Soğuk savaş sonrası Batı kapitalizminin, kapitalizmi küresel egemenliğe taşımak isterken dayandığı temel öğeler şunlardır;
1) Siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel makro politikalarla dünya üzerinde egemenlik sağlamaya çalışmak.
2) Bu makro politikaların “içini ve zeminini”, çok uluslu şirketleri ile donatmak, şirketleri bir öncü güç yada lokomotif olarak kullanmak.
Batı kapitalizminin küreselleştirilmesinde şirketler hem nicelik hem de nitelik olarak yapılarını değiştirmeye 1980’li yıllardan itibaren başlamışlardır. 80’li yıllar, özellikle de 80’li yılların sonu, “Batı kapitalizminin şirketleri için bir dönüm noktasıdır”.
- II. VAHŞİ BATI VE ŞİRKETLER
Soğuk savaş sonrasında şirketler ölçeklerini büyütmeye başladılar. 90’lı yıllarda ise şirket evlilikleri bakımından bir dönüm noktası oldu.
Neydi Batı kapitalizminin şirketlerini büyümeye ve nitelik olarak da yapı değiştirmeye götüren faktörler?
1) Artık Doğu Bloku yoktu ve Batı kapitalizminin şirketleri önlerinde hiçbir engel tanımadan “küresel boyutta çalışacaklardı”.
2) Batı kapitalizmi “diğerlerini”, sınırlarını Batı’nın şirketleri için sonuna kadar açmaya götüren politikalar (ve dayatmalar) getiriyordu. Bu “sınırsız alanlarda” daha büyük şirketlere ihtiyaç vardı.
3) Batı kapitalizminin büyük devletleri için artık, “önlerinde hiçbir engel kalmamıştı”.
Kaynakların ve pazarların kontrolü için, ordular kadar güçlü şirketlere de ihtiyaç vardı.
Şirketler devleşmeli, “hatta Batı’nın devletleri ile özdeşleşmeli idi”. Artık ordular ve şirketler küresel pazarları ve kaynakları birlikte denetimleri altına alacaklardı.
4) ABD ve AB içinde, “şirketlerin birbirlerini ezmesi ve haksız rekabet yaratmaları devlet tarafından engellenecekti. Ancak dışarıda, yani “diğer ülkelerde”; ve özellikle de Batı kapitalizminin dışındaki ülkelerde “tekelci ve saldırgan” olmaları gerekiyordu. Batı kapitalizminin yani AB ve ABD’nin “diğerleri” üzerindeki egemenliği buna bağlı idi.
- Bazen şirketler kendi büyük ölçekleri (ve güçleri) ile gidip yerleşeceklerdi.
- Şirketlerin önü kesiliyor ve içeri alınmıyorsa bu defa Batı’nın orduları, şirketlerin yolunu açmak için öncülük edeceklerdi.
Batı kapitalizmi kendi dışındaki dünyaya artık, “dev şirketleri ve orduları ile”, birlikte saldıracak ve küresel boyutta egemenliği gerçekleştirecekti. *
İşte bu nedenle Batı kapitalizmi içindeki şirketler,
- hem nicelik olarak değişiyor ve büyüyorlar,
- hem de “niteliklerini” değiştiriyorlardı.
Daha önceleri yalnızca petrol alanında görülen ve önceleri “Seven Sisters Yedi Kızkardeşler” olarak adlandırılan durum artık her alanı kapsıyordu. Her alanda dev şirketler adeta, “devlet içinde devlet” tanımlamasını da beraberinde getiriyordu. Hatta işler bazı yerlerde “şirket içinde devlet” tanımlamasını çağrıştıracak uygulamalara yol açtı. Örneğin 1990-91 Körfez Krizinden sonra Körfez bölgesinde yaşananlarda olduğu gibi.
III. ŞİRKETLER VE SAVAŞLAR
İktisat öğretisinde “firma teorisi adı altında okutulan hususlar şirketi (firmayı) bir üretim birimi olarak alır belirli bir iktisadi, hukuki ve sosyal yapı içinde faaliyet gösteren ve “sadece kâr maksimizasyonu peşinde koşarak rekabet eden” bir birim olarak görür.
Adeta, küresel veya anonim olarak siyasi kimlikten soyutlanmış bir öğe olarak algılanır. Varsayılan altyapı koşullarında “piyasa mekanizmasının oyun kuralları geçerlidir” sadece. İçinde faaliyet gösterdiği altyapı olarak küresel bir piyasa öngörülür. Fiyatlar sistemi esastır. Her şeyi fiyatlar yönlendirir; Hangi pazara girip girmeyecekleri, hangi malları üretip üretemeyecekleri “piyasa tarafından belirleniyormuş gibi” bir öğreti ortaya konur. Ve bu düzen öyle mükemmeldir ki, piyasa koşulları içinde, “en etkin çalışan, iktisadi rekabet koşullarını en iyi ayarlayan” şirket öne çıkarak başarı sağlanır.
Bu aslında, “Alis Harikalar Diyarında” masalında olduğu gibi “hayali olaylar dizisinden meydana gelen” bir öğretidir. Gerçek dünya ile bir ilgisi yoktur.
Gerçek dünyada “şirket kuramı” başka türlü çalışır. Özellikle de şirketlerin giderek devleştiği Batı kapitalizminde şirketlerin işleri iktisat öğretisindeki koşullardan çok farklıdır.
- Avrupa’da ve ABD’de şirketler, Batı kapitalizminin sürükleyici öğesidirler.
- Şirketler ile devletler özdeşleşmeye ve bütünleşmeye başlamışlardır. Geçmiş yıllarda petrole özgü devlet-şirket ilişkisi günümüzde, “şirketler-devletler bütünleşmesini” getirmişti.
Batı kapitalizminde şirket-devlet ilişkilerinin gelişmesinin temelinde şu faktörler yatmaktadır.
1) Ülkelerin kendi şirketlerine piyasa dışı ve iktisat dışı üstünlükler sağlamak istemeleri birinci etkendir.
2) Diğer bir faktör de “şirketlerin büyümesi sonucu, devleşen şirketlerin devlet yapısı ile olan bütünleşmesidir”. Şirketler o kadar büyümüşlerdir ki bu şirketler Batı kapitalizmi içinde, “devlet yönetimine fiilen katılan bir konuma ister istemez gelmişlerdir”.
Dev şirketler, Batı kapitalizminin sosyal, siyasal iktisadi ve kültürel örgütlenmelerine daha etkili bir biçimde katılmaya başladılar. Katılmanın yanında, devlet politikalarını (ve diğer politikaları) yönlendirme yolunda geliştiler.
3) Batı kapitalizminin Dünya karşısındaki egemen konumu, Batı’nın devletleri ile Batı’nın büyük şirketlerini daha yakın işbirliğine itti. ABD ve Avrupa şirketleri özellikle dünya üzerinde,
- pazarların denetimi ve
- kaynakların denetimi ,
konularında “kendi devletleri ile”, tam bir işbirliği ve bütünleşme içine girdiler.
Yukarıda sayılan üç öğe, Batı kapitalizmi içinde şirketlerle devletler arasındaki işbirliği ve bütünleşmeyi tam olarak açıklayamaz. Bu bütünleşmenin açıklanabilmesi için Batı kapitalizmindeki mikro maksimizasyon ile makro maksimizasyon arasındaki örtüşmenin değerlendirilmesi gerekir.
Şirket çıkarı ile (mikro maksimizasyon) devlet çıkarı ve toplumsal yarar örtüşür hale gelmiştir. Çünkü Batı kapitalizminin dev şirketlerinin dış dünyadaki sömürü (ve kazançları) yalnız şirketlere değil Batı ülkelerinin halklarına da büyük yarar getirmektedir.
Şirket yararı (çıkarı) ile toplumsal yararın Batı kapitalizminde dış sömürü sonucu örtüşür hale gelmesi şu sonuçları doğurmaktadır.
1) Batı kapitalizmi içinde işçi-işveren çatışması yerini, “ortak dış sömürü”, “ortak dış yarar” örtüşmesine bırakıyor. 1980-2000 yılları arasında Batı Avrupa’da ve Kuzey
Amerika’da işçilerin reel ücretlerindeki artış çok büyüktür.
2) Batı içindeki “şirketler oligarşisinin” yarattığı antidemokratik ortam, “sosyal devlet uygulamaları ile” karşılanıyor. Kapitalizmin (ve şirketlerinin) dışarıdan sağladığı
kazançlar bu sonucu doğurmaktadır.
3) Batı kapitalizmi kaçınılmaz olarak, oligarşik ve faşist bir düzeni küresel boyuta taşıyarak, “kendi içinde sosyal denge” sağlayabiliyor.
Avrupa ve ABD’de şirket ile devlet arasındaki çıkar örtüşmesi Batı içindeki sosyal ve iktisadi dengesizliklerin, dış sömürü sonucu azalmasına yol açıyor.
Somut örnekler;
- Bush yönetimi ABD’nin büyük şirketlerinin desteği ile iktidara getirildi. Bush yönetiminin dünya üzerindeki işgalleri, ABD şirketlerinin dış Pazar paylarını genişletti ve enerji üzerindeki denetimlerini arttırdı.
- İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti (Tony Blair hükümeti), Batı kapitalizminin yeni küresel işgalleri için Bush yönetimi ile işbirliği yaptı. Hem de, İngiliz halkının çoğunluğunun, “Irak’ın işgaline karşı” olmasına rağmen. Ancak burada “klasik demokrasi” işlemedi. Şirketlerin (ve siyasetin) oligarşisi egemen oldu. Aynı zamanda, “devletin çıkarları ile şirketlerin çıkarları” örtüşüyorlardı. Ve esas olan da buydu!
- Bazı Avrupa ülkeleri, başta işgale karşı olmalarına rağmen sonra teker teker yanında yer aldılar. Ne de olsa, kazanan Batı kapitalizmi idi.
Özellikle 1990 sonrasında, Batı kapitalizmi içinde şirket-devlet bütünleşmesi tam bir eşgüdüm içinde yürümeye başladı.
ABD ve AB dışındaki “küresel çıkarlar”,
- şirketler ile siyasiler
- şirketler ile bürokrasi,
- şirketler ile ordular
arasındaki işbirliği ve eşgüdümü daha da yaygınlaştırdı. Hatta, “işverenler ve işçi sendikaları bile, aralarındaki sorunları asgariye indirip” el ele verdiler.
Birleşmiş Milletleri’nin istatistikleri ve diğer uluslararası değerlendirmeler şu gerçekleri ortaya koyuyor;
1) Batı kapitalizminin dev şirketleri büyümelerini (yani tekelleşmelerini sürdüreceklerdir.
2) Batı’da, şirketler ile devletler arasındaki etkileşim ve bütünleşme artacaktır.
Şirketlerin çıkarları ile devletin kamusal yararları arasındaki örtüşmeler Batı’da geçerli iken, “Batı kapitalizminin dışındaki dünyada aksi geçerlidir.” Sömürülen tarafta büyük şirketlerin çıkarları ile devletin çıkarları karşı karşıyadır. Çünkü yerel büyük şirketlerin büyük bir kısmı, “Batı’daki büyük şirketlere tek yanlı bağımlıdırlar”. Bu bağımlılık, az gelişmiş ülkelerdeki yerel şirketleri, Batı’daki devletlerin güdümüne doğru itmektedir.
TÜRKİYE’DE ÖZEL VE KAMUSAL YARAR
Batı kapitalizmi içinde şirket çıkarları ile makro maksimisazyon yani “ülke yararı” arasındaki örtüşme yukarıda anlatıldı. Bu örtüşmenin gerisindeki esas sebebin “dış sömürü (ve kazançlarından) kaynaklandığını” biliyoruz.
Batı kapitalizminin “dışındaki dünyada” ise çapraz bir simetri söz konusudur. Batı kapitalizminin dışındaki “özel şirketler” kendi ülkelerinin çıkarları ile bütünleşmekte zorlanırlar.
- Bu ülkelerde özel sektör genellikle, Batı kapitalizmine ve onun şirketlerine bağlanmıştır.
- Bu ülkelerde büyük özel şirketlerin (holdinglerin) hemen hemen tamamı, Batı kapitalizminin dev şirketlerine tek yanlı bağlanmış durumdadırlar.
- Yerli (ulusal) özel şirket (yani holding) dışarıdaki dev şirkete bağımlıdır; dışarıdaki dev şirket “kendi ülkesi ile çıkar bütünleşmesi içindedir” O halde bu dev şirket azgelişmiş ülkedeki yerli şirketi (holdingi) kendisine bağlayarak, “Batı kapitalizminin çıkarları doğrultusunda” faaliyet göstermesini sağlar.
- Yerli holdingler bu nedenle, “gayri milli” olurlar ve kendi ülkeleri ile iktisadi, siyasi ve sosyal alanlarda örtüşemezler. Çünkü dışarıdaki büyük şirkete bağlıdırlar; büyük şirket de ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın veya Fransa’nın ulusal çıkarları ile bütünleşmiştir.
Türkiye bu konuda ilginç bir örnek oluşturmaktadır. “İş çevresi” ulusal ve gayri milli olarak ikiye bölündü. Bu bölünme, soğuk savaş sonrasında daha da keskinleşti Batı kapitalizminin çok uluslu şirketleri Türkiye pazarını denetimleri altına almaya başlayınca Türkiye’deki iş çevreleri ikiye ayrıldı;
1) Bir kısmı ABD’nin ve Avrupa’nın dev şirketlerine tek yanlı bağlanarak o şirketlerin “Türkiye’deki uzantıları konumuna geldiler.” Teknolojik, idari, ticari ve mali olarak Batı kapitalizminin tekellerinin bir parçası oldular. Ancak “o dev şirketler kendi ülkelerinin çıkarları ile bütünleştikleri için” çelişkili bir konuma düştüler Türkiye’de ayakta kalabilmeleri, bu “bağlılıklarını” sürdürmelerine dayanıyordu. Bu da kaçınılmaz olarak bu “yerli” şirketleri, “gayri milli bir misyonun içine itiyordu”.
- Bu nedenle, 6 Mart 1995’te tek yanlı ve “eşi benzeri görülmemiş gümrük birliği bölgesini”, halkı kandırarak imzalattırıyorlardı.
- Bu nedenle Kıbrıs’ta, Ege’de, Patrikhane vs. konularında, “Brüksel’in ve Washington’un yanında” yer alıyorlardı.
2) İş çevresinin bir kısmı ise, “çok uluslu şirketlerin piyasayı işgalleri karşısında” kendi pazarlarını kaybediyorlardı. Ayrıca, destekli (sübvansiyonlu) yabancı mallar
ve hizmetler haksız rekabet sonucu ulusal sanayicileri bir bir yıkmaya başlamıştı. Gıda, deri, tekstil, mobilya, ilâç, inşaat malzemeleri başta olmak üzere ulusal
şirketler ve tesisler ortadan kalkmaya başladılar.
İşte bu çevreler “ulusal kimliklerini korumak için”, gayri milliler ile ayrı düştüler. Bu iş çevreleri kendilerini “ulusal cephede” görüyorlardı.
Türkiye’de şirketlerin bir kısmı “çok uluslu şirketlerin bir uzantısı konumuna geldikleri için”, Türkiye’nin çıkarları ile bu şirketlerin çıkarları doğal olarak örtüşmüyordu. Sebebi ise çok basitti; bu şirketler çok uluslu şirketlere bağlı oldukları için, “kapitalizmin büyük şirketleri ile birlikte Batı’nın kapitalist devletlerinin doğal ortakları konumuna geliyorlardı.
Bu nedenle de bu şirketlerin çıkarları ile Türkiye’nin makro çıkarları (kamusal yararları) örtüşmüyordu.
- Bu gayri milli çevreler çok uluslu şirketlerin Türkiye pazarında ve ekonomisinde denetimleri arttırmalarından rahatsız olmuyorlardı.
- Buna karşılık “diğer iş çevreleri”, çok uluslu şirketlerle “çıkar çatışması” içindeydiler. İç pazarda ulusal şirketlerin yerini çok uluslu şirketler aldıkça yerlilerin kârları azalıyordu. Hatta zamanla, ortadan kalkmaya başladılar.
İş kesiminde Batı kapitalizminin (ve şirketlerinin) sömürgeci faaliyetleri karşısında siyah ile beyaz gibi bir ayrım ortaya çıktı. Bu karşıt cepheler “ulusal cephede” ve “gayri milli cephede” yer almaya başladılar.
Somut örnekler;
- İmalât sanayiinde dış girdi oranı 1990-1992 döneminde %31 idi. Bu oran 2001 yılında %50’nin çok üzerine çıktı.
- İlâç, gıda, deri, mobilya, metal işleme, inşaat malzemeleri, elektronik, elektromekanik gibi imalât sanayi dallarında çok uluslu şirketler ulusal şirketlerin yerini almaya başladılar.
- Tarım ürünlerinde yabancı ürünlerin ithalâtı çok hızlı arttı ve ulusal tarım geriledi.
- Bankacılık, iletişim, sağlık gibi hizmet alanlarında çok uluslu şirketler yerli şirketlerin yerini almaya başladılar.
Bütün bunlar, “gayri milli sermayenin ve şirketlerinin dış bağımlılığının giderek artmasına yol açtı.
ŞİRKETLERİN “İKTİSAT DIŞI” FAALİYETLERİ
Türkiye’deki “gayri milli sermaye çevreleri ve onların şirketleri”, çok uluslu şirketlere tek taraflı bağlandılar. Bu bağlar yerli şirketlerin, “iktisadi faaliyetler dışında, dış odakların Türkiye üzerindeki çıkarlarının da yürütülmesi işini üstlendiler”.
Bazı somut örnekler şunlardır;
- Kıbrıs uyuşmazlığı konusunda Brüksel’in ve Washington’un taleplerinin karşılanması için Ankara’daki siyasiler ve bürokratlar üzerinde baskı yaptılar. Türkiye’nin ulusal devlet politikalarına karşı, Batı’nın çıkarlarını savundular.
- Ege’de ve Fener Patrikhanesi konusunda da aynı şeyler yaşandı ve yaşanmaktadır.
- Hatta, Türkiye’nin bölünmesine yönelik dayatmalarda da, “dış odakların yanında” yer almaktadırlar. KKTC’deki seçimlerde Rumların, Atina’nın, Brüksel’in ve Washington’un çizgisinde durdular.
İktisadi, siyasi, askeri ve kültürel alanlarda dış odakların Türkiye içindeki doğal ortakları olarak faaliyet göstermektedirler.
Batı kapitalizmi içindeki şirketler ile devletler bütünleşmektedirler. ABD’de, Kanada’da, Avrupa’da şirketler büyürken devlet yapısı içindeki etkinlikleri artmaktadır. Makro-mikro örtüşmesinin gerisinde, Batı kapitalizminin (ve şirketlerinin) dış sömürüsü yatmaktadır.
Türkiye ise toplumsal (ve toplumcu) demokrasinin çalışmamasının arkasında gayri milli sermaye çevrelerinin “dış bağlantıları” bulunmaktadır. Şirketlerin (ve sermayenin) Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmakta oluşu, dışarıdaki oligarşik düzenin, Türkiye içine de yerleşmesine ortam hazırlamaktadır.
Türkiye sadece iktisadi yapısı ve şirketleri ile bölünmemiştir; ulusal ve gayri milli ayrışması iktisat, siyaset, kültür, eğitim ve dinde de ortaya çıkmaktadır.
- Gayri milli olarak tanımladıklarım, Batı kapitalizminin Türkiye’deki uzantıları durumuna gelmiş çevrelerdir. Bazı büyük sermaye çevreleri, bazı eğitim kurumları iletişim çevreleri ve bazı sivil toplum örgütleri “azınlıkta bulunmalarına karşın”, Batı’nın desteğini arkalarına almışlardır.
-Türk halkının çok büyük çoğunluğu ise ulusal kimliğini koruduğu ve ona sahip çıktığı için, “doğal olarak ulusal cephenin içindedir”. İşçiler, köylüler, memurlar, esnaf, KOBİ’ler, ulusal iş çevreleri ve sivil toplum örgütleri ile ulusal eğitim kurumları bu cephenin içindedirler.
- Siyasal partiler de ulusal ve gayri milli çevreler içinde yer alırken, “geniş bir gri alanın da”, yine siyasal partiler tarafından doldurulduğunu görüyoruz.
Bu yazıda şirketler ve devletler arasındaki ilişkileri ana hatları ile ortaya koymam şu nedenlerden doğdu;
- Batı kapitalizminde şirket-devlet bütünleşmesinin dünya üzerinde yaratmakta olduğu olumsuz sonuçların görülmesi,
- Bunlara karşı yeni önlemler geliştirme zorunluluğunun tartışılmasına ortam hazırlanması;
Ana hatları ile ortaya konan gelişmeler “Dünyada ve Türkiye’de Büyük Sermaye” ve “Kapitalizmin Temel İçgüdüsü” kitaplarımda daha ayrıntılı olarak incelenmiştir.
* Kapitalizmin Temel İçgüdüsü, Der, Yay, 2003, Erol Manisalı.