2007’de seçimleri olağandan erkene çeken gelişmeleri, AKP hükümetinin temsil ettiği dinci-gerici yöneliş ile egemen güçlerin laik denilen kesimleri arasındaki karşı karşıya geliş belirlemişti.
Aradan bir yıla yakın bir süre geçtikten sonra bu karşı karşıya gelişin varlığını biçim değiştirerek sürdürdüğünü ve yeni bir erken seçimin gündemin eşiğinde durduğunu görüyoruz. Sadece bu kendi kendini tekrar etme durumu bile söz konusu düzen içi mücadelenin sınırları hakkında kimi sonuçların altının çizilmesini yeterli kılmaktadır.
Aydınlanmasız, halksız, solsuz laikliğin Fiyaskosu
Yalın göstergelerden başlarsak; 2007’de seçim öncesi belirleyici konu olan cumhurbaşkanlığı seçimlerini hatırlamak gerekir. Burada, temsil ettikleri laisizm anlayışının içeriğini, daha doğrusu temsilcilerinin laik sıfatını ne ölçüde hak ettiklerini bir kenara bırakarak, bu adlandırmayla anacağımız kesimler, AKP’nin cumhurbaşkanını kendi kadroları içinden seçtirmesinin Türkiye Cumhuriyeti açısından bir dönüm noktası anlamına geleceğini savunuyorlardı. Meclis cumhurbaşkanlığı seçimini hukuki açıdan fazlasıyla su götürür bir yorumun kuşatması altında tamamlayamadı ve seçimlere gidildi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra AKP aynı adayı kolaylıkla cumhurbaşkanı olarak seçti. Meclis yeter sayısı konusunda çıkartılan engel 22 Temmuz seçimlerinin sonucuyla aşılmıştı. 2008’de bu kez anayasa değişikliği girişimi benzer bir kilitlenmeye neden oldu. Yaptığı kısmi anayasa değişikliği anayasa mahkemesi tarafından iptal edilen AKP hakkında açılan kapatma davası, çok büyük olasılıkla yeni bir seçimin önünü açacak.