GENEL PROBLEMLERE ÖZET BİR BAKIŞ

Almanak 2004GİRİŞ

Türkiye her -toplumsal, siyasal, kültürel, ideolojik hatta iktisadi- bağlamda çoklu bir gerçekliğe sahiptir. Ne kadar egemen/resmi paradigma; tekçi/monist -tek dil, tek ulus, tek din, tek, tek, tek, tek, tek... Hatta “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış” tek kütle- biçiminde özetlenen/somutlaşan bir konsensüsün ürünü olsa dahi!

Trajikomik diyebileceğimiz bir tarihi ironi söz konusudur, o da şu; bilimsel, tarihsel, toplumsal gerçekliğe aykırılık arz eden, varlığını ancak, cebir ve zor koşullarında sürdürebilen (izafi de olsa 80 küsur yıldır kendini devam ettirebilme yeteneğini gösteren!) monist/tekçi resmi paradigmanın kendisinin, çoklu bir egemenlik biçiminin argümanı olmasıdır! Konsensüsten kastımız da işte bu doğrultudur.

Sömürücü sınıf ve katmanların ortaklığı olarak tanımlanabilecek ve bu konsensüsün devlette siyasal örgütlenişi tarzı olarak oligarşik rejim,bu ironinin öznesi ve sorumlusudur...

Değerlendirmemizde tam bir yoğunlaşmaya girmeden önce okuyucunun yanlış anlamasını önlemek babında, bir hususa açıklık getirme ihtiyacı doğmuştur.

“Seksen küsur yıllık rejim” saptamamız, değişmezliğinin, değiştirilemezliğinin teyidi değil, aksine uzun vadeli, diyalektiksel, somut bir durumdan kaynaklanmaktadır. Uzun,uzun analizlere girme gereği duymamak için, Sayın Kıvılcımlı’nın “TEK TEK DÖVÜŞTÜLER, HEP BİRLİKTE YENİLDİLER” sosyo-siyasal vurgusuna dikkat çekmek yeterli olacaktır...

Sömürücü sınıf ve katmanların çıkar birliği, ortaklığı olarak tanımlamaya çalıştığımız oligarşik egemenliğin, kendini sürdürebilmesinde, başarılı olması değil, ondan zarar gören, siyasal, toplumsal güçlerin, onun -oligarşinin- ortaklığına karşı güçlerini birleştirememesindendir.    

Sistemden zarar görenlerin ki, egemenliğin sanal,ama sonuçları bakımından,bir hayli etkili olduğu yaşanılarak anlaşılan ve gerçekliklerinin üstü, ideolojik araçlarla örtülen; emekçi sınıflar, halklar, kültürel-etnik azınlıklar ve grupların, hala, günümüzde de yazgı ve mücadele birliklerinin geleceklerini, belirleyeceğini bilince çıkarmalarında arzulanan noktaya ulaşamamış olmalarıdır.

Oysa, gerek iktisadi, gerek siyasi, gerekse hayati anlamda söz konusu yapılar (bu yapılar, her bakımdan sınıf ortaklıklarını tüm çelişki ve çatışmalarına rağmen yürüten baskı ve sömürü sistemi) oligarşiden zarar görenlerdir. Oldukça ustaca ve başarılı bir biçimde “PARÇALA, BÖL, YÖNET, SÖMÜR ve -hatta- YOK ET!” politikasını uygulayan sitemin kendisi, bizzat; “ANCAK BANA KARŞI GÜÇLERİNİZİ BİRLEŞTİRİRSENİZ CENDEREMİN,ÖĞÜTÜCÜ DİŞLERİNDEN AZADE OLABİLİRSİNİZ.” anlamına gelen bir pratiğin sahibidir...

Özcesi; ülke, realitesi ve pratik uygulamalarının çelişki ve çatışmalı hali ile,günümüzde uluslar arası konjonktürel (sermaye çıkarına, lehine) gelişmelerin de ağır etkisi altında ciddi ve sancılı bir sürecin eşiğine gelmiş, dayanmıştır.

Kapitalist sosyo-iktisadi formasyonun, aldığı son biçim ve dünyayı bu minvale uygun, “yeniden” dizayn etme istemine, bizde rejimin, buna entegre olma (aslında entegrasyondan ziyade, tüm boyutlarıyla kapitalizmin “yeni” biçiminin emireri rolünü üstlenme adaylığı denmesi daha uygun düşer) rotasına girmesi olumsuzlukların,yanı sıra kimi olumluluklar da sağlayacağı görülmektedir. Bu bir paradoks olarak anlaşılabilir. Doğru, bu bir paradokstur. Ama hem iç/dış sömürücü, baskıcı güçler için, hem de -günümüze dek reddedilen- toplumsal/siyasal güçler için!

İşte dikkat çektiğimiz eşiğin geçiş yönünü tayin edecek olan,bu paradoksal durumun nasıl seyir edeceğidir! Yani; Kürtler, Türk ve diğer halklardan emekçi güçler NASIL BİR ÜLKE, NASIL BİR DÜNYA ve NASIL BİR GELECEK sorusuna yanıt vermenin, oldukça belirleyici olacağı bir sürecin, öngünlerine girmiş bulunmaktalar!

TÜRKİYE GERÇEKLERİ ÖRTME AYIBINDAN KURTARILMALIDIR

Öncelikle ülkenin, realitesi ile yüzleşme zamanın geldiği/aşıldığı görülmelidir. Ki aslında bu noktaya gelindiği ama, hala ona uygun bir pozisyon alışa geçilmedi dense daha doğru olacak. Çünkü, yaşam biraz da acıta acıta kabul ettiriyor. Türkiye’nin çözüm bekleyen problemlerinin başında gelen Kürt Sorunu bunun en canlı kanıtıdır. Reddedilen, imhası istenen, sürekli inkar edilerek, gündem dışına itilmeye çalışılan bu husus; ülkeye iktisadi, siyasal ve toplumsal yanlarıyla çokça yitirtmesine rağmen, yaşamın yakıcı, dayatmalarıyla kendini kabul ettirmiştir. Fakat kabul ettiriş, kendiliğinden değil, bilakis mücadeleler neticesinde olmuştur. Kürtlerin “BERXWEDAN/TEKOŞİN JİYANE” belgisinin, “DİRENMEK/MÜCADELE ETMEK YAŞAMAKTIR” anlamında yaşama, onurlu yaşama işaret ettiği gerçeği gibi...

Girişte egemen sınıf ve tabakaların; çelişki ve çatışmalarını, halklara ve emekçilere karşı rafa kaldırabildikleri anlamına gelen bir yaklaşım sergilediklerine göndermede bulunmuştuk. Onlardan öğrenmek, ders almak (komplekse düşmemeli) anlamında, başta Kürt Problemi olmak üzere, ezilenlerin tümünün meselelerinin çözümü için olmazsa olmazları anlamına gelen; ORTAK AMAÇLARA ULAŞMAK SAİKİ İLE ORTAK AKIL, ORTAK DAVRANIŞ, ORTAK YÜRÜYÜŞ HATTI yaratılmalıdır.

AKP hükümeti, genel çıkarlarına uygun davrandığı iç/dış sermayenin, ülke ve dünyaya reva gördüğü ve dayattığı her politikayı emir telakki ederek, emek alanları ve kurumlarına, kazanım ve taleplerine karşı topyekün saldırı anlamına gelen, atraksiyonlara girmekten, geri durmamaktadır.

İşsizlik, yoksulluk, açlık,ahlaki dejenerasyon en üst noktalarda seyir ettirilirken, bu baş aşağı gidişe, düşürülüşe karşı çıkacak ve/veya çıkması muhtemel güç ve yapıların tasfiyesi olmazsa, en azından etkisizleştirilmesi cihetine gidilerek, toplumsal muhalefetin direniş noktaları bertaraf edilmek istenmektedir.

Uluslararası sömürücü sınıfların da konseptine paralel olan bu yönelim ve yaptırımların durdurulmasına, tek başına -şimdilik- yetecek güç görünmemektedir.

Emekçi sınıfların oldukça cüzi bir kesitini (ülke çalışanlarının yaklaşık olarak, yüzde sekiz buçuğu civarında) üye edebilmiş, “örgütleyebilmiş” sendikaların bölünmüşlüğü, ayrıksılığı ve sisteme aşırı adaptasyonu, işten atmalara, özelleştirmelere, çalışma yaşamındaki anti-demokratik düzleme karışı durmalarını önlemektedir.

Hal böyle iken, yani rutin, günlük, asli çalışmalarını yapamaz bir konumda olmaları, onlardan; temel, toplumsal, siyasal sorunlara çözüm üretmelerini dilemek, beklemek acaba zorlama bir iyimserlik olmaz mı?

Ülke sosyalitesinin insan hak ve hürriyetlerini savunmaya yönelik olarak yapılanan Sivil Demokratik Kitle Örgütlerinin (ki sayılarının bir elin parmak sayısını geçmediği ve rejimin yoğun baskısı altında oldukları aşikardır) yaşanan sorunları gidermeye yetmediği bilinmektedir.

Siyasal parti ve hareketlere gelince, burada partimiz ve yakın süreçte devir edeceği bayrağı alacak olan Demokratik Toplum Hareketi -DTH- (kısa bir zaman da partileşmesini gerçekleştirecek çalışmalarının, son aşamasına gelmiş bulunmaktadır) ile ilgili bir parantez açmak yerinde ve uygun olacaktır.

Açık, demokratik siyasal geçmişimiz oldukça genç denecek bir süreyi kapsamaktadır. Bu, genç özeliğine, gerçekliğine rağmen bir hayli yoğun, çetin ve mücadele ile dolu, bunun yanında bu doğrultuda bedellerle taçlanan zengin bir birikim, deneyimlerin kazandırdığı olgunluğu da söz konusudur. Partimiz, bilindiği üzere; Kürt Problematiğinin, ülkenin başat sorunlarına kaynaklık ettiğini, -çözüm anlamında- bu kaynak kurutulmadıkça, hem meselelerin hal olmayacağını, hem de yeni sorunların artmasının, yanı sıra var olanların kangrenleşerek büyüyeceğini ifade etmiş ve bu yönde bir yol alış gerçekleştirmiştir. Elbette etnik ve/veya salt bir kimlik, dar, bölgesel bir siyasal organizasyon olmamış, böyle olmamaya özen göstermiştir. Ama, maalesef sistemin bu amaçlı manevralarını boşa çıkarma çabalarında da, beklediği katkıyı da bulamadığından, kendine ve düşüncesine rağmen, gereken açılımı sağlayamamıştır.

Partimiz DEHAP -Demokratik Halk Partisi- ardılları olduğu, HEP, DEP, ÖZDEP ve HADEP’in ilke ve amaçlarının yaşam bulmasının arayışına girerken -tüm eksiklik ve halkımıza ödenmemiş borçlarının varlığına rağmen- değişen zaman ve mekan olgusu gerçekliğine uygun kendisini yenileyemediğinden, bunu gerçekleştirecek olan, kendisinin devamı değil, geçmiş siyasal yapılarımızın bir yenisi olmayacak olan ama reddi miras da etmeyecek, çağın gerçekliklerine, değişim ve dönüşüm eğrisine, teknolojik, bilimsel değişimlerle uyumlu, doğa, insan; birey, toplum; tarih, siyaset ve mücadele diyalektiğini doğru okuyan ve uygulayan, uygulayacak olan DTH tarih, toplum ve mücadele sahnesindeki yerini almaya hazırlanıyor...

Parantezi kapatıyorum. Evet siyasal/politik organizasyonlar olarak, parti ve hareketler: Doğrusu bu alanda ülke toprakları oldukça mümbit ve bereketlidir. Fakat bereketin, denk bir hasada ve ürüne dönüştüğüne tanıklık edilmiş değil!

Elbette irdelemeye çalıştığımız -biraz eleştirel de olsa- barış, emek ve demokrasi eksenli, temelli parti ve hareketlerdir. Bu karakterli politik oluşumların zaman zaman halkların, emek dünyasının ihtiyaç ve beklentilerine karşılık düşecek, çabalar içerisine girdikleri bilinmesine karşın bunu sistemlileştirmemeleri ve süreklileştirememeleri, devrevi kalıyor olmaları, aşılması gereken bir handikaptır. Halbuki, bütün siyasal yapılarımız ’99 ABD/USA’da gerçekleşen küresel, emekçi kalkışmanın “gökkuşağı” cephesinin, yaratımı olduğunu bilirler!

Peki neden bizde böylesi bir halklar ve emek cephesinin siyasi ifadesi olacak, kalıcı örgütlenme yaratılamıyor?

Her halde birincil olarak, programatik yapılanmadan, yani problemlerin öncelikler sıralanmasında var olan farklar arası açının büyüklüğünden dem vurulabilir. Oysa fark açısının, genişleyerek, aradaki mesafenin büyümesinin, istemeden de olsa, sisteme/rejime hizmet edişi yakınlaştırdığı, yine kerhen de olsa, karşı çıkılanı rahatlattığı görülmelidir. Ve dövüşün; tek tek değil, kol kola girilerek kazanılacağı bilinmelidir. Unutulmamalıdır ki, tüfek bulunmuş, mertlik bozulmuştur!

Kısacası; niyetlerden bağımsız olarak, siyasal/politik yapılarımızın çok olmaları, bölünme şeklinde somutlaştığından, halklarımıza, emekçi sınıflara katkıdan ziyade, yük olmak biçiminde tecelli etmektedir. Yapılması gereken, çokluğu demokrasi, eşitlik ve özgürlükler için birleştirmektir. Dikkat edilirse tekleşmeyi önermiyoruz. Hem “BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR!” diyen bizler değil miyiz? Artı bizde, bazı unsurları objektif olarak, kendilerini soyutlamış olsalar bile, hala yürürlükte olan bir “Demokratik Güç Birliği” mevcuttur.

Yakın gelecek buna işlerlik kazandırmayı ve katılımcı sayısını arttırmayı emrediyor...

BARIŞ, AVRUPA BİRLİĞİ YOLCULUĞU, TÜRKİYE, ORTA-DOĞU...

Türkiye’nin çok boyutluluğunun, sorunlarının da çok olmasına yol açması anlaşılır ve doğaldır. Ee “büyük başın derdi de büyük olur” aforizması boşuna denmemiştir. Her neyse, buna karşın problemlerin çözülebilirliği de gün gibi ortadadır.

Çokça dillendirilmiş olmasına rağmen Kürt probleminin doğru çözümü ülkeyi, belki tüm sorunlarından arındırmayacaktır, belki sihirli bir değnek deymişçesine her yer ve şey güllük gülistanlık olmayacaktır. Ama böylesi bir yola girmenin kapısı aralanmış olacaktır.

Aralanan bu kapıya da ancak, barış tesis edilerek varılabilir. Bugün Kürt açık, demokratik, siyasal hareketi-partisi DEHAP da, yarın DTH da, ’99 yılından beri de Kongra-Gel de; değişen dünya koşulları ve farklılaşan ihtiyaçlar gerçeklikleri doğrultusunda şiddeti öteleyen, uzlaşı ve barışı önceleyen bir hatta politika üretmekte ve hayatla buluşmaya çalışmaktadır.

Barışın, halkların sofrasına, emeğine, aşına uzanan savaşın yegane panzehiri olduğuna inanıldığında ve bu inançla hareket edildiğinde, ülkede de, dünyada da onun tesisine çalışılması başat görev değerine yükselir.

Eski/geleneksel-resmi paradigmada ısrar eden oligarşik rejim, ülkenin geleceksizliğinde ısrarı, kendi çıkarına uygun bulduğundan, barış haykırışlarını duymazdan gelmeye devam ediyor. Bununla kalsa iyi, bir de; emekçi, işçi, işsiz, aç, açık, hasılı geniş ezilen kitlelerini de savaş ideolojisiyle zehirleyerek, halklar, emekçiler arası kardeşleşmeyi sağlayacak köprüleri dinamitleyerek egemenliğini baki kılmak istiyor.

İşte, siyasal yapıların, emek örgütlerinin, aydınların yetmezliği tam da burada görülüyor. Oysa burası, anılan güçlerin tam da devreye girmeleri gerektiği yerdir!

Türkiye’nin elli yıllık ütopik öyküsüdür Avrupa Birliği yolculuğu... Fakat yolu hali hazırda aşılamaz engellerle doludur. Demokratikleşme, emek dünyası ve temel insan hakları, Kürt meselesi, bölgeler arası eşitsizlik, işsizlik, iktisadi az gelişmişlik vb.

Ülke içi dinamiklerinin yetersizliğine karşın demokrasi, insan hakları ve demokratik yaşama dair ne varsa, zorlu ve çok bedelli mücadelelerin sonucunda elde edildiği bir an bile göz ardı edilmemelidir. Deyim yerindeyse ne alınmışsa (ne kadar olursa olsun, az ya da çok) dişle, tırnakla, nefes nefese kavgalarla elde edilmiştir. Haklarımız, kimsenin inayeti sonucunda, emekçi sınıf ve halklara lütuf edilmemiştir. Yoksa onlar; “HAK VERİLMEZ ALINIR!” derler miydi?

AB sürecinin önemli bir virajı 3 Ekim 2005’te dönülmek istenirken, yapılan kimi palyatif  değişikliklerin, egemenlerin planlamalarının gerçekleşmesine yetmeyeceği görülecektir. Biz, ülkenin uluslararası normlarda, çağcıl ve hümaniter bir düzeye çıkması, sermayenin gelişen serbest dolaşımına, emekçilerin de evrensel ilişkiler kurarak, karşılık vermesi, Avrupalı emekçilerin onlarca yıl devam eden savaşımla elde etmiş olduğu kazanımlarının, ülke emek hareketine deneyim ve zenginlik katması, aydınlanmada sağlayacağı ivmenin getireceği bilinç sıçraması ve halklara kültürel, siyasal açıdan temel teşkil edecek eşitlikçi ve özgürlükçü kıstasların/kriterlerin ülkede de yaşanması ereği ile bu virajın Türkiye’nin lehine dönülmesinden yanayız. Bu yana oluş, bizler için AB’nin umut ve kurtuluş olduğu anlamına gelmez ve ayrıca böyle yaklaştığımız düşünülmemelidir. Görüşümüz net ve anlaşılırdır: Kazanımların mücadele ile kalıcılaşacağı, mücadelenin de tek yolunun demokratik eksenli olduğudur!

AB hikayesinin, Türkiye, dünya ve Orta-Doğu ile bağıntısı birebirdir. Egemenlik için iç/dış sermayenin tasavvur ettiği ülke, bölge ve dünya iken ve düzlem de iktidar, sömürü, kar, savaş öncelikli hedef ve amaçlar olarak öne çıkarken, bunun karşısına konacak olan; barış, sömürüsüzlük, eşitlik, kardeşlik ve demokratik bir yaşamdır...

Orta-Doğu bu ikilemin günümüzdeki “arenası” gibidir. Onu kazanan dünyaya rengini verebilecektir. İnsanlığın, gezegenimizin kaderi orada, Orta-Doğu’da çiziliyor, çizilecek...

Savaşlar “yeni” konseptler, paradigmalar, argümanlar, devasa teknolojik araçlar, “bilimsel” çalışmalar bunun için!

Oysa Orta-Doğu biraz Türkiye’dir, tıpkı dünyanın biraz Türkiye olduğu gibi... Çözüm önerimiz bu nedenle benzerdir; demokratik bir yaşam, halkların, emekçi sınıfların yaratıcı emeği üzerinden boy atan bir DEMOKRASİ!

SONUÇ ANLAMINA, BİRKAÇ SÖZ DAHA...

Yeni bir yıla girmemize birkaç ay var önümüzde, fakat öyle anlaşılıyor ki, gerek ülkemiz, gerek bölgemiz ve gerekse dünya emekçi sınıfları ve halklar için, bu birkaç ay epeyce uzun, meşakkatli ve çetin geçecek. Öyle ki, yakın geleceğin nasıl olacağının ve hangi yönde cereyan edeceğinin tayini işte bu birkaç aylık dönemde belirlenecek.

Ülkemiz insanının yön tayininde izleyen değil, müdahil olması gerektiği, her halde tartışmasız bir gerçektir. Ama rol alabilmenin de ancak örgütlenmekten geçeceği görülecektir. Ve bu örgütün başarısı ancak eskiyi aşmakla olabilecektir. Eskiyi aşmak derken, kastettiğimiz bedellerin,yaratılan değerlerin reddi değil,aksine bu örgütlenmenin yaşam kaynakları bedellerimiz ve değerlerimiz olacaktır.

Ama aynı zamanda bileceğiz ki, yaşanan yeni gerçeklikler bağlamında, kendini yenilemeyenlerin; sorunların çözümünde oturulacak masada sandalyesi olmayacaktır.

Masada güçlü bir pozisyon ve yer edinmek/kazanmak için, söyleyeceğimiz son söz; yeteneklerimizi, birikimlerimizi, zenginliklerimizi, deneyimlerimizi ortaklaştırmamız, gerektiğidir. Evet halkların ve emekçi sınıfların kurtuluş, eşitlik ve özgürlük kolektifini yaratalım, yaratmalıyız, diyoruz!

Haydi bunu Türkiye’den başlatalım. Yoksa halklarımız ve emekçi sınıflarımız bunu hak etmiyor, buna layık değil mi?

Bunun da somut, ilk adımı Kürt sorununun çözümünü sağlamak için güçlerimizi seferber etmek olmalıdır.

Ek bilgiler

  • Yazar: Osman Engin
  • Yıl: 2004
  • Kurum: DEHAP
Ara...