21 Şubat 2001’de Türkiye kapitalizminin, en şiddetli krizlerinden birinin yaşanması IMF gözetiminde uygulanmakta olan sermaye programının, sorgulanmasını hızlandırmış, sistemin meşruiyetine ilişkin kuşkular güçlenmişti. Sistemin sorgulanmasına ilişkin zeminin genişlemesi, aynı zamanda işçi hareketinin inisiyatifini güçlendirecek imkanların da artmasına neden olmuştu.
Bu koşullarda işçilerin kitlesel düzeyde örgütlü olduğu yegane güç olan sendikaları bir araya getirmek suretiyle, oluşmuş olan Emek Platformu, kamuoyunda öne çıkmıştı.
Kuşkusuz Platform dolaysız olarak tabandan yükselen mücadelenin ihtiyaçları çerçevesinde oluşturulmamıştı. Ama krizin derinleştiği koşullarında toplumsal muhalefetin bölünmüş olması, Platformun daha işlevsel olmasına yönelik beklentileri artırıyordu.
Bu beklentilerden biri de Şubat 2001 krizinin yol açtığı belirsizlik ortamında “emeğin taleplerinin” platform tarafından daha gür bir sesle ortaya konulmasıydı. Emek programı bu beklenti sonucu şekillendi, platformun en rafine faaliyetlerinden birisini oluşturdu.
Ancak, adı “emek” olan bir program sınıfın temel sorunları, ihtiyaçları üzerinden şekillenmemiş ve temel taleplerine pek yer vermemiştir. Programın bu karakteri sınıfın öncülerinin “kendisi için yazılmış bir programa” sahip çıkmamasının yani, programın önerilerini, genel talep, slogan, fikriyat olarak ifade etmemelerinin en önemli nedenidir.