Cezaevlerine doldurulan insanların topluma kazandırılması gibi bir politika söz konusu olmadığı gibi, bu insanların cezaevindeki yiyecek, içecek, temizlik, giyecek vb. ihtiyaçlarının karşılanması da iktidarların gündemine gelmedi. Mahpusların ihtiyaçları yakınları ve mahpusların kendileri tarafından karşılandı. Yoksul mahpuslar, zengin ve güçlü mahpusların yanaşması, ayakçısı vb. olarak ceza infaz sistemi yanında diğer güçlü mahpuslar tarafından da ezildi.
Siyasi mahpusların durumu ise, iktidarlar için ne kadar tehlike olduklarına bağlı olarak değişiklik gösterdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında (ayaklanmalar dışında, ayaklanmaların genellikle idamlarla bastırılması tercih edildi) siyasi mahpus olarak akla gelenler genellikle TKP üyeleri idi. Sayıları, isimleri, adresleri belirlenmiş TKP liler zaman zaman tutuklandılar ve cezaevlerine konularak, sürgün edilerek etkisiz kılınmaya çalışıldılar. Bu dönemde iktidarlar, TKP liler ya da siyasi mahpusları cezaevlerine koyarak toplumla bağlarını kesmekle yetindiler. Onlara cezaevinde tutma dışında başkaca zor uygulamaları genellikle söz konusu olmadı. Cezaevinin fiziki koşullarından kaynaklanan zoruklar dışında TKP li mahpuslara diğer mahpuslar genellikle saygılı davranır, onlara müdahale etmezlerdi.
Siyasi suçlulara uygulanan cezaların miktarı da bugüne göre çok daha düşüktü.
Yetmişli yıllarda cezaevlerinde siyasi mahpusların sayısı arttı. Bilinç düzeyleri ve örgütlenme yetenekleri sayesinde bu dönem siyasi mahpuslar diğer mahpusları da etkiledi ve onların içinden taraftar kazandı. Bu dönem cezaevlerinin fiziki koşullarından ve idari sistemden kaynaklanan nedenlerle çok sayıda firar olayı yaşandı.
İktidarlar, yetmişlerden itibaren cezaevlerinin "yol geçen hanı"na döndüğü, cezaevlerine hakim olamadıkları propagandası yapmaya başladılar. Bu dönemin belirleyici politikası, cezaevlerine zaman zaman "operasyon"lar düzenleyerek mahpusları "yola getirmek" oldu.
12 Eylül'de siyasi mahpuslar askeri cezaevlerinde bütün insani haklardan mahrum edilerek, sürekli işkence ve baskı uygulanarak "kazanılmaya" çalışıldı. 12 Eylül'ün askeri cezaevleri ile başlayan süreç, siyasi mahpusları özel cezaevlerine koymak politikasına dönüştü.
12 Eylül sonrası siyasi mahpusların dışındaki mahpuslar için esaslı değişiklikler gündeme gelmedi. Siyasi mahpuslar için ise, 12 Eylül ile başlayan "mahpusların siyasi kişiliklerinden arındırılması" politikası uygulandı.
Daha 12 Eylül günlerinde, bugünkü F Tipi cezaevleri benzeri cezaevlerinin yapılması, siyasi mahpusların birbirlerinden tecrit edilmesi, hücrelere konulmaları vb. projeler "andıç"lar ile gündeme getirilmişti. Fakat, bu projelerin uygulanması siyasi koşullar vb. nedenlerle ertelendi. Projenin gerekçesi; siyasi mahpuslar kalabalık olarak bir arada bulunduklarında, kendi içlerinde örgütleniyorlar, muhalif nitelikleri pekişiyor ve örgütlülüklerinden gelen güçle idari ve siyasi yaptırımlara karşı direniyorlar vb. idi. Çözüm olarak; siyasi mahpusları bir arada tutmamak, küçük gruplara bölmek, bu grupların birbiriyle irtibatları ve ilişkilerini kesmek, siyasi mahpusların dışarısı ile ilişkilerini kesmek ve bütün bunlar sağlandıktan sonra siyasi mahpusları sisteme kazanmak öneriliyordu.
12 Eylül'den bu yana gerçekleştirilmek istenen proje "19 Aralık Operasyonu" ile uygulamaya sokuldu.
F Tipi Cezaevleri 103 adet üç kişilik ve 59 adet tek kişilik hücreden oluşuyor. Cezaevi bir bölümü idare olmak üzere dört bölüm olarak yapılmış. Bu bölümlerden bir diğerine geçmek zorlaştırılmış. Cezaevinin bütün koridorları kameralarla denetleniyor. Koridorun denetlenmesinin asıl nedeni infaz koruma memurlarını denetlemek. Bu şekilde infaz koruma memurları ile mahpusların insani ilişkilere girmesi ya da memurların yönetmelik dışı davranması önlenmek istenmiş. Bu cezaevlerinde mahpusların birbirleri ile ve dışarısı ile ilişkileri ve iletişimleri tamamen kesiliyordu. F Tipi cezaevlerinde avukatlar da siyasi mahpuslara yardım eden kişiler olarak ele alınıyor ve avukatların müvekkilleri ile görüşme olanakları da son derece kısıtlanıyor, avukatların cezaevlerine gitmemesi için caydırıcı nitelikte tedbirler alınmış. Avukatlar cezaevine girişte onur kırıcı bir şekilde elle aranıyor. Çanta ve evrakları karıştırılıyor.
Çağdaş ve demokratik hukuk normlarına aykırı uygulamaları ve fiziki koşulları nedeniyle; F Tipi cezaevi projesine İstanbul Barosu başta olmak üzere bazı barolar ve insan hakları savunucuları, hukukçular karşı çıktı. Bu çevrelerin yoğun karşı çıkışları ve F Tipi Cezaevlerinin niteliklerinin kamuoyuna anlatılması sonucu, bu cezaevlerine karşı güçlü bir kamuoyu tepkisi oluştu. Siyasi mahpuslar F Tipi cezaevlerine gitmeyi reddettiler. Fakat, bilinen gelişmeler sonunda, kamuoyu tepkisi etkisiz hale getirildi ve 19 Aralık operasyonu yapıldı. 19 Aralık 2000 günü yirmi civarında cezaevinde aynı saatte başlatılan operasyonda, operasyon yapılan cezaevlerine iş makinaları ile duvarları yıkılarak girildi. Çok sayıda asker ve özel güvenlik güçlerinin bazı kimyasal maddeler ve silah kullandığı operasyonda otuz iki mahpus ve iki asker yaşamını yitirdi.
İki senelik F tipi Cezaevi pratiği, bu cezaevlerine karşı çıkanların ne kadar haklı olduğunu kanıtladı. Ölüm oruçları sonucu ölen ve sakat kalan mahpuslar dışında çok sayıda mahpus kendilerine uygulanan tecrit ve baskı uygulaması nedeniyle ruhsal sağlıklarını yitirdi. Savunma büyük yara aldı. Avukatlar görevlerini yapamaz oldular.
İstanbul barosu ve bazı barolar tecritin azaltılması için bazı öneriler gündeme getirdi. Bunlardan en bilineni "üç kapı, üç kilit" önerisi idi. Bu öneriye göre aynı koridora bakan üç kişilik üç hücrenin kapısı gün boyu açık kalacak ve bu şekilde dokuz mahpus gün boyu birbirini görebilecekti. Ayrıca, yine gün boyu hiç bir koşul öne sürülmeden ortak kullanım alanlarının mahpusların kullanımına açılması, yani mahpusların kütüphaneye, spor salonuna, işliklere kendi istedikleri zaman gidebilmeleri önerildi. Hükümet bu önerilere de karşı çıkarak, hukuk dışı tutumunda ısrar etti.
Hükümetler hukuka uymak, mahpusların yasalardan ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan haklarını tanımak yerine tepkileri azaltmak için bazı iyileştirici düzenlemeler yaptı. F Tipi cezaevlerinde açık görüş hakkı tanındı. Mahpusların yakınları ile telefon görüşmesi yapması uygulaması başlatıldı. Değişik hücrelerden sınırlı sayıda mahpusun hafta da bir kaç saat görüşmesine olanak sağlandı. Fakat, bütün bu uygulamalar bir çok koşulla birlikte uygulanmak istendiğinden ya da mahpusların bazı hukuk dışı uygulamaları kabul ettiklerinde bu haklardan yararlanacağı belirtildiğinden, mahpusların tepkisine yol açtı. Mahpuslar bu uygulamalara rağbet etmedi.
İnfaz hakimliği kurumu getirildi.
Cezaevleri İzleme Kurulları oluşturuldu. Cezaevi izleme kurulları da gerçekten cezaevlerindeki hukuk dışı uygulamaların önlenmesi için değil de tepkiler yatıştırmak için gündeme getirildiği için, kurul üyeleri; illerdeki polis şefleri, yüksek memurlardan oluşturuldu ve daha ilk günden işlevsiz hale geldi.
Mevcut Hükümet yaptığı son yasal düzenleme ile avukatların cezaevlerine girişte üzerlerinin elle aranması uygulamasını kaldırdı. Fakat, buna karşılık "ölüm orucu ve açlık grevlerini teşvik etmek" gibi garip bir suç icat ederek, ölüm orucu ya da açlık grevi yapan mahpusların avukatları, cezaevi doktoru ve mahpus yakınlarına tehdit içeren bir yasal düzenlemeyi de yürürlüğe soktu.
F Tipi Cezaevlerindeki hukuk dışı uygulama ve insan hakları ihlallerinin son bulması için vakit geçmiş değildir. Hala, bazı düzenlemeler yaparak mahpusların insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılması önlenebilir. Tabii, en demokratik ve hukuka uygun olanı F tipi cezaevlerinin infaz sistemi dışına çıkarılması, daha da önemlisi düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki bütün engellerin kaldırılması ile "siyasi suç" ve "siyasi suçlu" kavramlarının hukuk normlarından çıkarılmasıdır.
Ceza infaz sistemi yeniden ele alınmalı ve çağdaş, demokratik normlara uygun olarak düzenlenmelidir. Yeni ceza infaz sistemi akademik çevrelerin çalışmalarından yararlanılarak, baroların aktif olarak sistemin oluşturulması çalışmasına katılması sağlanarak, mahpusların insan olduğu ve cezaları infaz edilirken temel haklarının asla çiğnenemeyeceği ilkesinden hareket edilerek hazırlanmalıdır. Mahpusların zorla "eğitilmesi", "treatman uygulamasına" maruz bırakılması vb. çağdışı anlaşıylar terkedilmelidir. Cezaevlerinde de düşünce suç sayılmamalıdır. Mahpusların her türlü düşünceyi açıklayabilme, bilgi edinme hakları güvence altına alınmalıdır. Cezaevi izleme kurulları insan hakları örgütleri, barolar ve diğer sivil toplum örgütleri üyelerinden oluşturulmalıdır. Cezaevinde çalışma isteğe bağlı olmalı ve mahpusların çalışmalarının karşılığı tam olarak ödenmelidir. Mahpusların yiyecek, giyecek, temizlik malzemesi, ısınma, sıcak su, elektrik, okuma vd. ihtiyaçları parasız olarak devlet tarafından karşılanmalıdır.
Yeni ceza yasası ile birlikte ceza infaz sistemi de ele alınmalı, suçların yüksek miktarlı hapis cezası ile cezalandırılması anlayışı terkedilmelidir. Hapis cezalarında şartlı tahliye olanakları arttırılmalı, bağımsız kurullar tarafından izlenen mahpus koşullar gerçekleştiğinde ceza süresi tamamlanmadan da tahliye edilebilmelidir.
F Tipi cezaevlerinin uygulamaya sokulması sürecinde, gelişmelere tamamen seyirci kalan üniversiteler yeni infaz sisteminin oluşturulmasında görevlerini yerine getirmesi için teşvik edilmelidir.
Herşey insan içindir.
Cezaevlerindeki bir kişinin bile zarar görmemesi, burnunun kanamaması için, infaz sisteminde en küçük bir detayı atlamamaya çalışarak yeni infaz sistemini kurma çalışmalarını başlatmak için geç bile kaldık.