Modernizm gibi, bilim ve bilimsel çabalar da düne dair ilan edilip; bugün esas olanın piyasa ve onun değerleri olduğu öne sürülerek bu değerlerle uyuşmayan her şeyin düne ait olduğu iddia edildi. Madem ki tarihin sonuna gelinmişti, hiç bir şey ahlak, bilim, teknoloji, üretim, bölüşüm vb.ne dair tüm argümanlar da artık eskisi gibi olamaz, eski kriterlerle değerlendirilemezdi.
Neydi bu yeni dönemin; felsefesi, ahlakı, üretim gücü?
Onlar da sonra yerli yerine oturacaktı; piyasanın görünmez eli her şeyi düzenlemeye kadirdi!
Ama, gerçeğin böyle, devasa bir yalan aygıtıyla bile kapatılamayacağı kısa zamanda görüldü. Dünyada olup bitenlerin, tekellerin konforlu salonlarında; "ting tang"lerde üretilen tezlerle ilgisi yoktu; laflar üst üste yığılarak "şato"lar kurulup burçlarına bayraklar çekiliyordu, ama dünyanın her köşesinde çatışmalar, açlık, yoksulluk, toprağını kaybeden milyonların kentlere; yoksul ülke yurttaşlarının gelişmiş ülkelere doğru göçü de artık, klasik "sınır önlemleriyle" önlenemez hale gelmişti. Dahası batı emperyalizmin sarayları; sömürülen sınıf ve ezilen halklar için artık (bilimi, demokrasiyi, insani değerleri almak için değil) sadece öfke ifade etmek için yönelinen hedeflerdi.
Ve emperyalizmin ideologları da; tekelleri, diplomatları, askerleri gibi, bu kadar açık gerçeklerin üstünü örtecek sisi bugünkü devasa medya aygıtıyla bile üretemeyeceklerini fark edince, daha inandırıcı olabilecekleri bir fikir ortaya attılar: "Barış, demokrasi, refah, insan hakları elbette ki idealimizdir, ama bunları engelleyen şer güçleri alt edemezsek; bütün bu insanlık değerlerini yaşatamayız; hatta uygarlığımızın ayakta kalması bile olanaksızdır" tezini ileri sürdüler.
Peki nedir bunun anlamı, denildiğinde de şu yanıtı veriyorlar: "Bir medeniyetler savaşı dönemindeyiz. İnsanlığın ulaştığı en ileri değerleri temsil eden batı uygarlığı öteki geri, ilkel, barbar uygarlıklar tarafından tehdit edilmektedir!"
Eğer ortada bir savaş durumu varsa, hele bu savaş ‘uygarlıklar savaşı’ gibi, silahlardan da öte, kültür, sanat, din, mezhep, bilim gibi gündelik yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir savaşsa, burada postmodernizm, bilinemezcilik, gerçeğin orda da burada da olabileceğini öne süren felsefi tutumlar dönemin ihtiyaçlarına yanıt vermezdi. Bu yüzden de 1990'lar sanal demokrasi, barış, refah düzenini meşrulaştırmak için işe yarayan bu tutumlar, ihtiyaç duyulduğunda yine kullanılmak üzere eski silahlar müzesine konuldu. Tersine burada"batı uygarlığını savunmak" için savaşanları birleştirecek "kutsal," "kutsanmış"; yerine göre "kurtarıcı." yerine göre de "kurtarılması gereken"; mevcut toplumdaki gündelik yaşamda; aile çevresinde küçük çıkar ilişkileri içinde kökleri bulunan ve en önemlisi de; yığınları kolayca etkileyerek gündelik çıkarlar ötesinde (yerine göre vatan için, yerine göre yaşam tarzını korumak için, yerine göre ulusun çıkarları için, yerine göre tanrının emirlerini yerine getirmek için, yerine göre de insanlığı kurtarmak için) birleştirebilecek bir felsefeye, bir "inanç felsefesi"ne ihtiyaç vardır.
Yeni dönemin "büyük düşünürü" Hantigton bu "sihirli harcı" da, "batı uygarlığı"nın en önemli bileşenlerinden birisi olan Hıristiyanlıkta, onun iki bin yıllık mirasında buldu. Bu miras; ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de, zaman zaman dışlanmış görünse de, batı toplumlarının en kalıcı harcı, yeniden yeniden canlandırılmaya, yerine göre ırkçılıkla, "beyaz adamın üstünlüğü"ne dayanaklık edecek umde ve sömürgeciliğin meşruiyetini de içselleştirmiş olarak aranan iksir gibiydi. Çünkü; aydınlanma ve onun en olgun meyvesi olan sosyalizmi dışlayıp; onlara karşı mücadeleyi öne çıkarmasıyla "tek dişi kalmış bir canavar"a indirgenen "Batı uygarlığı" için Hıristiyan-Yahudi değerlerinden başka dayanabileceği bir tarihsel referans bulamazdı. Emperyalizmin kendi ideoloğunu Hantington'un şahsında bulması bundandır.
Piyasa liberalleşirken, serbest rekabet yüceltilirken; sosyal yaşamda, eğitim ve kültür alanında, bilimde, siyasette, "muhafazakarlığın," "Hıristiyan değerlerin" yükselen değerler olarak görülmesi, doğrudan dinin popülaritesinin artması için egemen güç odakları ve sermaye medyasının giriştiği çabalar da ancak, emperyalizmin insanlık tarihindeki bu en gerici güçleri imdada çağırmış olmasıyla açıklanabilir.
Amerika'da Bush yönetimi bu yükselen dalga üstünden, "Haçlı seferi" ilan etme ve Irak'ı işgal etmeye cesaret etmiş; olağan zamanda meczup diye hekim kontrolüne verilecek kişiler, saçmalıyor diye her ciddi kurumdan kovulacak kişiler; ideolog, büyük stratejist, bakan, bakan yardımcısı, ulusal güvenlik başdanışmanı gibi sıfatlarla ödüllendirilmiştir.
Amerikan dış ve iç politikası en azından Bush'un iktidara gelmesinden beri, Ortaçağ kalıntısı fikirlerin yön verdiği bir doğrultuda geliştirilmektedir. Bush'un ikinci kez, onun için zafer sayılacak bir oy çokluğu ile iktidar olması ise, kuşkusuz ki, hem Bush kliğini, hem de Avrupa'da ve öteki ülkelerde Bushçu fikirlerin savunucularını cesaretlendirecek bir dayanak oluşturacaktır.
Ancak; Hıristiyanlığın emperyalizmin imdadına çağırılmasını sadece politikada, sadece en büyük güçlerin halklara karşı yönelttiği saldırıya meşru bir temel oluşturma gayretlerinde değil; kültürün, sanatın ve en önemlisi de bilimin alanında da görüyoruz. Üstelik en açık bilimsel gerçekler, daha 15. yüzyılda bilimin alanından kovulmuş olan "yaratıcılık"; "vahiy"in bilimsel gerçeklerle uzlaştırılabileceği gibi fikirler şimdi; Evrim Kuramı'na karşı açılan kampanya; Newton Fiziği ile Kuantum Fiziği arasında karşıtlık keşfetme ve bunu üstünden "dogma"nın aklanması ve nihayet işe medya gücünü de karıştırarak, genetikteki yeni gelişmeleri "tanrının varlığının kanıtı" diyecek kadar zıvanadan çıkmış görüşlerin en popüler haber dergilerinde kapak yapılması; ne her devirde görülen şarlatanlık gibi görülüp üstünden atlanacak, ne de bir "cehalettendir" denilebilecek "masum" çıkışlardır.
Dahası; Batı dünyasındaki "dine, Hıristiyan değerlere dönüş"; İslam dünyasında da "yeni muhafazakar" ya da "yeni şeriatçı" diyebileceğimiz, radikal ya da "ılımlı İslamcı" akımlara güç vermiştir.
Amerika'da Bush kliğinin başını çektiği Evangelist Hıristiyanlık, kendisini Avrupa'da "muhafazakarlık", "Hıristiyan demokratlık" olarak göstermekte, bunların İslam dünyasındaki işbirlikçileri de "ılımlı İslamcılık" olarak adlandırılmaktadır.
"Klasik şeriatçılık," "dini dinin zaferi için" kullanırken "yeni şeriatçılar," "dini "sermayenin çıkarlarının korunması için" kullanmaktadırlar. Bu yüzden emperyalizmin ideologları ve politikacıları; Hıristiyan'ın "en radikalini" makbul görüp; eski Hıristiyan partilerin daha radikalleşmesi ve Yahudi-Hıristiyan dogmasını bugünün gerçeği gibi sunarken, İslamın ise, "ılımlısı"nı makbul görmekte; tüm İslam dünyasını, "ılımlı İslamcı" bir çizgiye çağırarak, batı emperyalizminin çıkarlarıyla birleşen bir tutum almaya çağırmaktadırlar.
Batının emperyalist ülkelerinde kültürden eğitime, sosyal yaşamdan bilime kadar her alanda bir Hıristiyanlaşma, Hıristiyan dogmasının etkisinin artırılması, emperyalizmin; insanlığı yeni bir Ortaçağ demekte sakınca olmayacak bir karanlığa doğru itmekte olduğunun işareti mahiyetindedir. Bugün Amerika'dan Avrupa'ya, Hatta İslam dünyasına kadar uzanan, "yeni muhafazakar" adı verilen akımın Hıristiyan partiler, Ilımlı İslamcı partiler üstünden devlet iktidarını ve devasa medya gücünü de kullanarak, amaçlarına etkili bir biçimde yürümektedirler. Bu yüzdendir ki, "Yeni muhafazakarlık; asılında emperyalizmin yeni ideolojisi" olarak biçimlenmektedir.
Bush'un ikinci dönemi, bu "Yeni Ortaçağ" döneminin en gerici ve en saldırgan yönlerinin ortaya konacağı bir dönem olma işaretlerini vermektedir. Sermaye medyası ise, Ortaçağın Kilisesi'nin "ideoloji oluşturma" rolünü üslenmiş görünmektedir.
Kapitalizmin ideologlarının kapitalizmin haklılığını savunmak için; kendi devrimci döneminin sistematik felsefelerinin ve aydınlanmanın Rönesans'ın değerlerinin de üstünden atlayarak (aslında bu Descartes'i, Lock'u, Hobbes'u, Kant'ı, Hegel'i... de reddetme anlamına gelir), Ortaçağ değerlerine dönmesi; rasyonalizmi reddederek irrasyonalizme sarılması onun bir başarısı değil çaresizliğinin, çaresizliğinin geldiği boyutun göstergesidir.
Kim karşısında çaresizlik?
Elbette ki, Marksizm ve onun insanlığa kattığı değerler karşısındaki bir çaresizliktir bu.
Belki ilk bakışta kapitalizmin ve emperyalizmin ideologları "Marksizm yenilmiş", "silinmiş" bir dünya görüşüdür iddiasındadırlar ve onu hiç hesaba almadıkları havasındadırlar. Ama; gerçekte; attıkları her adımda, kendini ifade etmek için baş vurdukları her girişimde Marksizm'den gelen ve gelecek olan bir eleştiriye karşı bir tutum belirleme, bir savunma kaygısı apaçıktır. Çünkü bilmektedirler ki, gerçeğin üstünü örtmek için Marksizm'i geriletmeleri gerekmektedir. Onun içindir ki; kapitalizmin ideologları gerileye gerileye Hıristiyan-Yahudi dini değerleri yardıma çağırmak zorunda kalmışlardır. Çünkü, "dini" körlüğü, aklın yerine "vahyi" geçirmeden kendi gerçeklerini savunamamaktadırlar. Bilime, çıplak bilim yöntemine bile karşı çıkarak tümüyle akıldışı bir alana geçme gayretlerinin nedeni de budur.
Burjuva ideolojisi, bu Ortaçağ değerlerine dönüş yönelişiyle, insanlığa kendi devrimci döneminde kattığı tüm değerlere de sırt dönmüştür. Karanlık üstüne yürümüş Rönesansçılar, Ortaçağ’ın karanlığına aklın ışığını tutmuş aydınlanma düşünürleri; insanlığın ilerlemesi için çaba göstermiş devrimci düşünürler, insanlığın ilerlemesi için ter döken her fikir insanının çabası şimdi, sadece soyut ve genel bakımdan değil ama somut, tarihsel ve toplumsal bakımdan da Marksizm'in mevzisinde yer almışlardır. Aynı zamanda bütün bu ilerici devrimci birikimlerin sözcülüğünü de şimdi Marksizm; Marksistler yapmak durumundadır.
Dolayısıyla bugün insanlık, günümüzün gerçek aydınları, devrimci güçleri sadece ekonomik ve siyasi mücadele alanında değil ideolojik alanda da insanlığın en temel kazanımlarını koruma mevzisinde birleşmek; Ortaçağ değerlerine dönen emperyalist gericiliği bütün fikirleriyle (fikirsizliği ile) tarihin çöplüğüne gömme yükümlülüğündedirler.