İDEOLOJİLERİN YENİ BİR ÇATIŞMA ALANI: KÜRESEL ISINMA ve TÜRKİYE’YE YANSIMALARI

Almanak 2007Dünya için felaket çanları çalıyor! Tarımın başlangıcından bu yana son derece istikrarlı olan yeryüzünün iklimi, şimdilerde giderek ısınıyor. Isınmanın nedeni ise başta karbondioksit olmak üzere atmosferde sıcağı tutan, sera gazı olarak tanımlanan gazlar.2 Karbondioksitin artmasının kaynağı ise fosil yakıtların yanması ve ormansızlaşma (Brown, 2003: 28). Eğer önümüzdeki on yıl içinde sera gazı emisyonları azaltılmazsa, yeryüzünün ikliminde gelecek kuşakların durduramayacağı değişikliklerin yaşanacağı bildiriliyor. Bu nedenle mevcut emisyon eğiliminin derhal tersine çevrilmesi gerekiyor (Flavin, 2008: 89-91). Başka bir deyişle, eğer bugünkü tarzda üretim ve davranış biçimimizi sürdürürsek canlıların yaşayabileceği bilinen tek gezegen olan dünyada yaşamın varlığı tehlikeye düşecek. Konunun önemi, uluslararası düzeyde bir şeyler yapılması gerekliliği, çevre ile ilgili sözleşmelerde küresel ısınma konusunun düzenlenmesini gerektirmiştir. Bundan dolayı konu sürekli uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiş ve sonuçta 1992 yılında Brezilya’nın Rio kentinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi sonrasında “Birleşmiş Milletler ıklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” hazırlanmış ve ülkelerin imzasına açılmıştır. Sözleşme, sera gazlarının atmosferdeki yoğunluklarını “dünya iklimine insan eliyle tehlikeli etkilerde bulunmasına engel olacak düzeylerde” sabitlerken, ekonomik kalkınmanın sürdürülmesini sağlama amacını da taşımaktadır. Ayrıca sözleşme bazı temel ilkeleri saptamıştır. Bunlar, çevre hukukunda ihtiyat ilkesi olarak bilinen, yeterince kanıt olmamasının bu alanda önlem alınmasına engel olmakta kullanılmaması ilkesinin benimsenmesi, ulusların ortak fakat çeşitli sorumluluklarının olduğunun ve iklim değişikliğine geçmişte en fazla katkıda bulunmuş olan sanayileşmiş ülkelerin bu sorunun çözümünde başı çekmesi gerektiğinin kabul edilmesidir. Buna karşın, özellikle ABD’nin siyasi ağırlığını koyması sonucu sözleşme sonuç alıcı olamayacak biçimde sulandırılmıştır. Bunun üzerine ülkelerin taahhütlerinin yetersiz bulunmasıyla birlikte Sözleşme’ye yeni bir protokol eklenmesi düşünülmüş, yapılan görüşmeler sonucu 1997 yılında Kyoto Protokolü ortaya çıkmıştır. Protokol ile Ek B adıyla anılan sanayileşmiş ülkelerin ve eski Doğu Bloku ülkelerinin 2008-2012 döneminde sera gazı emisyonlarını 1990 düzeylerinin yüzde 5,2 altına indirmesi zorunlu kılınmıştır (Bk. Dunn-Flavin, 2002: 31-35). Ancak Kyoto Protokolü de üç nedenden ötürü amaca ulaşmada yetersiz kalmaktadır. Birincisi, Kuzey, bir takım görevleri üzerine almakla birlikte, sorumluluğu daha sonra Güney’e ve Doğu’ya yüklemektedir. Karbon (emisyon) ticareti ile “kirleten öder” ilkesi kirleten parası sayesinde bir çıkış yolu bulur” ilkesine dönüşmüştür. ıkincisi, Kuzey, üzerine sorumluluk almakta, ancak bu sorumlulukları karbonun biriktiği havzaları genişleterek üzerinden atmaktadır. Üçüncüsü ise, iklim müzakereleri, enerji girdileri üzerinde değil, emisyon düzenlemek üzerinde odaklanmakta, fosil bazlı gelişim modeli sorgulanmamaktadır (Sachs, 2002: 38).

 

Ek bilgiler

  • Yazar: Murat Kayıkçı
  • Yıl: 2007
Ara...