Diğer taraftan, Amerikan Aşkıncılığı, Yeni Dünyanın fethi ve imarıyla yakından bağlantılıydı. Yeryüzünde Cennet Bahçesinin restorasyonu adına vahşi doğanın tahrip edilmesine karşı çıkıyordu. Kendilerini Avrupa Romantiklerine yakın buluyorlardı. Bu bağlamda, İngiltere’de Selborn’un Doğa Tarihi’ni yazan Gilbert White, Amerika’dan Burrough, Muir, Thoreau, Emerson insan-doğa ilişkisinin romantik-aşkıncı kavramsallaştırılmasının öncüleridir (Pepper, 1988: 76-81; Worster, 1990:6-17)
Doğa’nın romantik kavramsallaştırmasını içeren Ekosentrik Etik, Derin Ekoloji hareketinin temelini ve Çevre Etiği içindeki tartışmaların önemli bir bölümünü oluşturur. Derin Ekoloji hareketi ile Çevre Etiği arasındaki bağlantının ortaya konabilmesi için öncelikle, Çevre Etiği içindeki Ekosentrik Etik ve diğer temel tartışmalara kısaca göz atmak gerekir.
ÇEVRE ETİĞİ
Çevre Etiği, Aldo Leopold’un çalışmalarından esinlenerek, ekolojik krize Etik biliminin ilkelerinin uyarlanmasıyla oluşmuştur. Temel tartışmalar insan-doğa ilişkisinde doğanın araçsal ve öz-değerleri etrafında gelişir. Geleneksel Etik sisteminde, insanlar merkezde yer alır. İnsanoğlunun çevreye saygı duyma sorumluluğu yoktur. Diğer taraftan Çevre Etiğinde, çevre araçsal değerden daha fazlasına sahiptir ve insanlık doğal çevresiyle çok yakından bağlantılıdır. Çevre Etiği doğanın, insanoğlunun tanımladığından başka bir anlamı ve değeri olup olmadığını tartışır.
Çalışmalarıyla Çevre Etiğini etkileyen Leopold’e göre (1983: 6-7), Etiğin çevreyi de içine alabilecek şekilde genişlemesi, ekolojik evrimde içinde bir süreci ifade eder. Bu süreç içinde ilk aşamada Etik bireyler arasındaki ilişkilerle ilgiliydi. Musa’nın 10 Emir’deki ilkeleri bireyler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine yönelik ilk aşama Etiğinin en güzel örneklerinden biridir. İkinci aşama, demokraside olduğu gibi toplumsal organizasyonla bireylerin bütünleşmesine yönelik olarak, bireylerle toplum arasındaki ilişkilerle ilgileniyordu. Son aşama olan Toprak Etiği, insan evriminin bir parçası olarak topluluk sınırlarının genişlemesiyle karşımıza çıkar. İnsanın toprak ve toprağın diğer sakinleri üzerindeki fatih rolünü, toprağın vatandaşlarına dönüştürür. Bu durum topluluğun bütün üyelerine saygıyı ve varoluş mücadelesinde hareket özgürlüğüne getirilen bir kısıtlamayı ifade eder.
İnsan-olmayan varlıkların da saygı duyulmaya ve korunmaya hakları var mıdır? Ahlak filozofu Singer (Rodman, 1977:85-89 içinde), hayvanlara saygı duyulmasının gerekliliğini savunur. Buna göre, ahlakın temel ilkesi olan fiziksel acının kötü olduğu ve bu nedenle acının en aza indirilmesinin herkesin görevi olduğu ilkesinin çiftlik ve deney hayvanlarını da içerecek şekilde genişletilmesi gerekir. Bu hayvanların yaşadıkları acı, insanlığın bundan elde ettiği yararla kıyaslandığında gereksizdir ve telafi edilemez.
İnsanlar arasında yeni doğanlar, deliler ve bunakların acıdan korunmalarını sağlayacak hukuki hakları bulunmaktadır. Bu grupların zevk ve acı hissetme kapasiteleri hukuki haklarının temelini oluşturur. Dolayısıyla, bu haklar bütün zevk ve acı hissetme kapasitesine sahip varlıkları da kapsamalıdır. Bitkilerin zevk ve acı hissetme kapasiteleri konusunda güvenilir bulgular mevcut olmadığından, acıdan koruma ilkesi yalnızca çiftlik ve laboratuvar hayvanları ile sınırlı kalmaktadır.
Diğer taraftan Stone (Rodman, 1977:92 içinde), acının önlemesi konusundaki hakların yalnızca hayvanları değil, ağaçlar, taşlar ve nehirler gibi tüm doğa nesnelerini de kapsaması gerektiğini savunur. Acı ve zevk kapasitesi ile bilincin öznelliğinin, hayvanlar olduğu kadar, bitkiler, atomlar ve hareketli moleküllerde de bulunma olasılığının olması, acıdan koruma ilkesinin tüm doğa varlıklarına genişletilmesini gerektirir. Stone’un bu yaklaşımı dünyaya alternatif bir bakış açısı oluşturur.
Çevre Etiği içindeki tartışmaların diğer ucunda, acı hissetme kapasitesine sahip varlıkların öz-değerlerinin varlığının reddi ya da öz-değerin kabul edilebilirliğine karşın, insanın üstünlüğünün sürdürülmesine ilişkin tartışmalar yer alır. Örneğin, Goodpaster (1983:35), acı çekme kapasitesine sahip tüm varlıkların öz-değerleri nedeniyle insan saygısını hak ettiği düşüncesine karşı çıkar. Murdy (1983:15-20) ise her türün öz-değeri olduğunu kabul eder ve insanlar da dahil olmak üzere varoluş mücadelesinde her birinin kendi yararını gözettiğini belirtir. Bu nedenle, insanın çıkarı diğer türlerin çıkarları ile çatıştığında insanın kendi çıkarlarını kollaması gerektiğini savunur. Ayrıca, insanın dünya üzerindeki üstünlüğünün kültürel bağlamda sonraki kuşaklara bilgi aktarımına dayanan bir evrim olduğunu belirtir. Sagoff (1983:25), Murdy’i destekleyerek, çevrenin değerinin doğada estetik değerler keşfetme kapasitesine sahip insanoğlundan kaynaklandığını belirtir.
Derin Ekoloji hareketi bütüncül bir yaklaşım sergileyerek Çevre Etiği içindeki tartışmalarda karşı durduğu yaklaşımlar olsa da, Her iki alan içindeki Ekosentrik bakış açısı ortak noktayı oluşturur. Derin Ekoloji hareketi toplumsal sistemi eleştirerek, bugünkü ekolojik krizin nedenini, gelişmiş endüstriyel toplumlardaki tinsel krize bağlar.
DERİN EKOLOJİ HAREKETİNİN İLKELERİ VE EKOSENTRİK ETİK
Çevre problemlerinin çözümünü için önerilen alternatif yaklaşımlardan biri Derin Ekoloji hareketidir. Bu ekosentrik yaklaşım, ekolojik denge ve tüm türlerinin yaşamının insan toplumundaki ekonomi ve ideolojiden daha önemli olduğunu savunur.
Derin Ekoloji hareketi, çevre problemlerini mevcut sosyo-ekonomik ve politik sistemleri eleştirmeden çözülebilecek teknik problemler olarak gören çevreciliğe alternatif bir yaklaşımdır. Arne Naess’in (1973:95) “Gölge Ekoloji” olarak adlandırdığı çevreciliğin aksine temel amacı gelişmiş ülkelerdeki insanların sağlığı ve refahı değildir. İnsan toplumundaki sosyo-ekonomik ve politik yapılarda ‘kökten’ değişimle ilgilenir.
Naess (1973:95-99), Derin Ekolojinin İlkelerini üç tanesi insan ve doğa ilişkisine ilişkin, diğer beşi oluşturulan ilkelerin insan toplumlarına uygulanmasına yönelik olarak belirler. Bu ilkeler:
1.İnsan Ve Çevresi İle İlgili İlişkisel, Bütüncül Bir İmaj Yaratmak: İnsanlar doğal çevrelerinden bağımsız ve ayrı organizmalar değil, bu çevrelerin birer parçasıdır. Bütün organizmaların ‘öz-ilişkileri’ vardır. Bu ilişki organizmaların özdeşleşmesinde temeldir. Öz-ilişki olmadan organizmalar daha önce oldukları şeyle aynı şey değildir. Bu ilişki, insan da dahil olmak üzere tüm organizmaları içine alan ‘toplam-alan’ oluşturur.
2.Biyosferik Eşitlik: İlişkisel, bütüncül yaşamda bütün organizmalar ve yaşam formları insanlarla eşit öneme sahiptir. Yaşama ve kendini-gerçekleştirme bütün türlerin hakkıdır. Buna öz-değer adı verilir.
3.Farklılık ve Ortak-yaşam: Bu iki ilke insanların diğer yaşam formlarına karşı tutumlarına temel olan anlayışı değiştirmeyi gerektirir. Doğadaki diğer ilişki türü desteklenmelidir. Yaşam için mücadele ve güçlünün varolması yerine, doğada zaten var olan ortak-yaşam ve ortak-varoluş insan ve diğer yaşam formları arasında oluşturulmalıdır. İnsan-doğa ilişkisindeki sözü edilen bu üç temel ilke insan toplumları arasında da oluşturulmalıdır.
4.Sınıfsız Toplum: İnsan toplumunda biyosferik eşitliğin oluşturulması için, gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar ya da bir toplumdaki ekonomik sınıflar gibi sınıflandırmaların ortadan kalkması gerekir.
5.Kirlilik ve Kaynakların Tükenmesine Karşı Mücadele: Kirlilik ve kaynakların tükenmesine karşı mücadele önemlidir ancak bu hedeflere çok fazla yönelme, kirlilik ve kaynak tükenmesini yaratan politikaların neden olduğu diğer problemleri de gizlemektedir. Mevcut teknoloji ve enerji kaynaklarını değiştirmeden kirlilik önleyici araçların kullanılması yalnızca yaşamın maliyetini arttırır. Yaşam maliyetinin artması ise sınıfsal farklılıkları derinleştirir.
6.Karmaşık ve Zor Karşıtlığı: Doğadaki tüm yaşam formları karmaşıktır. Bu ilkenin insan toplumuna uygulanması işin parçalanmasının yerini iş bölümünün almasını gerektirir. Karmaşık ekonomilerden, kültürel ve teknolojik çeşitlilikten ve bunların bütünleşmesinden yana olunmalıdır.
7.Yerel Otorite ve Desentralizasyon: Doğada ve toplumsal yaşamdaki karmaşık yapıyı koruyabilmek için toplumlarda yerel otorite, desentralizasyon ve kendine-yeterlilik gerekir. Temel kurallar uygulanmaya devam edilmeli ancak yerel çıkarlar da korunmalıdır.
8.Bilgi ve Bilim: Derin Ekolojinin ekolojik bilgisi sezgisel bilgiye dayalıdır. Normatiftir. Ekolojik Denge ve Uyum felsefesi olan Ekosofi-T,*ekolojik bilginin temelini oluşturur.
Derin Ekoloji hareketi genellikle Arne Naess’in Ekosofi-T ile özdeşleştirilse de, Uzak-doğu dinleri, Panteizm ve New Age felsefesi gibi kaynaklardan da beslenir. Derin Ekoloji hareketi dört noktada eleştirilir: Ekosentrik etiğin uygulanabilirliği, ekolojik toplum modeli için verilen örneğin teknolojik olarak gelişmemiş ya da tarih öncesi topluluklardan seçilmesi, ekolojik krizin nedeni olarak tüm insanlık gösterilerek, insanlar arasında bu krize neden olan grupları ve kurumları gözardı etmesi, ve toplumsal cinsiyet körü olmasıdır. Ekosentrik Etiğin uygulanabilirliğine dair tartışmalar Çevre Etiği içindeki tartışmalara yerleştirilebilir. Ekolojik toplum modeli olarak kullanılan örnekler çevreciler tarafından eleştirilirken, ekolojik krize neden olan grupların, tüm insanlık sorumlu gibi gösterilerek gözardı edilmesi toplumsal ekolojistlerin eleştirilerinin hedefini oluşturmaktadır. Ekofeministler ise ataerkillik ve ekolojik kriz arasındaki bağlantının önemini vurgulayarak, derin ekolojistleri toplumsal cinsiyet körü olmakla eleştirirler.
SONUÇ
Ekolojik krize alternatif bir yaklaşım olarak ortaya çıkan Derin Ekoloji hareketi antroposentrik bakış açısının yerine ekosentrik bakış açısını koyar. İnsan-doğa ilişkisinin romantik-aşkıncı kavramsallaştırılması, öz-değer, biosferik eşitlik ve kendini gerçekleştirme ilkeleri, bu yaklaşımın toplumsal ve politik sonuçları gözönüne alındığında ekofaşizme varan bir aşırılığa zemin oluşturabilir.
KAYNAKÇA
Goodpaster, K.E (1983). “On Being Morally Considerable”, Ethics and the Environment, Yay. Haz. D. Scherer ve T.Attig Prentice-Hall, INC., : New Jersey, sf.30-40
Leopold, A (1983). “The Land Ethic”, Ethics and the Environment, Yay. Haz. D. Scherer ve T.Attig, Prentice-Hall, INC., : New Jersey, sf.6-9
Murdy, W.H. (1983). “Anthropocentrism: A Modern Version”, Ethics and the Environment, Yay. Haz. D. Scherer ve T.Attig Prentice-Hall, INC., : New Jersey, sf.12-20
Naess, A (1973). “The Shallow and the Deep, Long-Range Ecology Movement: A Summary”, Inquiry, s.16, sf.95-100
Pepper, D (1988). The Roots of Modern Environmentalism, Routledge: London, New York
Rodman, J (1977). “The Liberation of Nature?”, Inquiry, 20:83-145
Sagoff, M (1983). “On Preserving the Natural Environment”, Ethics and the Environment, Yay. Haz. D. Scherer ve T.Attig Prentice-Hall, INC., : New Jersey, sf.21-29
Worster, D (1990). Nature’s Economy: A History of Ecological Ideas, Cambridge University Press: Cambridge, New York, Melbourne
Zimmerman, M.E (1994). Contesting Earth’s Future, University of California Press: Berkeley, Los Angeles, London
* Arne Naess’in Ekosofi-T’sinin temeli kendini gerçekleştirmedir. Bütün varlıklar yüce Benlik Atman’ın tezahürleridir. Her şey birbiriyle bağlantılıdır ve bütün varlıkların kendini gerçekleştirme hakkı vardır. Tüm varlıklarla daha geniş ölçekte bütünleşme ile sağlanan Birlik, kendini gerçekleştirmede vazgeçilemez bir adımdır. Naess, zaman, mekan, fiziksel ve toplumsal gerçeklikte yer alan mutlakçılık, kibirlilik ve eternalizmi yok etmek ister (Zimmerman, 1994:21-37)