Dünya çapında büyük bir değişime neden olan ve kapitalizmin “altın çağı” olarak nitelendirilen 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemin bitimini haber eden yapısal kriz, 1970’ler boyunca dünya ekonomisini büyük oranda sarstı. Bu sarsıntı, yine dünya çapında çok ağır toplumsal olayları tetikledi. İç savaşlarla, darbelerle, çöküşlerle ve işçi hareketlerine karşı devlet şiddetiyle geçen olağanüstü yirmi yılın ardından kapitalizm yeni bir yapılanma adımlarını atmaya başladı. Bu yapılanma aynı zamanda Türkiye’nin dünya sermayesiyle bütünleşmesinin ve aynı zamanda dünya sermayesinin de Türkiye ekonomisinin olanaklarına sınırsız biçimde ulaşmasının kapılarını açtı (Ercan, 2004: 20).
Yeni yapılanma ekseninde gelişen üretim biçiminin değiştirilmesi organizayonu, sermayenin de bir bütün olarak yeniden yapılanmasını beraberinde getirdi. 1980’lere kadar artan sermayenin organik bileşimi, kriz koşullarıyla birleşince, sermayenin yeni bir örgütsel dizaynı gerekli görüldü. Sermayeyi bir sosyal olgu olarak düşündüğümüzde bu yeniden dizaynın üretimin en önemli unsuru olan emek gücüne de yeni bir biçim vermesi gerektiğini anlarız. Tam da bu anlamıyla emek gücü olağanüstü bir alt üst oluş sürecinin içerisine çekildi.
Ana akım iktisadi çalışmaların içerisinde 1980 döneminin ardından, iktisadi büyümenin önündeki en önemli engellerden biri olarak emek gücü piyalarındaki katılık tartışılmaya başlandı. Küresel ekonominin yapısal bir dönüşüm geçirdiğine işaret edilerek emek gücü piyasalarının, esnekleşmesi gerektiği görüşleri ortaya atıldı (UİSB, 2014; 26). Post fordizm olarak tarif edilen günümüz üretim koşullarında çeşitli malların küçük ölçekli üretildiği, talebin üretimi yönlendirdiği, işletme ölçeklerinin küçüldüğü, çalışma ilişkilerinin çeşitlendiği tespitleri yapılarak artan iç ve dış rekabete direnebilmenin yolu olarak emek gücü piyasalarının esnekleştirilmesi yüzlerce çalışmanın konusu oldu.