1970’li yıllarda Keynesci refah devleti krize girmiş (yüksek enflasyon, işsizlik ve düşen kâr oranları) ve sistemin krizden çıkış yolu olarak neo-liberal ekonomi modeli gündeme gelmiştir. Neo-liberal ekonomi anlayışında devlet ekonomiye müdahale etmemeli, sadece enflasyonu düşük tutacak monetarist politikalar izlemelidir. Bu model özünde dış taleple büyüme ve yapısal uyum anlayışına dayanmaktadır. Yapısal uyumun ima ettiği aslında daha fazla ithalat ve dünya ekonomisine daha çok bağımlılıktır. Yapısal uyum IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı ekonomi programı ve anlaşmalarla gerçekleştirilmiştir. Bu ekonomik modeli hayata geçirebilmek için Türkiye’de 24 Ocak 1980’de siyasi bir karar alınmış, ancak bunun önündeki örgütlü yapıların engelini kaldırabilmek için 12 Eylül (1980) askerî darbesi gerçekleştirilmiştir. Darbeyle örgütlenme ve grevler yasaklanmıştır. Bu darbenin en önemli amacı örgütsüz bir kitle toplumu yaratmaktır (Öngen, 1997). Bu Türk-İslam sentezi olarak kavramsallaştırılacak Amerikan yapımı ideoloji ile gerçekleştirme yoluna gidilmiştir. Bu ideoloji eleştirel bilimsel aklın yerine inanç ve biat kültürünü ikame etmiştir. Özü itibariyle güvencesiz, taşeron sitemine dayalı olarak esnek üretim yapan işçi sınıfını örgütsüz, dağınık, sendikasız bırakan bu sistem, siyasal eylemliliğin ve mücadelenin yerine boyun eğmeyi, başına gelenleri kapitalizmin kar maksimizasyonunun bir sonucu değil, kader olarak görecek bir işçi sınıfı yaratmayı amaçlamıştır. Bu ideoloji burjuvazinin kendi hegemonyasını kurmak için oluşturulmuş, burjuvazinin kültürü ve ideolojisi Siyasal İslamcılık aracılığıyla kitlelerin gözünde kendine meşruiyet sağlamıştır.