YAĞMUR DUASI

Almanak 2006Neo-liberal politikalarla kârın alabildiğine özelleştiği, riskin gittikçe kamusallaştığı küresel kapitalist sistem içerisinde, çevre hareketleri, tüm dünyada yerel ve tematik alanlarından çıkarak, bütünlüklü bir sistem eleştirisi üzerinden daha siyasal taleplerle mücadele etmeye başladırlar. Birbirleri ile daha sıkı dayanışma ilişkisi kuruyor ve halk hareketi niteliği kazanıyorlar. Çevreci hareketlerin merkezi, zengin kuzey ülkelerinden yoksul güneye kayarken, hareketlerin toplumsal tabanında da önemli dönüşümler yaşanıyor. Kapitalizmi ehlileştirmeye çalışarak, sistemin sürdürülebilirlik iddialarına meşruiyet yaratan kentli iyi orta sınışarın hobisi olmaktan öteye geçemeyen çevreciliğin yerine; yeni dönem çevreci halk hareketleri, toplumun diğer ezilen kesimleri ile bir araya geliyor. Çevresel adalet hareketlerine dönüşerek, ezilenlerin mücadele deneyimleri ile binlerce yıldır zenginleşen uygarlığımızın, tarihsel birikimini de arkasına alıyor. Ekolojik krizin en büyük mağduru olan dünyanın kırlarında yaşayan köylülerle, yeni dönem sınıf hareketinin inşasında büyük rol oynayacak, yeni bir tür çevre hareketi, sınıf hareketinin parçası olarak tarih sahnesindeki yerini alıyor.

Dünya çapındaki bu dönüşümün, Türkiye’de de yaşanmasına, toplumsal muhalefetin bütünlüğü içinde köylü tabanlı, yeni tür bir çevre hareketi açığa çıkmasına rağmen, Türkiye’de alışılageldik çevrecilik, büyük oranda devletin ve sermayenin ideolojik ve mali kontrolünden kurtulamadığından; süreci algılamak, temel karakterlerini görünür kılmak ve örgütlemek zorlaşıyor. Maalesef; Türkiye’deki verili çevreci anlayışlar, 12 Eylül’ün toplumda yarattığı ideolojik savrulma koşullarında şekillendi. 12 Eylül Cuntası ile Türkiye’de var olan bütün toplumsal dinamiklerin kökü kazınmaya; devrimciler, işçiler, köylüler, aydınlar, sendikacılar, üniversiteler sindirilmeye çalışılmış, muhalif hareketlerin her kesiminden insanlar işkence tezgâhlarından geçirilmiştir. Ama aynı 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 1982 Anayasası’yla, sessiz sedasız, hatta Bergamalılar soyunup yollara düşene kadar muhalif kesimlerin bile fark etmediği 56.maddesi ile “çevre hakkı”, anayasal statüye kavuşturuldu. Henüz Türkiye’de bir çevre hareketinin esamesi bile okunmazken, en küçük demokratik hak taleplerinin bile, büyük bedellerle elde edildiği ülkemiz demokrasisinde çevre hakkı, anayasal bir statüye kavuşturuldu. Daha sonraki yıllarda, çevreciliğin Türkiye’deki seyrine bakıldığında, sermayenin tercihlerine göre hazırlanmış bir anayasada, çevre hakkına yer verilirken, yine sermayenin tercihlerine göre şekillenmiş bir çevreci ideolojinin de yaratıldığı görülecektir. Sermayenin ve onun devletinin tarihsel teamüllerine göre, muhalif hareketlerin baskısı karşısında, muhalefeti ehlileştirmek ve sistem içine çekmek için verilen göstermelik ödünlerden farklı olarak, özellikle ANAP hükümetleri zamanında, Türkiye’de -işin daha en başında- sistem içi çevreci akımlar, resmi devlet politikasıyla ortaya çıkarıldı. Toplumsal muhalefetin ezildiği bir dönemde, sistem içi çevrecilik, bütünlüklü bir toplumsal muhalefet anlayışının uzağında, çoğu zaman gerçek sorunların üzerini örten, ekolojik krizin boyutlarını gizleyen hatta 24 Ocak kararları ile ilan edilen neo-liberal talana yeşil bir makyaj sağlayan bir kulvarda rahatlıklı serpilip gelişti. Şimdi; adı da “yeşil” olan sermaye tarafından, kamu işletmelerinin özelleştirilmesinden sonra ormanlarımız, nehirlerimiz ve göllerimiz elimizden alınıp çok uluslu şirketlere satılıyor. Dahası, çevreci hareketler geliştikçe, çevreyi koruyan yasa ve yönetmelikler teker teker budanır oldu. Son olarak anayasa’dan çevre hakkının çıkartılması ve TBMM’deki çevre komisyonun kaldırılması, sermaye çevreleri ve hükümetin(in) gündemine alındı.

Ek bilgiler

  • Yazar: Mehmet Horuş
  • Yıl: 2006
Ara...