırı; özelleştirme ve esnek çalışma uygulamaları adı altında işçi sınıfı ve emekçilerin 200 yıllık kazanılmış hakların bir çırpıda ortadan kaldırılması manevraları nasıl açıklanacaktı? Bütün bunlar olurken insanlar; nasıl olacak da barışın, kardeşliğin, refahın dünyasına göre yol aldıklarını düşüneceklerdi? Sadece; "tarihin sonuna gelindi," "artık eski normlarla düşünemeyiz" filan diyerek kimse inandırılamazdı. Onun için de; tarihin sonunun üstüne, bilinemezciliğin en pespaye yönlerini benimseyen bir post modernizmi geçirip bunu da eski Marksistlerin ve yeni liberallerin önlerine koyarak ortalığa salmak gerekti. Çünkü sadece bugün tarihin sonu geldiği için işçi sınıfına "devrimci niteliklerini yitirmiştir" demek yetmez, işçi sınıfının ve emeğin tarihte de kayda değer bir iş yapmamış olduğunun "kanıtlanması" gerekirdi. Bunun için de; "tanrıların gökyüzünden gelip insanlık uygarlığını kurduğu, piramitler de dahil bütün eski önemli yapıların, demirin, bakırın elde edilmesinin onlar tarafından yapıldığını iddia eden tezler” ve "kanıtlar" uydurmak gerekecekti. Bunu da bildiğimiz gibi, teologlar, mistik yazarlar üslendi: Dün "tanrıların" (laik düşünenler bunlara yaratık da diyebilirdi), kurduğu uygarlığı bugün artık, işçinin yerine geçen "robotlar"ın sürdürmeye başladığını; bilgisayar, elektronik ve genetikteki gelişmelerin artık insan emeğine ihtiyaç olmayan bir dünyanın kurulması için yettiği, burjuvazinin de bunu kuracak devrimci atılım göstereceğini propaganda etmeye (kitaplar yazıldı, filmler, TV dizileri yapıldı, tarih karanlığında, mitoloji ve dini kaynaklara referans olan efsaneler ballandıra ballandıra tarihsel gerçekmiş gibi sunuldu.) koyuldular. Burada her ne kadar "emek," "sanat," bilim" vb. için tarihin sonu gelirken, burjuvazi için sonu gelmek bir yana tarihin "yeniden başlıyor" olması gibi çelişki varsa da bu da görmezden gelindi.

Ek bilgiler

  • Yazar İhsan Çaralan
  • Yıl 2004
  • Kurum Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 20031 ARALIK MİTİNGİ’NİN SİYASİ DEMOGRAFİSİ

1 Aralık 2002 tarihinde Çağlayan Meydanı’nda 140’ı aşkın kuruluşun katılımıyla oluşturulan Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu öncülüğünde ABD karşıtı bir miting gerçekleştirilmişti. ABD’nin Irak’a yönelik başlatacağı muhtemel savaşa karşı küreselleşme karşıtı forumlarla irtibatlı olarak düzenlenen mitinge, uzunca süren irtibatlar ve müşterek toplantılar sonucunda hazırlanılmıştı. Büyük bir katılımın beklendiği mitingde 10 bini aşkın bir katılım söz konusu oldu.

İki aylık çalışma sonucunda 140’tan fazla sivil ve siyasi kitle örgütünün katılımı sağlanan mitinge iştirakin düşüklüğü olumsuz bir durumdu. ABD emperyalizminin muhtemel Irak savaşında Türkiye’yi bir saldırı üssü olarak kullanmak ve TSK’yı da yedeğine almak istemesi miting için gerekli tansiyonun oluşturulmasına yeter neden olmasına rağmen söz konusu katılım eksikliğinin sebeplerinin analizi önemliydi. Konuyu tartışmadan geçiştirenler yanında, irdelemeye çalışanlar da oldu. Mitinge İslami kesimden Özgür-Der, Mazlumder ve Müstakil Tüketiciler Derneği dışında ilgi gösteren kuruluş olmadı. Küresel kapitalizme karşı küresel alternatif bir duruşun önemli olduğunu, İslami kesimin diğer muhalif unsurlarla eylem birliğine yönelmesi gerektiğini ve bunun için de 1 Aralık mitinginin pratik bir imkân sağlayacağını Ramazan boyunca her konuştuğu platform ve toplantıda dile getiren bazı aydın, yazar veya kurum temsilcilerinin tüm çabalarına rağmen, İslami kesimlerin katılımı üzüntüyle irdelenmesi gereken bir konuydu.

Ek bilgiler

  • Yazar Kurum
  • Yıl 2003
  • Kurum Özgür - Der
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2003Haziran ayında İstanbul’da NATO Zirvesi toplanıyor. ABD emperyalizmi dünya egemenliği arayışında NATO’yu Büyük Ortadoğu bölgesinde seferber etmeyi planlıyor. Bu Kuzey Afrika’dan Pakistan’a; Basra Körfezi’nden Kafkaslar’a merkezinde bulunduğumuz bölgede savaşlar, gözyaşı, işkenceler demek.

Bu süreçte hepimize Türkiye’deki en geniş kesimlerle birlikte tüm dünyaya, “bu ülkede anti-emperyalistler var, bu ülkede savaş karşıtları var, bu ülkede ABD’nin saldırgan politikalarına direnmeye karar alanlar var” mesajını vermek sorumluluğu düşüyor.

 “Başka bir dünya” arayışı, savaşsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesinde şimdi en önemli görev, barışa sahip çıkmaktır. Enternasyonalizm bugün “küresel adalet” anlayışımızı “evrensel barış” talebinde somutlaştırmayı gerektiriyor.

ABD emperyalizmi yeni bir ortak düşman arayışı içerisinde, dünyanın hem enerji kaynakları, hem de jeo-stratejik konum açısından en kritik bölgesinde gerçekleştirdiği işgali genişletmek istiyor. AKP hükümetinin NATO, IMF, DTÖ gibi emperyalizmin kurumlarının direktiflerine kayıtsız şartsız riayet etme biçiminde kendini gösteren teslimiyetçiliği biliniyor. Kendi tabanını da “yeni Osmanlıcılığın” ihyası hayaliyle peşinden sürükleyerek Türkiye’yi BOP’ a dahil etme planlarını teşhir etmek hayati önemdedir. ABD ergeç yenilecek, tası tarağı toplayıp bölgeyi terk edecektir. Türkiye’nin “bölge gücü” olma ham hayaliyle bu maceranın ortasına atılması önlenmelidir.

Bu anlamda bizler açısından, NATO’nun tarihsel misyonunu anlatabilmek, BOP’un gerçek amacını deşifre edebilmek çok önemlidir.

Ek bilgiler

  • Yazar Hayri Kozanoğlu
  • Yıl 2003
  • Kurum ÖDP
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 2003*Yeni Dünya Düzeni, 1990'ların başında, "evrensel barış", "uluslar arasında adalet", "demokrasinin bütün dünyaya yayıldığı", "refahtan herkesin pay aldığı", başlıca çelişkileri çözülmüş bir dünya olarak tarif edildi.

* Yeni Dünya Düzeni'nin ekonomik temelinin; "serbest piyasa ekonomisi" olacağı gerekçesiyle; bu doğrultuda uluslar arası sermayenin tüm dünyada serbest dolaşımı önünde tüm engellerin kaldırılması için harekete geçildi. KİT'lerin ve kamu hizmetlerinin tümüyle özelleştirilip piyasaya açılması, eğitim, sağlık, iletişim, belediye hizmetleri, sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm hizmetlerin piyasa koşullarında verilir hale getirilmesi, bütün ülkelere dayatıldı.

* Klasik serbest piyasacılık, neoliberalizmin emek düşmanı tutumuyla birleştirilerek, emeğin değer yaratmadığı; tek değer yaratan etkenin sermaye, üretici olanın sadece kapitalistler ve toprak sahipleri, işçilerin, tüm emekçilerin tüketici olduğu ilan edildi. İşçi sınıfının toplumun varlığı için zorunlu olmadığı, asıl devrimci sınıfın burjuvazi olduğu bir ideoloji düzeyine yükseltilerek emeğe, emeğin kazanımlarına karşı savaş ilan edildi. Emek mücadelesinin, sosyalizmin izlerinin kaldırılması için ekonomide, siyasette, idarede bir karşı reform kampanyası başlatıldı.

* Ekonomide, siyasette, idarede, ideolojik alanda girişilen yapılandırmaya "dünyanın serbest piyasa temelinde küreselleşme"si adını verdiler. Bu amaçla oluşturulan politikalara da "küreselleşme politikaları" denildi. Bu politikalarla varılacak amacın "herkesin çıkarına" olduğu ilan edildi.

Ek bilgiler

  • Yazar Kurum
  • Yıl 2003
  • Kurum EMEP
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 2002

GİRİŞ

1991 yılındaki Körfez Savaşı sonucunda ilan edilen "Yeni Dünya Düzeni"nin, Irak'a yönelik işgalle artık miadını doldurduğu konusunda çoğu kimse hemfikir. Bu düşüncelerin dayanağı, Avrupa Birliği'nin iki etkin devletinin, Almanya ve Fransa'nın, güçbirliği yaparak ABD saldırısına karşı çıkması, Rusya ve Çin'in de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantılarında bu güçbirliğini destekler nitelikte tavır almaları. Savaş eksenindeki saflaşmanın Latin Amerika'dan Güney Doğu Asya ülkelerine kadar dünyayı belli kamplara böleceği\böldüğü konusunda da yaygın bir mutabakat söz konusu.

Kuşkusuz aktüel olgulara bakıldığı zaman, bu tabloya katılmamak mümkün değil. Irak'ın işgalinin üzerinden yaşanan başdöndürücü gelişmelerin dünyanın mevcut dengelerini sarstığı, sarsmaya devam edeceği bugünün en somut gerçeği.

Irak işgali ile birlikte dünyanın yeni dengelerinin nasıl şekilleneceğini kesin olarak kestirmek gerçekten güç. Ancak muhtemel senaryolar tartışılıyor. Jeopolitik analizlerin ortak vurgusu, dünyanın çok kutuplu bir ekonomik\siyasal konsepte doğru ilerlediği yönünde. Yani on-onbeş yıla damgasını vuran "tek kutupluluğun" sona erdiği ve "daha yeni bir dünya düzeni"nin eşiğinde bulunduğumuz iddia ediliyor. Gerçekten de "tek kutuplu dünyanın" yapısal kurumları NATO, Birleşmiş Milletler; fikri ve felsefi temellerini oluşturan uluslararası hukuk normları, insan hakçılığı, demokratikleşme paradigmaları meşruiyetlerini hızla kaybettiler.

Ek bilgiler

  • Yazar Bahadır Özgür
  • Yıl 2002
Yayınlandığı kategori Politika

11 Eylül 2001 günü, Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik şiddetli bir saldırıya sahne olsa da, bu tarihin ABD’nin dünya üzerindeki çıkarlarına aykırı bir süreci açtığı doğru değildir. İlk andan başlayarak belli ölçülerde taraf bulan bir yorum, ABD’nin “dünya hakimi” imajının sarsıldığı, bu ülkenin de “darbe alabilir” olduğunun kanıtlandığı yolundaydı.

11 Eylül saldırısına ilişkin bir saptama olarak elbette bu yorum açık bir gerçeğe işaret etmektedir. Ancak sürecin bu yönde şekillendiğini düşünmek, sonrasındaki gelişmeler göz önüne alındığında son derece temelsiz kalacaktır. ABD emperyalizmi 2001 sonbaharında, yaklaşık on yıldır sürdürdüğü dünyayı yeniden biçimlendirme/yapılandırma -ya da daha klasik bir terim kullanırsak emperyalist paylaşım- stratejisinde kendisini aniden daha donanımlı ve güçlü bir konumda bulmuştur. Bu sonucu ortaya çıkartan faktörlerin rastlantısal olduğunu düşünmek ise olanaksızdır.

ABD’nin dünyanın yeniden yapılandırılması yönündeki faaliyetlerinde, bu denli geniş bir meşruluk elde etmesine uzun süredir rastlanmamıştı. Ne Körfez Savaşı, ne Yugoslavya’nın bombardımanı sırasındaki atmosfer, 11 Eylül sonrası ile, bu açıdan karşılaştırılamaz. ABD’nin saldırıya cevaben yapacağı/yapabileceği her şeyin “normal” sayılması bir ön kabul haline gelivermiştir. Böyle bir atmosferin şekillendirilmesini, kuşkusuz Washington uzun süredir arzu ediyordu. 11 Eylül sonrası sık sık gündeme getirilen medeniyetler savaşı gibi başlıklar, yoksul ülkelerden göçün, kaçak işçiliğin, buna karşılık Batıda ırkçı akımların güçlendiği bir ortamda, emperyalist politikaların ideolojik rasyonalizasyonu yönünde bir deneme sayılmalıdır.

Ek bilgiler

  • Yazar Aydemir Güler
  • Yıl 2001
  • Kurum Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı
Yayınlandığı kategori Politika
Ara...